Geçtiğimiz hafta yazdığım ve üç farklı centilmenlik, fair-play içeren olayını konu alan yazımın daha mürekkebi kurumadan, Trabzonspor Fenerbahçe maçı ve yaşanan olaylar spor gündeminin en başına oturuverdi. İnanın şaşırdım ağzım açık kaldı. Kendi kendime, “Tamam bak onca olumsuzlukların içinde bir şeyler yoluna giriyor. Umutsuzluğa gerek yok” derken, Avni Aker’in içinde ve dışındaki manzaralar, beni kelimenin tam anlamıyla şoka soktu.
Bakın buradan, “O haklı bu haksız, şu şöyleydi bu böyleydi” diyecek değilim. Çünkü hiçbir haklılık insanı böylesine cinnet noktasına getiremez. Ya da getirmemeli. Hiçbir şampiyonluk, hiçbir kupa o yaşanan sahneleri insanın gözlerinin önünden silemez. İnanın o görüntüleri izlediğimde, bundan yıllar önce 1995-1996 sezonunda, yine Trabzon’da oynanan Fenerbahçe Trabzonspor maçı öncesi ve sonrasında canlı tanık olduğum görüntüleri hatırladım. Bir film şeridi gibi, bizzat yaşadıklarımı anımsadım. 
Fazlaca uzatmadan aktarmak istiyorum. Yıl 1996, aylardan Mayıs. O dönemde  Günaydın Gazetesi’nde Fenerbahçe muhabiri olarak çalışıyorum. O zamanki adıyla Süper Lig’in 32. Hafta mücadelesi şampiyonluk yarışında Trabzonspor’un, kendisini takip eden Fenerbahçe'nin önünde önemli bir avantajı söz konusu.
Gazetem tüm diğer deplasmanlara olduğu gibi uçak biletimi alacağını, hafta sonu Trabzon'a benim gideceğimi söyledi. Ancak, kulübün taraftar derneklerinden gelen arzu üzerine, yirmi kadar otobüsle Trabzon'a taraftarını da götüreceğini öğrendim. Benim için de farklı bir deneyim olacağını düşündüm ve otobüsle Trabzon deplasmanına gitmeye karar verdim. Gazeteye de durumu anlattım. Olur yanıtını aldım.
Maçtan bir gün önce Fenerbahçe Stadı'nın önünden kalkan araca bindim ve yola koyulduk. Çok keyifli geçen yolculuğumuz, Trabzon il sınırlarına girdiğimizde bir anda kabusa dönüştü. Samsun, Ordu ve Giresun'dan geçen otobüsler Trabzon il sınırının ilk merkezi Beşikdüzü'ne girer girmez tam bir taş yağmuruna tutuldu. Kırılan camlara içeriden naylon gerilmeye çalışılırken, bu defa da Vakfıkebir'de taşlanmaya başladık. Akçaabat' girişinde polis araçlarının korumasına girmiştik. Ancak polis arabalarının eşliğinde olsak dahi, önceki yoğunlukta olmasa da zaman zaman atılan taşlardan nasibimizi aldık. 
Beni en çok şaşırtan durum ise, taş atan insanların arasında yaşlı başlı nineler, ak sakallı dedelerin bile olmasıydı. Stattaki atmosferi sanırım anlatmaya gerek yok. Hatırlayacaksınızdır. O maçı Fenerbahçe Oğuz Çetin ve Aykut Kocaman'ın golleriyle kazanmış ve o yıl şampiyonluğa uzanmıştı. Ayrıca o yılın bir ayrı özelliği de, sezon sonunda bu iki isim başkan Ali Şen tarafından satılmıştı. 
Neyse biz konumuza dönelim. Bakın aradan yıllar geçti ancak ne yazık ki mantalite halen değişmemiş. Yine kin. nefret ve taştan, kapı kolu kolundan ve çeşitli maddelerden medet uman zihniyet. 
Bana kimse çıkıp ta, "Bu işler 2010-2011 sezonu şampiyonluk kupası nedeniyle oluyor" demesin. O ayrı bir iş, o işin mücadelesi yönetimlerce yapılır. Tribünler bu işin muhasebesini tutmaz. Kısacası bu mantık ve zihniyetle bu işlerin içinden çıkılmaz.
Sözün özü gördüğümüz en küçük fair davranışla nasıl içimiz kıpır kıpır olup mutluluğumuz zirve yapıyorsa, yaşanan bu gibi olumsuzluklarda da bir o kadar daralıyor.
Kalın sağlıcakla...