Ne güzel söylemiş Kıvanç Tatlıtuğ “birbirimize sarılalım” derken. “Kalbim fiziksel olarak hiç bu kadar acımadı” derken.

Birbirimize sarılalım gerçekten, sımsıcak ve tüm kalbimizle… Bir kez daha gördük, bu dünyadan her ne nedenle olursa olsun göç ettiğimizde yanımızda hiç bir şey götürmüyoruz, götüremiyoruz. Dilimiz, dinimiz, ırkımız, maddi gücümüz ne olursa olsun. Topraktan geldik, toprağa gidiyoruz, hem de cascavlak… Onun için malı mülkü konuşmayı bırakalım, yaşarken neler yaptık onu konuşalım. Çünkü giderken yanımızda olacak tek şey bize yapılan dualar, arkamızdan söylenen sözler. Gerisi zaten vasiyetimizle veya vasiyetsiz yağmalanıp gidiyor. Çıkartın o kullanmaya kıyamadığınız şeyleri, çıkartın doya doya kullanın. Kim bilebilir kullanmaya zamanımız olacak mı? Küs olduklarınızla barışın, arayın onları “ben senden razıyım, sen benden razı mısın?” deyin. Cevap vermezse, terslerse en azından “ben üstüme düşeni yaptım” diyebilin. Artık gerisi “kul ile Allah ve vicdanı arasında “ Demekki onun gözleri hala bağlı, hala maddi dünyaya zincir takmış çözemiyor. Kendi bileceği iş.

SERVETİN İKİ BARDAK SU

Çok sevdiğim bir bilgelik hikayesi vardır, onu paylaşmak istiyorum sizinle.

Çok eski zamanlarda, bir Hükümdar varmış, zenginliği tüm dünyaca bilinirmiş. Hükümdar her gittiği yere, hazinesinin bir bölümünü götürür ve bunları sergilemekten büyük onur duyarmış.

Hükümdarın yaşamda en çok güvendiği, tek akıl hocası bir Bilge kişiymiş. Günlerden bir gün bu Bilge kişiyle otururken Hükümdar şöyle bir soru sormuş:

“Sen ki göğün gizemine ermiş, bilime yön vermiş bir adamsın. İnsanlar, ister hükümdar denli güçlü, ister savaşçılar denli onurlu olsun, ayağına kapanır ağzından çıkacak bir sözü beklerler. Şimdi senin gibi Bilge bir adamın fikrini merak etmekteyim, benim hükümdarlığım ve servetim hakkında ne düşünüyorsun?”

Bilge bu soru karşısında, Hükümdar’ın gözlerine bakarak şu sözleri söylemiş:

“Diyelim ki hükümdarım, kızgın ve uçsuz bir çöldesiniz. Ölmemek için, size uzatacağım bir bardak suya servetinizin yarısını verir miydiniz?” Hükümdar: “Verirdim tabii.” Bilge kişi: “Zaman geçti diyelim, susuzluğunuz arttı, size uzatacağım bir sonraki bardağa servetinizin öteki yarısını da verir miydiniz?” Hükümdar biraz düşünür ve ardından “Ölmemek için evet” der. Bunun üzerine Bilge kişi gülerek şu sözleri söylemiş:

“Madem öyle, o zaman övünmeyin fazlaca. Çünkü haşmetlim sizin servetiniz yalnızca iki bardak sudur.”

ADI ÜSTÜNDE "GEÇMİŞ"

