Ayasofya’daki son Hristiyan ayini 28 Mayıs 1453’te imparatorun katılımında yapılmıştır. Belki de “Büyük Kopuş’tan” beri ilk kez, Doğu ve Batı Kiliselerine mensup Katolik ve Ortodoks din adamları Ayasofya’da bir ortak ayin düzenlemişlerdir. Ertesi akşam ise ikonaların üzeri battaniyeler ve halılarla örtülmüş ve İstanbul’da fetih namazı kılınmıştır. Sultan Mehmet de böylece Fatihliğe terfi etmiştir.

Bu fetih elbette ki kolay olmadı, iki ay süren amansız bir mücadele sonunda İstanbul fethedilmiştir. İki ay süren kuşatma süresince fethi geciktiren en önemli iki unsurdan ilki yaklaşık 6 km boyunca karadan uzanan büyük kara surları ikincisi ise Sarayburnu ile Galata bölgesi arasına çekilen Haliç Zinciri olmuştur.

İstanbul’da birbirinden denizle ayrılmış iki komşu semt gibi de olsalar 1453 yılında Galata ve Konstantinapolis iki farklı yerleşim birimiydi. Galata bir Ceneviz, yani İtalyan kolonisiydi. Kendisi de bir anlamda yarımada olduğundan savunulması nispeten kolaydı. Her tür koşulda Bizans’ı sonuna kadar destekleyen bir yapıda olmasına rağmen bu koloni kâğıt üzerinde tarafsızdı. Bu durum Bizans’ı kuşatmaya gelen askeri güç için birtakım tehlikeler yaratıyordu.

Öncelikle tarafsız olan Galata Kolonisi kendi gemileriyle kendisini besliyor ihtiyaç fazlasını da Bizans’a satarak kuşatmadaki kozlarını güçlendiriyordu. Dahası bu ticaret şimdiki Karaköy-Eminönü gibi bir hatta gemilerle yapıldığından ve Haliç’in ağzı zincirle kapalı olduğundan engellenemiyordu. Daha da fazlası, zincirin galata ağzını tutan bu koloni aslında günümüz anlayışında gayet taraflı olmasına rağmen Sultan Mehmet kendilerine özellikle bir şiddet uygulamamıştır.

Galata ile İstanbul arasındaki Haliç, savunma açısından büyük risklere gebeydi. Haliç’e asker dolu gemilerle giren herhangi bir donanma, şehrin pek de savunulmayan karnını da yarmış olurdu. Haliç boyunda uzanan Bizans duvarları şehrin batısındakiler kadar yüksek veya önemli değillerdi. Gemiler askerlerini bugünkü Sirkeci civarına indirebilse bu gemilerden inen yüz kişiyle imparatorluk sarayını zorlayabilirlerdi. Daha da kötüsü, savunanlar saldırının asıl istikameti olan Edirne tarafından buraya asker kaydırmak zorunda kalırlardı.

Bizanslılar bunun yerine demircileri toplayıp yüzlerce metre uzunluğunda dövme demirden bir zincir yaptılar. Peki 500 kusur yıldır, konuşulan zincir nasıl bir özellikte idi. Sarayburnu ile bugünkü Yeraltı Camii arasını kapatmış olan zincir ortalama 50 cm uzunluğunda, 18 cm genişliğinde ve 14 kg ağırlığındaki baklalar, bu özellikleri ile bir standart oluşturmaktadır. 550-600 metre olduğu düşünülen burçlar arasındaki mesafeyi kapatmak için kullanılacak zincir yaklaşık olarak 1200-1300 bakladan oluştuğu kabul edilmektedir. Bu da ağırlığının 17-18 ton gelmesine sebep olur. Zincirler üzerinde yapılan ölçümlere göre dubalar arasındaki yedi baklalık mesafe 100-110 kg arasında değişen bir ağırlık dağılımı göstermektedir. Ayrıca bu duba aralığı zincir tam gerili olduğunda yaklaşık 3,5 metre uzunluğunda olmaktadır. Dubalar arasında suya düşey yönelen baklalar ağırlıklarından dolayı bu mesafeyi 2.5- 3 metreye daraltmalıdır. 3,5 metre genişliğindeki bir geminin kürek gücü ile son sürat zincire yöneldiğini düşünürsek, bu gemi önce Haliç ağzının akıntısı ile sonra Rum Ateşi (Grejuva) daha sonra donanmanın müdafaasıyla ve en sonunda zincirle kapatılmış bu dar geçitle karşılaşacaktır.

