1167 yılında Moğolistan’ın Onon Irmağı kıyısındaki Dülün-Boldak şehrinde doğdu. Asıl adı Timuçin’dir. Babasının adı; Yesügey Bahadır’dır. Timuçin, ‘Demirci’ kelimesinden gelmektedir. İmparator olunca ‘Cengiz’ adını aldı. Bu kelime de Türkçedeki ‘Dengiz / Deniz’ kelimesinden gelmektedir.

Cengiz Han, son Göktürk hakanlarından birinin 25. kuşak torunudur. Mensup olduğu Kıyat ailesi, eski Türk ailelerinden biridir. Türkçe konuşurdu. Ancak ailesi, birkaç kuşaktan beri Moğol kültürünü benimsemiş ve Şaman inancını tercih etmişti. Fetihlerini Türk askerleri ve Türk komutanlarla birlikte yaptı. Türk devletlerini dağıtarak ve İslam dünyasını alt üst ederek büyük bir imparatorluk kurdu.

1209’da Uygur, 1221’de Karluk Türklerini kendisine bağladı. Devletinde Türk töresi hâkimdi. 1215’te Çin’e girdi ve Pekin’i yönetimi altına aldı. 1218 yılında Doğu Türkistan ve İran, Semerkant ve Türkistan’ın tamamına hâkim oldu. Çin’in diğer kısımlarını fethetmek için çıktığı sefer sırasında, 1227 yılında Kansu şehrinde öldü. Moğolistan’da toprağa verilmiş olmakla birlikte, eski Türk geleneğince yeri gizli tutuldu. Günümüzde de bilinmiyor.  Soyundan gelen insanlar Müslüman olduktan sonra Türk kültürünü benimsediler.  

Çin kaynaklarına göre Cengiz Han, Şa-to Türkleri Hânedânı’na mensuptu.

CENGİZ HAN KANUNLARI
Cengiz Han’ın imzaladığı emirnâmelerin tamamı, ‘Cengiz Han Kanunları’ olarak anılır. Kanunların tamamını bir arada toplayan belge yoktur. İlim adamları, araştırmacılar, bu kanunların ancak bir kısmına ulaşabilmişlerdir.

Prof. George Vernadsky, Cengiz Kanunları üzerine çalışmalar yapan; 1247-1316 yılları arasında yaşayan Raşid ed-Din, 1364-1442 yılları arasında yaşayan Makrizî, 1283 yılında ölen Cuwaynî, 2 Ermeni müverrih ve bir Süryani din adamının yazdıklarından yararlanarak bir metin hazırlamıştır.  Bu metinde belirtildiğine göre Cengiz Han Kanunları’nın çoğu cezâ hukuku ile ilgilidir. Makalede, kanunların taalluk ettiği konulara göre tasnifi yapılmış, birkaç maddenin içeriği özet olarak verilmiştir.  

Fikir verebilmek açısından önemli bölümler aşağıdadır:

Konulara göre tasnif:
1-Devletler hukuku.
2-Âmme hukuku.
   2.1-En yüksek kuvvet (Han).
   2.2-Millet.
   2.3-Mecburî hizmet nizamnamesi.
   2.4-Muafiyet imtiyazları.
   2.5-Askerî nizâmnâme.
   2.6-Av nizâmnâmesi.
   2.7-idare ve idarî emirnameler.
   2.8-Vergiler.

3-Ceza hukuku.
4-Hususî hukuk.
5-Ticaret hukuku,
6-Mahkemeler.
7-Kanunun taknini ve infazı.

Devlet Hukuku ile ilgili bir maddede; ‘Moğollar, isyan edenlere herhangi bir mektup yazmak ihtiyacında ve bunu onlara göndermek mecburiyetinde kaldıkları zaman, onları ordularının büyüklüğü veya askerlerinin çokluğu ile tehdit etmesinler. Sâdece desinler ki: Eğer teslim olursanız ve bize itaat ederseniz, iyi muameleye mazhar olacaksınız ve rahata kavuşacaksınız. Lâkin eğer mukavemet ederseniz acaba biz ne yapacağız bilinmez. Başınıza ne geleceğini ilelebet mevcut olan Allah bilir.’ Deniliyordu.