Sosyal medyada son günlerde en çok beni rahatsız eden konu, hiç birimizin yapamadığı maddi ve manevi çok büyük desteği başaran sevgili Haluk Levent’in geçmişte yaşadığı olumsuz şeylerle vurulmaya çalışılması. Olabilir, başından kötü şeyler geçmiş, hatalar yapmış olabilir. Ama hepsinden beraat etti öyle değil mi? Adalet sistemimiz buna kendi izin verdi. O zaman geçmişi eşelemeye çalışmak niye? O insanın geçtiği yolları, yaşadıklarını bilmeden onun yolunu kınamak niye? Kim tamamen sütten çıkmış ak kaşık? Geçmiş geçmiştir. Adı üstünde “geçmiş” Şu anda neler yapıyor ona bakalım! Onu geçmişiyle yargılayacak olan bizler değiliz. Bir Kızılderili atasözü der ki: "Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan geç. Benim takıldığım taşlara takıl yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git benim gittiğim gibi, ancak o zaman beni yargılayabilirsin." Bazen insanların ne zaman hangi şartlarda kalıp ne yapacağını bilemeyiz. Bazen insanlar hiç yaşamaması gereken şeyleri yaşarlar. Hataların isteyerek yapılmadığını unutmayın. Hatalar bir eylem sonucu ortaya çıkar. Yani bir şeylere ulaşmak, bir şeyleri başarmak için yapılan eylemler esnasında hatalar doğar.

”Her hata iyi bir öğretmendir, yeter ki iyi bir öğrenci olalım” diye bir söz vardır. Bence Haluk Levent artık iyi bir öğrencidir.

KİMSEYİ ÜZMEYELİM

Bazıları sosyal medyada paylaşımlarını göremediğimiz isimleri sayarak, peki bunlar nerde diye soruyorlar. "O kadar para kazanıyorlar yardım etseler ya!" diye yazılar var. Herkes her şeyi sosyal medyadan anons etmek zorunda değildir öyle değil mi? “Yardımları açıktan yapmanız güzeldir. Ama muhtaç olan kimseye gizlice vermeniz, sizin için daha hayırlıdır” der Bakara Suresi 271. Ayet.

Bu arada IMECE usulü yaptıklarımızı tenzi ederek söylüyorum. Orada yaşadığımız ve gördüklerimiz Milletimizin ne olursa olsun nasıl kenetlenebildiğini ve yüreklerinin büyüklüğünü gösterdi.

OYUN TEMELLİ TERAPİ

Geçenlerde sevgili Doğa Rutkay hislerime tercüman oldu. Evet sevgili profesörler kıymetlilerimiz, uyarılarınızı yapıyorsunuz ama bunun bizden daha çok makamlara yapılması lazım. Ben 7/24 deprem paniğiyle yaşamak istemiyorum. Artık asansöre binemez oldum. Çocuklarım var, çocuklarımız var. Her ne kadar onları televizyonlardan ve haber-gazete gibi şeylerden uzak tutmaya çalışsakta kulaklarına geliyor, onlarda korku dolu yaşıyorlar. Deprem korkumuz, ailemiz yakın çevremiz ve dünyayı içerisine alan felaket senaryolarıyla tetikleniyor.

Bu arada uzun yıllardır çocuklarla drama çalışmaları yapan biri olarak deprem bölgesindeki çocuklar için özellikle bu çalışmaların altını çizmek istiyorum. Çocuklarla oyun temelli iletişim kurulması, onların hareketine ortam sağlayan oyunlar oynanması, bu oyunlarda çocukların bedensel duyumsamalarını bilinçli bir şekilde fark etmelerini sağlamak çok önemlidir. Çalışmaların oyunlaştırılarak eğlenceli hale getirilmesi yaşanan olumsuz anıların tetiklenmesini de engeller. Oyun çocukların doğal dilidir. Ve bu travmaların aşılması için en doğal ilaçtır.

BAŞLAMAK ZORUNDAYIZ.

Her ne kadar zor olsa da, kalbimiz acıyor olsa da yavaşca herkes kendi hayatına dönmeye başladı. Başlamak zorundayız. Dizileri ele alın mesela,o setlerde çalışan evine ekmek götüren o kadar çok kişi var ki. Hayat, üzüntüyü kalplerimizde yaşayarak, unutmayarak ve unutturmayarak devam etmeli. O yüzden kimseyi, kimseleri kınamamalıyız.

