...önceki günden devam GAZETE VE MECMUALARIN DURUMU Kerimî, İstanbul’da yayımlanan gazete ve mecmuaların çok güzel tahlillerini yapar. Her gazete ve mecmuanın muharrir kadrosu, yayın politikası, iktidarla ilişkisi, tirajı hakkında geniş bilgiler sunar. Genel olarak gazetelerin içerik olarak asıl gündem ile ilgilenmediğini, yalan-yanlış haberlerin ağzına kadar dolu olduğundan, halkı uyutacak, yanlış yönlendirecek ve aldatacak tarzda yazdığından bahseder. Düşmanların payitahtın eşiğine kadar geldiği, her yandan kuşatıldığı, barış istemeye Türkleri mecbur eylemeye çalıştığı bir dönemde Türk gazetelerinin, Manastır’ın kaybedildiğini ısrarla saklamakta olduklarını, Selanik’in tekrar elimize geçtiğini, “Muzafferiyat-ı mütevaliye-i Osmaniye” manşetleri atarak halkı kandırmaya çalıştıklarını anlatır. Özellikle cepheden gelen haberleri abartarak, kendi lehimize göstererek ve yalanlarla süslemelerine hükümetten bile yasak geldiğini, bu tarz haberlerin, yayınların had safhada olması sonradan halkın ümitsizliğe düşmesine ve gerilimin artmasına sebep olmakta olduğunu söyler. Kerimî, Türk halkının Avrupa’daki manasıyla matbuatının olmadığını, Ermeni, Rum, Yahudi hatta Arap gazeteleri bile kendi ideallerine, kendi menfaatlerine hizmet ederken Türk gazetelerinin herhangi bir idealinin olmadığını gazetelerinin daha fazla satması ve gazetelerinin kapanmaması için ne lazım gelirse onları yazmaya çalıştıklarını bahseder. Türk gazetelerinde Anadolu’nun vilayetlerinin ahvali hakkında haber bulmanın çok zor olduğunu gazetelerinde Türk siyaseti, Türk ideali, Türk fikri, Türk ahvali hakkında çok az haberlerin olduğunu yahut hiç yer olmadığını özellikle belirtir. Buna karşın Avrupa siyasetinden, en ehemmiyetsiz haberlerin çarşaf çarşaf yer bulabileceğini Bursa’nın köylerinde kışın soğuklarında halkın yakmak için evlerinde odun getirmediğini ormana gidip, ağaçları yakarak ısındıklarını, Kışın kar yağınca Erzurum ve Van vilayetlerinin şehirleri arasında otuz gün posta işlemediğini gazetelerden öğrenmenin mümkün olamayacağını söyler. Bu haberi başka bir şekilde duyulabileceğini ama gazeteler kanalıyla duyulamayacağını söyler. Hükümette kim bulunuyorsa Türk gazetelerinde onların fikirlerinin tervic edildiğini belirtir. Türk gazete ve mecmuaların bir devlete meddahlık ederek, Türkleri kuyruğuna bağlamaya çalıştığını bir devlete yaranmaya çalışırken Türk menfaatlerini savunan bir kamuoyunun olmadığını söyler. Türk Yurdu mecmuasını bahsettiklerinden istisna olduğunu şöyle açıklar: “..Mesela Sabah gazetesi yıllardan beri İngiltere’yi methediyor. Kâmil Paşa zamanında İkdam da İngilizciydi. Şimdi başmuharriri Cevdet Bey, Viyana’da ve Almanları övmeye başladı. Tanin Fransızları methediyor. Yeri ve zamanı gelince Ruslara da çanak tutar. Tercüman-ı Hakikat, Tasvir-i Efkâr sürekli Arnavut, Kürt, Arap “kavm-i necip” lerinden ve bunların hilafet-i muazzamaya olan sıkı “merbutiyet”inden bahisle biçare Türk kavmini iğfal edip dururlar. Sebilürrşat filan gibi mecmualar ise göklerde uçarlar. Onlar nazarında “Türk menfaati” şeklindeki sözler ihanettir, “İslam menfaati” demelidir. Türk’ün kaygısıyla kaygılanan, sadece iki