Amme hukuku ile ilgili bir madde: ‘En yüksek kuvvet Han'ın şahsında temerküz etmiştir. Ve Han tâbiri de, kuvvetinin en büyük nişanesidir. Moğollar diğer milletler gibi, hükümdarlarına ve asilzadelerine birçok tâzimkâr isimler ve unvanlar vermeyeceklerdir. Ve hükümdarlık tahtında oturan zata lâkap olarak yalnız bir isim vereceklerdir ki o da Kân veya Hân'dır.’

Mecburî hizmet nizâmnâmesi: Herkesin hususî vaziyetine göre bağlı olduğu ve terk edemeyeceği bir hizmeti vardır. Bazı müesseseler, içine giren şahısları ile birlikte, mecburî devlet hizmetinden muaf tutuluyordu. Din görevlileri, doktorlar, teknisyenler, ziraat erbabı askerî hizmetlerden muaftı.

Cengiz Han, bütün dinlere hürmet edilmesini ve onlara karşı hiçbir tercih farkı ile muamele edilmemesini emretmiştir.

Askerler: Savaş dışındaki dönemlerde kılıçla dövüşmek, ok atmak ve cirit oynamak gibi işlerle meşgul olmalılar ve az yemek yemeliler. Erler, seferberlik gününde nizamnamenin icap ettirdiği silâh ve teçhizat ile gelip hazır olmalılar. Gelmiyenler için ağır ceza var. Herhangi bir er hazır olamadığı takdirde karısı veya evindeki kadınlardan biri onun yerine geçmek mecburiyetindedir. Harbe çıkılmadan evvel orduyu bizzat teftiş etmek ve namevcut gösterilen başkanı cezalandırmak işi de Han'ın vazifesidir. Büyük rütbeli bir zabit en ufak bir tereddüt bile göstermeksizin Han'ın kendisine aşağı rütbeden bir subay vasıtasile gönderdiği emrini (kendi idam hükmü dahi olsa) yerine getirmeğe mecburdurlar. Âmir müsaade etmedikçe, düşmanın mallarını yağmalamak ölüm cezasıyla menedilmiştir.

Moğollar bir harpten sonra işsiz kaldıkları zaman, kendilerini ava vereceklerdir. Ve hayvanlarla boğuşmasını öğrensinler, kuvvetlensinler, yorgunluğa dayanıklı olsunlar ve vahşî hayvanlarla karşılaştıkları gibi düşmanları ile de dövüşebilsinler. Canlarını hiçbir şeyden sakınmasınlar diye çocuklarına da vahşî hayvanların nasıl avlandığını öğreteceklerdir.

Dahilî idare: Dahilî idarenin bellibaşlı gayesi; kanun mevzuatının ruhuna göre sulh ve nizamın teminidir. Hırsızlık ve gayrimeşru münasebet gibi fena âdetler iyi karşılanmaz. Tüccarların emniyeti, devletin teminatı altındadır.  

Malî idare ve vergiler: Orduda gerek subaylar ve gerekse erler atlarını, silâhlarını ve muayyen gıda ihtiyaçlarını kendileri tedarik ederlerdi. Harp esnasında ise Mogol ordusu ganimetlerinden istifade ederdi. Bütün Mogol milleti Hanlarına her sene sürülerinden ve hayvanlarından, hazinelerinden, atlarından, koyunları ile sütünden ve hattâ hallaç âletlerinden bile pay verirlerdi.