Bende depremin ertesi günü her şeyi iptal ettim. Verdiğim dersleri,toplantılarımı, seyahatlerimi…Ama bir yerden başlamamız gerekiyor. Evet acımız çok büyük, bende pek çok arkadaşımı, tanıdığım insanı kaybettim. Tanımadıklarımla acıyı paylaştım. Kendi şartlarıma göre hatta birazda şartlarımı zorlayarak elimden geleni yaptım. Tıpkı duyarlı her vatandaşımız gibi. Ama hayat maalesef devam ediyor ve başlamak zorundayız artık. Yapabileceğimiz şeyler varsa yapacağız, hala elimizden geldiği gibi. Ama başlamak zorundayız.

DAYANIŞMA PROJESİ VE MAJİ ART GALLERY

Her zaman yaptığı sosyal sorumluluk projeleriyle gönülleri fetheden Maji Art Gallery sahibesi sevgili Gaye Donay müthiş bir projeyle bizleri buluşturuyor. On günü aşkın zamandır hepimizi derinden sarsan Kahramanmaraş ve Elbistan merkezli iki büyük depremin yarattığı can ve mal kayıplarına karşı herkes elinden geleni hatta fazlasını yapmaya çalışıyor. Ama artık harekete geçme zamanı. Bütün bu acıları tekrar yaşamamak için bir şeyler yapma zamanı.

Bu duygu ve düşüncelerle 18 yıldır türkiye ve dünya karikatürünü birleştiren bir köprü görevini üstlenmiş olan Don Quichotte e-mizah dergisi genel yayın yönetmeni Erdoğan Karayel, dünya karikatürcülerine bir çağrı yaparak yaşanan trajediye çizgileriyle katkıda bulunmalarını istedi.

Bir hafta gibi bir sürede 34 ülkeden 250'yi aşkın karikatür geldi.

Bu bir yarışma değil, dolayısıyla ödül yok, sertifika yok, kokteylli açılış yok..

Ülkemizin önde gelen ve özellikle deprem konusunda uzman olan bilim insanlarını davet ederek olası İstanbul depremine karşı neler yapılabileceğini, ne gibi önlemler alınması gerektiğini sorgulayan bilgilendirici bir panel eşliğinde 50 karikatürlük bir seçki.

Seçkin uzmanların konuşmacı olarak katıldığı panel ve  son derece dramatik işlenmiş"Dayanışma" başlıklı Uluslararası Karikatür Sergisi ve Paneli 25 Şubat 2023 Cumartesi günü İstanbul'da Maji Art Gallery’de gerçekleşecek.

İstanbul ve çevresinde yaşayan, olası depremin kaygılarını taşıyan sorumluluk sahibi herkesi davet ediyorlar.

İstanbul'umuzu sahiplenelim... İstanbul'umuzu depremden koruyalım!..

Üniversitelerin kapatılma olayı hepimizi şok etti. Neden onca oteller varken, yurtlar diye hepimiz şaşırdık. Evet, kısa dönem doğru bir karardı, çünkü ailesini yakınlarını kaybedenler vardı. Ama uzun dönem olarak düşündüğümüzde korkutucu. Düşünsenize 2020’de tıp fakültesine başlamış bir öğrenci Covid nedeniyle kadavra görmeden üçüncü sınıfa geldi. Şimdi deprem nedeniyle yine online. Ve bir kaç yıl sonra doktor olarak mezun olacak. Aslında her meslek için geçerli. 4 yıllık üniversitelerde sadece 1 yıl eğitim görebilecekler yani seneye, o da zombiler falan dünyayı istila etmezse. Ümit ediyorum bu karardan vazgeçilir ve gençlerimiz öğrenimlerine devam eder.

Bu arada Kahramanmaraş'ın Dulkadiroğlu ilçesinde yer alan binada tek bir tabak bile kırılmayan, hiçbir hasar almayan binanın müteahhiti Akın Öncül ve kaçak yapılanmaya müsaade etmediği icin kimsenin ölmediği Hatay’ın Erzin ilçesinin belediye başkanı Ökkeş Elmasoğlu’nu tüm kalbimle alkışlıyorum.

Sevgiyle, ışıkla kalın.