haftada bir çıkan Türk Yurdu mecmuasıdır.” (s.297) Yazar, Türk gazete ve mecmuaların baskı altında olduğunu, başka milletlere ait olanların daha muhtevasının geniş olduğunu, Türkiye’nin sorunlarının tartışılamadığını ve dogma halinde kaldığını şöyle açıklar: ” Şunu da söyleyeyim ki, İstanbul’da siyasî, içtimaî, dinî ve ahlak hatta ebedî cihetlerden en ziyade baskı altında bulunan gazete ve mecmualar Türklere ait olanlardır. Diğer dillerdeki ve başka milletlere mensup matbuat hiç şüphesiz Türklerinkinden daha hür, muhtevaları ve muhakemeleri daha geniş ve canlıdır. Bunun sebebi çok açık. Türk halkındaki fikri seviyenin düşüklüğü ve hükümetin asıl Türk halkına baskı yapmaktan ve cebretmekten çekinmemesidir. Meselâ Türk gazetelerinde alfabenin ıslahı hakkında yazmaya başladılar mı, ulemadan veya cüheladan biri şeyhülislama müracaat etmekte ve “Aman efendim, ehl-i İslâm arasına tefrika sokuyorlar. Hurufat-ı Arabiyeyi kaldırmak dine karşı bir cinayettir. Bu hususta icap eden tedbirleri alınız yoksa ahali galeyan eder.” diyor. Tesettür meselesi gündeme geldiğinde de aynısı oluyor. Resim, müzik meselesinde de durum aynı. Tasfiye-i lisan meselesi de böyle. Medreselerin ıslahı, mektep programlarının düzensizliği, hülasa hepsi buna benziyor. Diğer konularda da dahiliye nezaretine, hariciye veya mezahip ve adliye nezaretlerine veya meşihata müracaat ediyorlar ve “Ahaliye fena tesir edecek” diye bahsi hemen kapattırıyorlar. Böyle “efkâr-ı umumiyeyi galeyana getirecek, örf, âdât-ı İslâmiye ve anane-i milliye muvafık olmayan ahvali” yazmamaları için gazete idareleri uyarlıyor. Bu uyarı ise burada kat’i bir kanundur. Fakat Hristiyan ve ecnebi gazetelerine hükümet böyle muamele edemiyor. Bu sebeple Türk gazetelerine baskı, diğerlerine göre çok fazladır. Siyasî haberler ve fikirler hususunda da durum aynı. Hristiyan ve ecnebi gazeteleri siyasî haberleri ve fikirleri açıkça ve önceden yazıyorlar. Türk gazeteleri ise çoğunlukla onlardan alarak bu haberleri ertesi gün yazabiliyorlar.”(s.238-239) SAVAŞIN DİNEMOSU OLAN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI Savaşta halkın milli bilincini yükseltmek, savaştaki yaralı ve hastaların tedavisine yardımcı olmak, cepheye gönüllü asker sevkiyatına yardım etmek, Balkanlardan gelen muhacirlerin sıkıntılarına yardım etmek, bütün bunları aşmak için gerekli finansmanı sağlamaya çalışmak amacıyla birçok kurum ve kuruluşlar hükümete yardımcı olmuştur. Eserde Hilal-i Ahmer Cemiyeti, Türk Ocağı ve Müdafaa-i Milliye cemiyetlerinin yaptığı hizmetlerden bahseder. Yazar, Türk Ocağı ve Müdafaa-i Milliye’nin etkinliklerine katılarak yakından müşahede fırsatı bulur. Türk Ocağı’nın nizamnamesine uygun olarak çeşitli toplantılar, konferanslar yapıldığını Darülfünun müdürü Sami Bey, Akçuraoğlu Yusuf Bey, Ünlü hatip ve yazar Hamdullah Suphi(Tanrıöver), Ağayef Ahmet, Selim Sırrı, Doktor Akil Muhtar, Kazım Nami Bey gibi aydınların konferansına iştirak edip, sohbetlerde bulunduğunu, Şair Mehmet Emin (Yurdakul), Şair Celal Sahir(Erozan) ‘ın burada şiirler okuduğunu belirtir. Kerimî, Müdafaa-i Milliye’nin düzenlemiş olduğu konferanslara değinir. Yusuf Akçura’nın vermiş