AYASOFYA’YI CAMİİ KEBİR’İ ŞERİFİ, HAKKINDAKİ TÂRİHÎ KARAR!... (7)

5) Değerlendirme, (i) Uluslararası Hukuk Yönünden :   

Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına dair sözleşmenin 6.madde hükmü bağlamında sözleşmeye taraf devletlerin, Ayasofya kültürel ve doğal mirasının, toprakları üzerinde bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemenliğine tam olarak saygı göstererek ve ulusal yasalarının sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeden, uluslararası toplum tarafından işbirliği ile korunması gereken evrensel bir miras olduğunu kabul ettikleri açıktır.

Buna göre, kullanım durumuna ilişkin herhangi bir niteleme yapılmaksızın “İstanbul’un Tarihî Alanları” başlığı altında dünya mirası listesine dahil edilen Ayasofya’nın kullanım şeklinin iç hukukumuza göre belirlenmesinin önünde engel teşkil eden her hangi bir kural sözleşmede yer almamaktadır. Aksine, Ayasofya’nın kullanım şeklinin iç hukukumuzda yer alan “Vakıf mülkiyet hukuku” çerçevesinde belirlenmesi; sözleşme’nin 6.maddesinde ifade edilen “egemenliğe tam olarak saygı gösterme” ve “ulusal yasaların sağladığı mülkiyet haklarına zarar vermeme” ilkeleri kapsamında sözleşmeden kaynaklanan bir zorunluluktur.

Sözleşme’nin asıl amacı Dünya Mirası Listesine alınan doğal veya kültürel mirasın korunması olup, kültürel mirasın kullanım alanı, kültürel mirasın bulunduğu ülke’nin iç hukukuna göre ta’yin edilecektir. Nitekim, Dünya Mirası Listesinde yer verilen ve Ülkemizde bulunan miras alanlarından Ayasofya’nın da içinde yer aldığı “İstanbul’un Tarihî Alanları” ile diğer miras alanlarında Selimiye Camii, Divriği Ulu Camii, Süleymaniye Camii, Sultan Ahmed Camii, Şehzade Mehmed Camii ve Zeyrek Camii gibi hâlen cami olarak kullanılan çok sayıda tarihî eser de bulunmaktadır.

(ii) Ulusal Hukuk Yönünden :

Hayrat Taşınmazlar: İbadethane, hastahane ve aşhane gibi doğrudan doğruya hayır hizmetlerinin ifası için kurulmuş olan vakıfların taşınmazlarıdır. Bu taşınmazlar, gerek mülga 2762 sayılı vakıflar kanunu gerekse hâlen yürürlükte olan 5737 sayılı vakıflar kanunu hükümleri uyarınca “ammenin istifadesine” terk edilmiştir.

Dolayısıyla, bu taşınmazlar hakkında esas itibariyle özel mülkiyet hükümleri tatbik olunamaz, hayrat taşınmazlar satılamaz, rehnedilemez, haczolunamaz; bunlar için ne mülkiyete, ne de irtifak haklarına ilişkin kazandırıcı zamanaşımı hükümleri uygulanamaz. Zira bu mallar hiç bir kişinin özel mülkiyetinde olmayıp, kamunun kullanımına ve istifadesine tahsis edilmiştir. Hayrat taşınmazlar mülga 2762 sayılı vakıflar kanununun 10.maddesiyle 5737 sayılı vakıflar kanununun 15. ve 16.maddelerinde görülen hükümler hariç olmak üzere vakfın belirlediği kullanım şekli dışında bir kullanım amacına tahsis edilemez. Belirtilen istisna hükümlere göre de, hayrat taşınmazlar mümkün mertebe gayece aynı diğer hayrata tahsis edilmek zorundadır.

Vakıf hayrat taşınmazların temel özelliği bunların amaç dışı kullanımlara karşı üçüncü kişiler yanında, bizzat Devlete karşı da korunmuş olmasıdır. Bu vakıfların Devletin koruması altında olması, Devletin istediği zaman ve istediği şekilde vakıf malları üzerinde tasarrufta bulunması anlamına gelmez. Devlet sadece amacı doğrultusunda kullanılmasını temin, vakıf mallarının kendisine emanet edildiği varlık konumundadır. Düzenleyici işlemlerle vakıf hayrat taşınmazların, başka bir amaca özgülenmesi mevzûata ve evrensel hukuk ilkelerine aykırı olacaktır.

Türk Kanunu Medenisinin yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar hakkında uygulanacak mevzûatı belirleyen 864 sayılı kanunun 1.maddesinde “Kanunu Medenînin merî olmaya başladığı tarihten evvelki hâdiselerin hukûkî hükümleri, mezkur hâdiselerin hangi kanun merî iken vaki olmuş ise yine o kanuna tabi kalır.” Ve 8.maddesinde ise, “Kanunu Medenî’nin mer’iyete vaz’ından mukaddem vücuda getirilen evkâf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşr’olunur” şeklinde son derece sarih hükümlerle;     

(i) Vakfın kurucu belgesi olan vakfiyede yer alan kayıtların, vakıf kurma işlemi tamamlandıktan sonra, vakfedeni, vakfı idare edenleri, vakıftan faydalanacakları üçüncü kişileri ve Devleti bağladığı,

(ii) Vakfiye ile düzenlenen hususların hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği,

(iii) Vakıf varlıklarının, vakfedenin iradesine uygun olarak kullanılmasının zorunlu olduğu, şeklinde formüle edilebilecek “eski vakıf statüsü” açıkça korunmuş olmasına rağmen, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı incelendiğinde, tapu kaydına göre mazbut bir vakıf olan Ebulfeth Sultan Mehmed Vakfına (günümüzde Fatih Sultan Mehmed Han Vakfı) ait ve vakfiyesi gereğince cami olarak kullanılması gereken hayrat taşınmaz niteliğindeki Ayasofya Camii’nin müzeye dönüştürüldüğü görülmektedir.

Ayasofya Camii ve Türk Kanunu Medenî’si’nin yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden önce kurulan diğer vakıfların 864 sayılı kanunun 1 ve 8.maddeleri ile açıkça koruma altına alınmış olan eski vakıf statüsü, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının yürürlüğe konulduğu tarihten sonra  yürürlüğe giren 5/06/1935 tarih ve 2762 sayılı (mülga) Vakıflar Kanunu,3/12/2001 tarih ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun yürürlülüğü ve uygulama şekli hakkında kanun ve 20/02/2008 tarih ve 5737 sayılı Vakıflar Kanununda aynı esaslar çerçevesinde korunmaya devam edilmiştir. Buna göre, dava konusu Bakanlar Kurulu Kararı, yukarıda anlatılan ve vakıf senedi hangi tarihte düzenlenmiş ise o tarihteki mevzûatın uygulanacağın hükme bağlayan 864 sayılı kanunun 1. maddesine açıkça aykırıdır.