İnsan, yaşam ve gerçeklik aynı düzlemde çoklu denklemler gibidirler. Bu kavramlar her zaman bir bilinmezi içerirler. Bu yüzden bu kavramların birbirleri ile ilişkisi de bu bilinmezliği içinde barındırır.
Ağır bir tembelliğin kol gezdiği, akıllara ziyan bir boş vermişliğin yaşandığı, her şeyin içinin boşaltıldığı, aklıselimin azaldığı, yalanın süslenip doğrudan uzaklaştırıldığı bir dünyada iyinin iyi kalma olasılığı nedir.
Şartlar ve olaylar insanı etkilemiş olabilir. Ama ne olduğundan kendisi sorumludur. Sırf iyi olduğu için herkesin ona adil davrandığını düşünmek ne kadar boş bir hayalse ki hayal, hakikatin suç ortağıdır, derler iyilikle karşılaşmasını beklemek de bir hayaldir.
Bir söz vardı; “Boş yere canı yanmaz insanın. Ya bir eksiklik vardır geleceğe dair ya da bir fazlalık geçmişten gelen.”diyordu. İşte o eksiklikler ve fazlalıklar kişileri birbirlerinden ayıran, birbirlerine ait olamamalarına sebep olan.
Hâlbuki insan, kendi zaafını bilse ve sürekli yardım alarak kendini gerçekleştirebileceğine kani olsa ciddi bir adım atmış olur.
Yaşam ve gerçeklik aynı zamanda insana mahsus özellikler taşır. İnsan yaşamının teminatı olarak varlığını kendi gerçeklik zemininde inşa ederek yaşadığı her olayı da aynı kararlılıkla karşılayabilirse, sorumluluğunu idrak ederek varlığına anlam katmış olur.
Zaten insan anlamdır. Anlam olmadan insanı tanımak ya da tanımlamak imkânsızlığı aramak olacaktır. Çünkü insan bir anlam üzerinden yaşama katılır. Bu da insanı yaşam ve gerçeklik üzerinde bir adım daha öne çıkarır.
O zaman insan, kendi duygularını ve duygudaşlıklarını tefekkür ederek anlamını kavrayabilir. İçinde bulunduğu halin dışına çıkarak kendi içinde olup bitenin netliğine dair bir bakış oluşturabilir. Böylece insan bu karakteristik yapısı ile insan olarak varlığını varlığın anlamına tevdi ederek kemale doğru yolculuk yapabilir.