olduğu bir konferansından bahsederken çok önemli bir tespitini bizlere anlatır. Bu tespit aradan 96 yıl geçmesine rağmen hâlâ geçerliliğini koruyor. Çok uzun bir dönem de koruyacak gibi görünüyor. Akçura şöyle konuşur: “Günümüzde savaş sadece iki ordu arasında değil, iki millet arasında ve iki milletin tacirleri, muallimleri, mektepleri, talebeleri, kadınları, fikirleri, at ve arabaları, yolları, sabanları arasında olmaktadır. Bunların hepsi de, maatteessüf, bizde, düşmanlarımıza nispetle zayıf ve kötüdür. Bu yüzden yenildik. Şayet bunlara ehemmiyet vermezsek, bunları düzeltmek için köylere dağılıp halka yardım etmezsek yine yeniliriz. Rumeli gibi Anadolu da elimizden gider.” (s.209-210) KADINLAR MİTİNGİ 6 Hilal-i Ahmer hastanesinde görevli Rusyalı dört Müslüman hemşire Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ne kadınlar arasında yardım toplamak, kadınlardan fırkalar teşkil ederek savaşa göndermek, kadınları aydınlatmak, kadınlardan bir heyet göndererek Padişahın savaş bölgesine gitmesini istemek amacıyla bir dizi etkinlik yapmak ister. Bu isteklerini Müdafaa-i Milliye Cemiyeti kabul eder. Ayasofya Camii’nde kadınlara yönelik bir vaaz verilir. Darülfünunda kadınlara yönelik bir toplantı daha doğrusu miting tertip edilir. Yazar, bu mitingin içeriği hakkında geniş izahatlı bilgiler verir. Tamamı kadın olmak üzere binlerce vatansever kadın bu etkinliğe katılır. Gazi Muhtar Paşa’nın hanımı Prenses Nimet Hanım açılış konuşması yaptıktan sonra Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye, Petersburg’daki yüksek mekteplerden riyazet fakültesi talebelerinden, Hilal-i Ahmer’de görev yapan Gülsüm Kemalova Hanım, Fehime Nüzhet Hanım, İdadi Kız Mektebinin Müdiresi Nakiye Hanım ve son olarak da Halide Edip(Adıvar) kürsüde duygu yüklü milli bilinci zirveye tırmandıran konuşmalar yapar. Daha sonra müzakereler yapılarak şu kararlar alınır: 1. Türk kadınları adına savaş meydanındaki askere telgraf çekilecek. 2. Hindistan, Mısır, Fas, Tunus ve diğer yerlerdeki Müslüman kadınlarını Rumeli’nde Balkanlılar tarafından işlenen cinayet ve zulümlere karşı izhar-ı nefret ve müdafaa-i milliye ianesi iştirake davet eden telgraflar çekilecek. 3. Avrupa kraliçelerine telgraf çekilerek Balkanlıların Müslümanlara yaptığı cebir ve zulümler protesto edilecek ve bu zulümlerin önlenmesi için yardımlar istenecek. Bu kararlar alındıktan sonra yardım toplanmaya başlanır. Kadınlar küpe, bilezik, yüzük, kolye, saat, para ve kıymetli eşyalarını burada bir kutuya koyar. Bu değerli eşyalar paraya çevrilir. Daha sonra Müdafaa-i Milliye merkezine teslim edilir. Burada Hilal-i Ahmer Başkanı Besim Ömer Paşa Petersburg’dan bir Müslüman kızının gönderdiği bileziği toplantıya katılanlara gösterir. Burada satır arasında ilginç bir bilgi aktarır yazar. Orsk şehrinde Trablusgarp Savaşı’nda Müslüman bir kadın Türklerin yenilgisine duyduğu üzüntüden intihar ettiğini söyler. 6 Bu konuyla ilgili geniş bilgi sahibi olmak isteyenlerin, şu kaynaktan istifade edebileceklerini düşünüyorum. Şefika Kurnaz, “Balkan Savaşlarında Kadınlarımızın Konuşmaları” I.baskı, 1993, 86 sayfa, İstanbul, MEB Yayınevi devamı yarın...