“Yoksa onlar (İslâm öncesi) cahiliyye idaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” (Mâide 5/50) 
Ebû Dâvud’un sahih sened’lere dayanarak rivâyet ettiği, 
Cübeyr İbn-i Mut’îm, Nebîyy-i Zîşan, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizden rivayet ettiğine göre, Resûlüllah Efendimiz: 
- “Cahiliyye dönemi asabiyyetine dönen bizden değildir, câhiliyye asabiyyeti üzerine mukatele eden bizden değildir, cahiliyye asabiyyeti üzerine ölen de bizden değildir,” buyurdu. 
Vâsıla İbn-i el-Eska “Ben ‘Asabiyyet nedir yâ Resûl’ellah?’ dedim, Resûlüllâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 
- ‘Zulmeden kavmine yardımcı olmandır,’ buyurdular,” dedi. 
Sürâka İbn-i Mâlik İbn-i Cuğşim-i Müdlicî diyor ki; 
Resûlüllâh bize hitap etti ve hutbesinde şunları söyledi: 
- “İçinizden en hayırlılarınız, günah işlemedikleri müddetçe, aşiretine yardım edip onları müdafaa edeninizdir,” buyurdu.
Abdullah radiya’llâhu anh’den: (Et, Tâcül-Câmiul-Usûl, Fî Ehâdisi’r-Rüsûl Müellifi, Şeyh Mansûr Ali Nâsıf, Râvi Abdullah’ın hangi Abdullah olduğunu tasrih etmemiştir. Resûlüllâh Efendimizin ashabı arasında ismi Abdullah olan 300’den fazla sahâbî vardı. Bunlar arasında Hadis rivâyetinde ve Fıkıh ilminde meşhûr olmuş, 4 zât vardı ki, bunlara Abâdile (Abdullah’lar) veya Abâdile-i Erbe’a (dört Abdullah) denilmiştir. 
Bunlar beheri de Kureyş Kabilesine mensup, Abdullah İbn-i Abbâs, Abdullah İbn-i Ömer, Abdullah İbn-i Zübeyr, Abdullah İbn-i Amr İbn-i el-Âs’dır. Dikkat edileceği üzere, Resûl-i Ekrem’in vahiy kâtiplerinden, Haz.Ömer radiya’llâhu anh’in kendisi için “Küçücük velâkin ilim doludur,” dediği Hanefî Fıkhının menba-ı Abdullah İbn-i Mes’ûd, Abâdile-i Erbe’a arasında sayılmamıştır. Çünkü Abdullah’lar bu sıfatla çağrılmaya, zikredilmeye başlanıldığında, Abdullah İbn-i Mes’ûd Hazret’leri, Dâr-ı Bekâ’ya intikal etmiş bulunuyordu. (Allah, onların hepsinden râzî olsun,) Râvî, muhtemelen, bu Abdullah’lar’dan birisi olması lâzım, fakat Hadis Câmi’i, hangisi olduğunu tasrih etmemiştir. (Bârâ-i Ma’lûmat olarak, Abadile-i Erbe’a bilgisini de böylece aktarmış olduk...) 
GÜNÜMÜZDE DEVAM ETMEK OLAN CAHİLİYYE ASABİYYET’LERİ: 
- Selâm’laşma, İslâm İnkılabı’nın İslâm Cemaatinde değiştirdiği, Cahiliyye Asabiyyeti’nden kurtardığı, ilk toplumsal edep ve kurallardan birisi şüphesiz, selamlaşma tarzıydı. 
Cahiliyye Asabiyyeti üzerinde olan toplumlar, birbirleriyle karşılaştıklarında, çok değişik şekiller’de selâmlaşıyor, vedâlaşıyorlardı. 
Şöyle ki, Mekke toplumu, bütünüyle müşrik bir toplumdu. Risâletten önce Tevhîd inancına sahip birkaç kişi istisna edilirse, âdet’leri, gelenekleri bakımından mütecânis, homojen bir topluluktu.
Müslümanlar Medine-i Münevvere’ye hicret ettiklerinde, karşılarında tam kozmopolit bir toplum buldular; Medine’de, üç-dört ayrı gruptan oluşan Yahûdi toplumu, müşrikler, Medine’li Müslümanlar, Mekke’den hicret eden mühâcir Müslümanlar, Seylü’l-Arîm’den sonra, Yemen şehir’lerinden gelip Medine’ye yerleşmiş, Haz.İbrahim’in şerîatine göre inanan, Tevhîd ehli olanlar, meleklere, ateşe tapan sabiîn ve Medine’li müşrikler... 
Bu gruplar kendi aralarında ilk karşılaştıklarında ya da birbirlerinden ayrılırken, vedalaşırken çok farklı şekillerde selâmlaşıyor, vedâlaşıyorlardı. Medine’li Hıristiyanlar, ellerini dudaklarının üzerine götürerek birbirleriyle selâmlaşıyor, vedalaşıyorlardı. (Günümüzde) ba’zı insanların ellerini dudaklarına götürüp, “Öptüm seni, öptüm canım,” diyerek karşılaştıklarıyla selâmlaşıyor, muhatapları da, “Ben de seni öptüm canım,” diye mukabele ediyorlar. 