Bir ucu bugünkü Sepetçiler Kasrı’nda, Galata ucu da bugünkü Yeraltı Camii’nde takılı olan bu zincir Haliç’i etkin olarak deniz trafiğine kapatıyordu. Zinciri denizin ortasında kesmek gibi bir ihtimal zaten yoktu. Takılı olduğu yerlere de iyi savunulduğundan gemiler pek yaklaşamıyordu. Sultan Mehmet, gemileri karadan boşuna yürütmüş değildir bu yüzden. Başka çare kalmamıştır. Ayrıca Bizanslılar nasıl bir hınçla demir dövdülerse zincirin çoğu pek paslanmamış halde Deniz Müzesi’nde sergidedir. Zincir kadar ucuz bir şeyle şehrin iki tarafını düşmana kapatan Bizanslıların oyununu bozmak, zincir çekmek kadar kolay olmamıştır haliyle ancak bu oyunun bozulacağını da surları savunan kimse beklememektedir.

Teoride Haliç’e gemi indirmenin iki pratik nedeni vardır. Birincisi, Galata-Konstantinapolis arasındaki erzak ve ekipman trafiği çok can sıkıcıdır. Bizans, Sultan’ın gözü önünde durmadan yardım almaktadır. İkincisi de Sultan Mehmet, Haliç boyundaki surların iyi korunmadığını görmüştür. Bu kısmı göstermelik de olsa tehdit ederek, Theodosius Surları’ndan bir miktar askeri buraya boşuna beklesinler diye çekmeyi arzulamaktadır. Türk ve Batılı kaynaklar tarafından gemilerin karadan yürütülüp Haliç’e indirildiği tarafsız olarak aktarılmaktadır. Yani zincire yönelik yapılan saldırıların sonuç vermemesi üzerine Sultan II. Mehmet Han gemilerin kara yolu ile Haliç limanına aktarılmalarını emreder. Yaklaşık 70 adet oldukları kaydedilen gemilerin Haliç'e indirilmesi sonucunda meydana getirilen köprü ile Haliç surları top atışlarıyla dövülmeye başlanmıştır. Bu sayede Bizans ordusunun kara surlarının savunmasında gereksinim duyduğu askeri birliklerinden bir bölümünüm Haliç bölgesine sevk edilmesi sağlanmıştır. Fetihten sonra bu savaş stratejisinin gerçekleşmesine neden olan Haliç Zinciri Osmanlı Devleti tarafından zaferin ve kent kimliğinin bir sembolü olarak muhafaza edilerek günümüze kadar ulaşabilmiştir. Gemiler kızaklara koyulup yağlı kütükler üzerinde Dolmabahçe’den karaya çıkmış, Tarlabaşı-Kasımpaşa’dan tekrar denize inmiştir.

21 Nisan’da, fetihten 1 ay önce Haliç’e iner. İndiği gibi de Galata-Konstantinapolis arası kayık sandal trafiğini durdururlar. Bizanslıların morali buna çok bozulur. 28 Nisan’da meşhur ateş gemilerini kullanarak Haliç’i temizleme operasyonuna girişirler. Ancak Osmanlılar daha önceden uyarılmıştır ve bu hesap boşa çıkar. Bizans ateş gemileri kayıplarla limana geri çekilir. Ertesi gün 29 Nisan’da buna misilleme olarak Bizanslılar 260 Türk esiri surlara çıkartıp kafasını keserler. Ama ne yaptılarsa 29 Mayıs 1453 Salı günü İstanbul’un Türk devletinin eline geçmesini önleyemediler!..