Ceza hukuku: Bu konudaki emirnâmeler; devlet ve cemiyette sulh ile nizamın temini gayesine yöneliktir. Hırsızlık edilmemesi, yalancı şahitlikten kaçınılması, alçaklıktan sakınılması, ihtiyarlarla fakirlere hürmetle muamele edilmesi emredilmektedir. Bu emirlere itaatsizliğin cezası ölümdür. Diğer ağır suçlara da en çok ölüm cezâsı verilmektedir.

Cengiz Han Kanunları’nda en zayıf hükümler hususî hukuk alanında idi. Denilebilirki kanunlar bu alana hiç müdâhale etmezdi.

 Aile hukuku ile ilgili hükümler geniş kapsamlıdır. Erkek eşini satın alır,  birinci derecede akraba olduğu herhangi bir kızla evlenilmez. Erkek birden fazla eşe sâhip olabilir. Eşlerini serbestçe esir olarak kullanabilirler. Ölen babanın oğlu, annesi hâriç, babasından dul kalan kadınlarla evlenebilir. Her türlü tasarruf hakkına sâhiptir. İsterse esir olarak satabilir. Esir ve cariyelerden doğan çocuklar meşru telâkki edilir ve hisselerini alırlar.

Cengiz Han’ın yürürlüğe koyduğu kanunlar, günün şartlarına göre küçük düzenlemelerle Altın Orda Devleti’nde, Kırım, Kazan ve Astrahan ile Nogay hanlıklarında, Timurlu ve Çağatay devletlerinde uygulandı.  


TÜRK DÜNYASINI AYDNLATANLAR:

ABDULLAH TUKAY

‘Tugan Til  / Ana Dilimiz’ isimli şiiri, millî marş gibi okunan İdil Ural Türklerinin önderlerinden Abdullah Tukay 15 Nisan 1913 tarihinde 27 yaşında iken vefat etti. Doğumu: Tataristan’ın başşehri Kazan vilâyetinin Menger ilçesi, Kuşlavıç Köyü, 26 Nisan 1886.

Kazan Türklerindendir. Kazan Türklerinin Rus işgali altında millî benliklerini ayakta tutan büyük Türk şairine Kazan Türkleri ‘Gabdulla’ diyorlar.  

Tukay, İdil Ural Türklerinin yetiştirdiği ve gurur duyduğu büyük şairi ve müşterek Türk edebiyatının meşhur isimlerinden biridir. Topu topu 27 yıllık bir hayat yayabildi Ömrünün son üç yılını yakalandığı verem hastalığının tedavisi ile geçirdi. Kazan Türklerine ait Millî Marşı’ın da şairidir.

Şiirleri, Sovyet döneminde yasaklanmıştır. Kazan ve İdil Ural Türklerinin mekteplerinde Tukay’ın şiirleri okutulmadı. Bölge Türkleri O’nu gönlünde yaşattı. Kırlavıç köyünde, ‘Tukay Avulı’ denilen yerde, şairin adına bir müze kurdular. Müzede Tukay’a ait çeşitli zamanlarda çekilmiş resimler, el yazması eserler, yazdığı gazete ve dergiler, özel eşyaları yer alıyor. Bazı resimlerinde arkadaşları da var. Sadri Maksudi, İsmail Gaspıralı gibi.

Abdullah Tukay için son söz: Milletine adanmış kısa bir hayat...



TUGAN TİL / ANA DİL

Ey tugan til, i matur til, etkem-enkemnin tili!.
Ey ana dil, ey güzel dil, anamın babamın dili
Donyada kup nerse bildim sin tugan til arkili.
Dünyada ne bildiysem sen ana dilim sayesinde

İlik bu til bilen enkem bişikte koylegen,
İlk bu dil ile anam beşikte –ninni- söyledi
Annari tonner buyi ebkem hikayet soylegen.
Geceler boyu ninem hikâye söyledi

Ey tugan til! Her vakitta yerdeming birlen sining,
Ey ana dilim, her zaman yardımınla senin
Kiçkineden anglaşılgan sıhatligim, kaygim mini
Çocukluğumda anladığım mutluluğum, kaygım benim