Yahûdî’ler kendi aralarında, el parmaklarıyla işâretleşerek birbirleriyle selâmlaşıyor, vedalaşıyorlardı. (Günümüzde, parmak ve el işaretiyle selâmlaşma ve vedâlaşma da çokca uygulanmaktadır.) 
Mecûsî’ler, kendi aralarında “İnhinâ” ile, belini bükerek muhataplarının önünde eğilerek, reverans yaparak selamlaşır vedâlaşırlardı. (Günümüzde, kendilerini centilmen, entellektüel ve entel kabul edenler, kendi aralarında neredeyse, yere kapanacak kadar bellerini bükerek, başlarını eğerek selâmlaşıyor, vedâlaşıyorlar.) “Mîrim, Tâc-ı Serim, Nur-u Aynim, Sebeb-i Vücûdum,” gibi çok abartılı sözlerle birbirlerini reverans yapıyorlar. 
Araplar kendi aralarında birbirlerine, “Allah seni yaşatsın! Çok yaşayasın!” tarzında tercüme edebileceğimiz, “Hayyâk’el-LLÂh!” diyerek selâmlaşıyor, veda ediyorlardı. 
Mülk ve saltanat sahipleri kendi aralarında, “En’ame Sabâhan” (Ne güzel bir gün, ve ne güzel bir sabah) olarak tercüme ve şerh edebileceğimiz cümleyle birbirlerini selâmlıyorlardı. 
Müslüman’lar ise birbiriyleriyle karşılaştıklarında, “Esselâmü Aleyke ve rahmetü’l-LLÂh ve Berekâtühû” ya da, “Esselâmü Aleyküm ve Berekâtühû,” tarzında ferde veya topluma göre selâm verirler. 
MÜSLÜMAN’LAR ARASINDA SELÂMLAŞMA’NIN KEYFİYYETİ: 
- “Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selâmlayın; Yahut aynıyla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hisabını arayandır.” (Nisâ 4/86) 
(Selâm, Müslümanlar arasında sevgi ve barış sağlayan, mevcut sevgi ve samimiyyeti artıran güzel bir hasrettir. Selâm veren, sevgi ve iyi niyyetini ifadede öncülük ettiğinden, selâmı alan da bir iki kelime fazlasıyla cevap vererek bu güzel davranışa karşılık vermelidir.) 
Ebû Hüreyre’den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif’te Sevgili Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur: 
- Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız; Sizi öyle bir işe delâlet edeyim ki, onu yaptığınızda birbirinizi seversiniz. Aranızda selâmı yayınız.” 
Abdullah İbn-i Ömer’den rivâyet edilen bir başka Hadis-i Şerif’te ise: 
“Bir kimse Peygamberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimize sul etti: 
- Hangi İslâm daha hayırlıdır? Peygamber’imiz buyurdu ki: 
- “Açları doyur, tanıdığın, tanımadığın her Müslüman’a selâm ver! Ebû Ümâme’den rivâyet olunan bir Hadis-i Şerif’te ise Nabiyy-i Zîşân, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştu: 
- “Allah’a karşı insan’ların en evlası, ilk önce selâm verenlerdir,” 
Ebû Hüreyre’nin rivayet ettiği diğer Hadis-i Şerif’lerde: 
- Küçük yaştakiler büyüklerine, geçip gidenler oturanlara, az sayıda olan topluluklar çok sayıdaki topluluklara, binekte olanlar yaya (yürüyenlere) selâm verirler. 
Yine Ebû Hüreyre’den rivâyet edilen bir başka Hadis-i Şerif’te: 
- “Bir kimse Müslüman kardeşine mülâki olduğunda selâm verdikten sonra tekrar karşılaşınca yine selâm verir, hattâ, selam verdikten sonra araya ağaç, duvar ve taş girse dahî yeniden mülâkî olunca yine selâm verir.” 
Enes İbn-i Mâlik, biz Medine çocuklar ile birlikte oynuyorduk. Resûlüllâh teşrif buyurdular, biz çocuklara selâm verdiler. Sonra benim elimden tuttu, bir yere götürülmek üzere bana bir ulak verdi, ben dönünceye kadar duvarın gölgesinde oturdu ve çocukların oyununu seyretti.” 
Ebû Bekr İbn-i Ebî Şeybe, Süfyan İbn-i Uyeyne’den, o Ebî Hüseyin’den o’da Şehr İbn-i Huşeb’ten işitmiş, dedi ki,  
Yezid’in kızı Esmâ’dan haber aldım, Esmâ, “Biz ba’zı kadınlarla bir aradaydık, Resûl-i Ekrem oradan geçiyordu, bizi selâmladı – bize selâm verdi.” 
Ebû Davud’un Hasan İbn-i Alî’den radiya’llâhu anhümâ’dan rivayet ettiği hadise göre “Bir yerden geçmekte olan topluluk bir başka toplulukla karşılaştığında, bu topluluklardan birisinin selâm vermesi, karşı topluluktan birisinin bu selâm reddetmesi (Selâmı kabul edip cevap vermesi) bütün topluluğun selâm vermesi veya selâmı kabul etmesi ma’nasına gelir.” 
(Devam edecek...)