Her yıl ana ve ara transfer döneminde olabildiğince masa başı transferlere dair 

yazmaktan uzak durmaya çalışırım. Bu durum, muhabirlik dönemimde de aynıydı. Her gün sayfalarında sansasyon uğruna sezonun flaş yabancılarını, özellikle üç büyüklere getiren ve “Transferde filanca takıma geliyor” diye savurdukları yüzlerce isimden birkaçı doğru çıktığında da, günde iki defa doğruyu gösteren bozuk saat gibi “Biz yazmıştık” diye böbürlenen üfürükçülerden hiç olmadım bugüne kadar.

Çalıştığım gazetelerde, spor servislerinin müdürleriyle bu anlamda çok da tartışmalarım olmuştur. Güneş Gazetesi’nde müdürlüğümü yapan rahmetli İlker Ateş’le transfer döneminde neredeyse her gün tartışırdık.

Sevgili Can Tanrıyar ve yine üzülerek rahmetli demek durumunda kaldığım Mustafa Öztoprak’la birlikte Fenerbahçe muhabirliği yaptığım doksanlı yılların başlarında, İlker abi, “Oğlum şöyle bir havayı kokla, fısıltısını bile duysan haber yap” der bense ne yalan söyleyeyim, hiç oralı bile olmaz, sadece kesinleşme aşamasındaki isimler üzerine kurardım haberlerimi. Tabi bu durum da ciddi tartışmalara neden olurdu.

Ancak hemen ekleyeyim; Fenerbahçe’de bir transfer olduysa ya da oluyorsa, işin en ince detayları dahi bir şekilde öğrenir ve haberleştirirdim. Bu konudaki en önemli isim de sevgili Tanju Çolak’tır. Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye transferini, en ince ayrıntılarına kadar ilk yazan benim. Tanju kardeşimle nerede karşılaşsak o günleri hatırlatır ve der ki, “Haberin yüzünden neredeyse transferim yatıyordu. O kadar detayı nereden öğrendiğine aklım sırrım ermiyor”.

Yine Oğuz Çetin ve Aykut Kocaman ikilisinin şampiyon olan kadrodan, Allah selamet versin Ali Şen (Ali baba) tarafından koparılıp, İstanbulspor’a gönderilişini de tüm detaylarıyla ilk veren isim olduğumu belirteyim. Böyle o kadar çok örnek var ki, hangisini yazayım?..

Lakin bugün dikkat ediyorum da, herkes kafasına estiği gibi transferler yapıyor, neredeyse utanmasalar, Ronaldo, Messi ve Mbappe’yi bile herhangi bir takımın kadrosuna katacaklar.

Bu arada, o günkü koşullarda sosyal medya, cep telefonu ve tablet bilgisayar gibi nimetlerin de olmadığını söylememe gerek yok sanırım.

Spor gazeteciliği etiğinin giderek yozlaşıp değersizleştirildiği günümüz ortamında, her türlü teknik olanaklara sahip genç meslektaşlarımın, çok kısa da olsa o günlerdeki koşulları yaşamasını çok isterdim doğrusu. Bakalım o koşullarda neler yapar, neler yazarlardı.

Evet, bu hafta içinde bulunduğumuz ve yine komik isimlerin gündeme taşındığı transfer döneminde, hafiften naftalin kokan ancak ilkelerden asla taviz vermeyen spor gazeteciliğinin önemine vurgu yapan birkaç kelam ettim. 

Sıktıysam, “Affola” diyor, transfer de dahil olmak üzere, güzel ve doğru haberler almanızı diliyor, mübarek Kurban Bayramınızı kutluyorum.

Hoşçakalın…