Ey tugan til ! Sinde bulgan in ilik kılgan duam
Ey Ana dil ! Seninle oldu ilk ettiğim duam
Yarlıkagıl, dip, üzim hem etkem-enkemi
Huda’m Bağışla diye, beni, anamı ve babamı Allah’ım

Abdullah Tukay


AKKOYUNLULAR
NECATİ GÜLTEPE

Akkoyunlular Bayındır boyundandılar. Köroğlu, Karacaoğlan ve Yunus Emre de Bayındır boyu aşiretlerinden idiler. Akkoyunlular, o çağda Anadolu ve Ortadoğu bölgesinde kurulmuş yaşamış ve sonra Osmanlı kuruluşuna katılmış on iki beyliğin en büyüklerindendi.

Beyiiği meydana getiren aşiret ve cemaatlerin büyük çoğunluğu bayındır boyundandı. Bu topluluk yüzlerce boy oymak ve aşiretten meydana gelmiş bir federasyondu. Günümüzde Doğu Anadolu, Karadeniz, (özellikle Trabzon) Orta Anadolu ve hatta Ege de yaşayan insanlar genellikle (köken itibarîyle) Akkoyunlu federasyonuna tâbi aşiretlerin torunlarıdır.

Beylikler içinde Türklüğü bilinçli yaşayan tek beylikti, çünkü sonradan başkentleri olan Diyarbekirde Kur’anı Türkçeye çevirtip okutan ilk devletti.

Timur’a karşı çıkan ve ona karşı Osmanlıların yanında yer alan bir iki beylikten biri idi.

Çağdaş bütün kroniklerde Akkoyunlu süvarileri; ‘Kurt bilekli Ali yürekli süvariler’ diye anlatılır.
Hatta Karacaoğlan bile bir deyişinde aynı ifâdeyi kullanır.

Memlûkluların hiçbir zaman emrine girmemişlerdir. Ayrıca Memlûklular, Kahire yani Mısır’da kurulmuş en büyük Türk devletlerindendir ve Kıpçak asıllıdırlar.

Uzun Hasan’ın lâkabı ‘Tavil’dir yani ‘Uzun’ anlamına O’na bu ismi takan Osmanlı tarihçileridir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Osmanlılar döneminde Tanzimat’a kadar Hasan Padişah kanunları ile idare edilmiştir. Yani Akkoyunlu kanunlarını Osmanlılar aynen uygulamışlardır.

Bütün bu bilgilere rağmen, tanınmış bir köşe yazarı; AKP’ye giydireceğim diye kelime oyunu yaparak Akkoyunlular aşağılıyor. Böylece 75.000.000 Türk’ün en az yarısına hakaret ediyor.  

Aklıma bir Akkoyunlu atasözü geliyor: ‘Ürmesini bilmeyen it köye kurt getirir.’


TÜRK YURTLARINDA RİBATLAR


Adını Kur’an-ı Kerim’den alan ribatlar başlangıçta İslam devletlerinin sınır boylarında gözcülük yapmak maksadıyla kurulmuş karakol görevini ifa ediyordu. Zaman içerisinde tasavvufî faaliyetler için kullanılmıştır. Ribatlarda; insanın kendi nefsiyle yapacağı ve yapmakta olduğu savaşın hazırlıkları yapılmaktaydı. Özellikle Türkistan’daki ribatlar, birer eğitim kurumu olarak hizmet veriyordu. Tanınmış kelam bilgini Maturidî ile Ebu Kasım Hâkim Semerkandî’nin Semerkand’da medreseye dönüştürülerek Ribat-ı Gaziyan / Gaziler Medresesi adı verilen bir ribatta ders verdikleri bilinmektedir. Ribatlar, İslamiyet’in tanıtılmasında ve yayılmasında önemli roller oynadı.

