Gündem maddeleri hızla birbirini kovalarken birçok önemli konular, sırası gelmeden tarihin çöplüğüne düşüyor. ABD'nin eski dışişleri bakanı Baker başkanlığında Irak Çalışma Grubu'nun hazırladığı rapor, gündeme bomba gibi düştü. Bu rapor ABD ve Bush yönetiminin itibarını da bir bakıma sorgulamaktaydı. Ancak rapor, gerçek demokrasinin bir nimeti olarak yönetimi suçlama pahasına, "zararın neresinden dönülürse kârdır" mesajını verdi. Daha fazla ABD askeri ölmesin, daha çok milyar dolarlar heba olmasın için yönetime "tükürdüğünü yalamaktan başka çaren yok" dendi. Raporun yayınlanmasından bir müddet sonra Saddam'ın idamı ile eziklik ve prestij kaybı bir parça telafi edildi. Yeni kadrolarla yeni politikalara molozlardan temizlenmiş bir alan açıldı. İdam sahnelerindeki ayıplar ise gariban gardiyanların tutuklanması ile örtüldü. Raporda sözü edilen, Irak'a sükûnetin gelmesi için komşu ülkelerin özellikle Suriye ve İran'ın da katkılarının talep edilmesi, bu iki "şer ülke" hakkındaki politikaları kökünden yok saymaktadır. Diğer bazı önerileri de dikkate alan Kuzey Irak'taki yerel yönetimin istihbarat ve güvenlik şefi Mesrur Barzani, Washington Post gazetesinde yayınlanan makalesinde "Kürtler bir defa daha satılmak üzere" diye feryat etti. Birbirinin kuyusunu kazan aşiretlerin liderleri iken bugün cumhurbaşkanlığı dâhil ülkenin en yetkili makamlarına ve fiilen bağımsız bir bölgeye sahip olduğunu düşünen Iraklı Kürt liderlerin âdeta paçaları tutuşmuştur. Cumhurbaşkanı Talabani, önce "raporu reddediyoruz" derken, daha sonra "bu rapor ABD'de kabul görmemiş, önemi kalmamıştır" türünden ihbar-i temennide bulundu, yani arzusunu habermiş gibi bildirdi. Barzani, "Kürtler, bir defa daha satılmak üzere; ABD yönetimi, sözkonusu raporda belirtilen tavsiyeleri dikkate alırsa, Irak Kürtleri komşularının çıkarları uğruna kurban edilecek" derken, aslında daha önce halkının defalarca satıldığını hatırladı ve hatırlattı. Barzani'nin pek hatırlamak istemediği bir gerçeği de düşünmesi lazım. Sevinç gösterileri ile idam edilen Saddam, yıllar önce, adım adım Irak'ın başına, kimlerin, hangi güçlerin desteğini alarak geldi? Suriye'de çoğunluk Sünni iken ülkenin başına bir aşırı Şii'nin geçmesi, Irak'ta ise çoğunluk Şii olduğu halde Sünni kökenli Saddam'ın aşiretiyle birlikte ülkeyi demir yumrukla yıllarca yönetmesi sadece kendi güçleri sayesinde mi oldu yoksa. O zaman Talabani de Irak halkının hür oyları ile cumhurbaşkanı oldu demektir. Tıpkı Karzai'nin Afgan halkının oyları ile Afganistan'ın başına geçmesi gibi! Zayıf bir ülkenin veya halkın mutlaka bir güçlü ülkenin himayesi altında iç ve dış politikasını uygulayabileceği görüşü kesinlikle doğru değildir. Nice zayıf, küçük ülkeler var ki uluslararası dengeleri akıllıca kullanır, kimsenin "malı" olmadan varlığını ve bağımsızlığını sürdürebilirler. Demek ki burada asıl sorun "mal" olmaktır. Başarılı dış politika, öncelikle komşularla iyi geçinmekten, iyi ilişkiler kurmaktan geçer. Okyanus ötesi hesaplar için komşuları aleyhine hareket edenler miadını dolduruncaya kadar bir "mal" gibi işe yararlar. Eğer bir ülke halkı veya lideri kendisini "mal" yerine koyarsa, günü geldiğinde satılmaya hazır olmalıdır. Beslenen ineklerin, etleri için yemlerinin önüne konulduğu gerçeği artık bir komplo teorisi değil. Bir müddet sütü için tutulan inekler de eninde sonunda bıçak altına yatarlar. Irak Kürtlerinin yöneticilerinin bu kadar yaşanan olaydan sonra, "bizi satmayın" derken, teslim oldukları ülkeye verdiği mesajlara bakalım: Aynı makalede Barzani, kendilerinde daha çok sağılacak süt olduğunu ifade etmeye çalışıyor. Halbuki elde tutulan "mal"ın sadece kıymetlenmesi beklenir. Bununla beraber bazı malların değeri düşeceği kaygısıyla bugünden satmak daha akıllıca olabilir. Belirtelim ki asıl tehlike aşiret liderlerinden çok, bu liderlerle bölge dışı güçlerin oyuncağı hale getirilen, oradan oraya sürülen, hesapsızca ateşe atılan Irak Kürtlerine yöneliktir. Saddam'ın idamı hakkında hemen her şey yazıldı söylendi. Bir noktayı da biz hatırlatalım: Şiisiyle, Sünnisiyle, Kürdüyle, Türküyle, en yakın akrabalarına kadar yüzbinlerce kişinin katili durumundaki eski liderin idam sebebi Duceyl olayları üzerine 143 Şiiyi katletmesiydi. Halbuki sadece Halepçe'de 5000 küsur Kürt öldürüldü. Ancak dünyaya ilan edilen idam gerekçelerinde bunu görmüyoruz. Bunlarla ilgili yargılama safhaları oldukça sönük geçti. Profesyonel bir reklam ve propaganda ekibince hazırlanan yargı ve idam süreci ile Irak'ta Şii-Sünni çatışmasına bir tanker daha benzin döküldü. Böylece Irak içinde ve dışında Sünnilerin karizmatik lideri haline getirilen Saddam idam edilirken de Şii liderin ismi haykırıldı ve bu ses bütün dünyaya servis edildi. Bir dakika sonra ölecek kişi zaten canı ile yaptıklarının bedelini ödemektedir. Ancak "Mukteda" diye bağıran ses, Sünnilere "daha geniş terör hareketlerine, bitmeyecek kan davası ölümlerine başlayın" direktifini vermektedir. Belki de böylece Barzani'ye de "merak etme, biz bunları birbirine düşürerek sizi rahat bırakmasını biliriz" teminatı verildi. Şiilerle Sünniler birbirini kırarken Kuzey Irak'taki Kürtlerin huzur ve refah içinde yaşayacağını beklemek büyük gaflettir. Bu dev yangından ne Kerkük ne de Kuzey Irak kolay kolay kurtulamaz. Asıl yangını çıkaranlar bölge dışı güçler olmakla beraber bu ateşte yanmaya hazır kendisini satılık mal olarak gören unsurların da büyük payı vardır. Öncelikle yapılması gereken bu yangının büyümesini önlemektir. Bütün liderler, toplum önderleri buna kafa yormalıdır. Baker raporunda belirtilen komşu ülkelerin, özellikle Suriye ve İran'ın katkısının istenmesi yerinde bir tespittir. Her şeye rağmen Türkiye'ye de büyük görev düşmektedir. Ancak atılacak her adımdan önce kırk kere düşünülmelidir ki yangına su dökerken yanlışlıkla elimize benzin bidonunu almamış olalım.