Ord. Prof. Dr. Fuat Köprülü; ‘Medrese işlevine sâhip ribatlarda ilmî faaliyetler ciddî boyutlara ulaşmıştır.’ Diyor.

Zaman içerisinde ribatlar, İslamiyet’in Türkler arasında hüsn-ü kabul görmesinde çok etkili olmuştur. Buralarda bir şeyhin veya bir mürşidin mânevî terbiyesinde yetişen ve olgunlaşan gazi dervişler, diğer bölgelerdeki Türklere İslam’ı tebliğ için bölgenin dört bir yanına dağılıyorlardı. Sâdece Türkistan’daki Türk yurtlarının değil, Anadolu’nun da Türkleşmesine ve Müslümanlaşmasına büyük hizmetleri dokunan Horasanlı Erenler de buralarda yetişmişti. Horasan erenleri, Allah’a teslimiyetin verdiği huzur içerisinde mükemmel bir mutasavvıf idiler. Bir lokma bir hırka, onlara zenginliğin güven ortamını sağlıyordu. Anadolu’da Horasan erenlerine ait şu olay anlatılır:

‘Horasanda, karnını doyuracak bir şeyler bulabilen kediler köpekler bile Allah’a şükreder. Biz Horasan erenleri, bulduğumuzda aramızda paylaşır, artanını çevremizdeki bulamayanlara veririz. İhtiyacımızı karşılayacak bir şey bulamadığımızda ise şükrederiz, zikrederiz.’

Tasavvufu böylesine özümsemiş insanların bulunduğu ribatları, insanların işkence ile Müslümanlaştırıldığı mekânlar olarak göstermek, bilgisizlikten değilse, mutlaka ahmaklıktan kaynaklanmaktadır. 10. yüzyılda yaşamış olan Müslüman Coğrafya âlimi Istahri; Türk yurtlarında gördüklerini şöyle anlatıyor: ‘Aşağı Türkistan’daki zenginlerin büyük bölümü, mallarını Allah yolunda harcarlar. Ribatlar yaparlar ve buralarda kalanların yeme yatma ihtiyaçlarını karşılarlar. Buralarda, üzerinde sebil, ribat, misâfirhâne bulunmayan şehirlerarası hiçbir yol yoktur.’

İşte bu hayırsever insanların destekleriyle Baykent, kısa bir zamanda İslam merkezi hâline gelmiştir.

Ribatlar kakkında bir başka yazı, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan İslam Ansiklopedisi’nde yer alıyor. Sanat Târihi Uzmanı Prof. Dr. Oktay Aslanapa tarafından kaleme alınan maddede, çok değişik kişilerin ribatlar hakkındaki yazılarına da atıfta bulunuluyor.

Türklerin Müslümanlığı kolayca kabul etmelerinde İmam Maturidî’nin iman kavramına getirdiği ve ribatlarda işlediği târifin önemli rolü olmuştur. Matûridî; ‘amel’ olarak isimlendirilen hareketlerin iman kavramından farklı olduğunu belirtmiştir. O’na göre iman, kalple, amel ise bedenle ilgilidir. Maturidî’ye göre dil ile ikrar, kişiye Müslüman muamelesi yapmak için yeterlidir.   

Emekli öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Vehbi Ecer, Peygamber Efendimizin de bu mealde bir hadisinin bulunduğunu belirtmektedir.

Bu hüküm, İslamiyet’in cihanşümul ve engin hoşgörüsünün uygulamaya yansımasıdır. O’nun yetiştirdiği âlimler de aynı görüş doğrultusunda hareket etmişlerdir. Türkler, bu hoşgörü anlayışına, eski inanç kültürlerinden âşinâdırlar.

Ribatlar; böylesine hoşgörülü bir anlayışın bulunduğu, zorlaştırmayıp kolaylaştırıcı tebliğ yönteminin uygulandığı mekânlardır.