En uzun sınır komşumuzla diplomatik ilişkileri kesmemizle bölge terör örgütleri fidanlığı haline gelmiş, ABD-İsrail uydusu teröristan doğmuştur. Küresel Siyonizmin asırlık stratejilerinin ürünü yapılanmanın hedeflerinden biri de Türkiye’nin toprak bütünlüğüdür. Şehit cenazeleri dizisi, çok daha kapsamlı programın hesaplı çıktılarıdır. Ne pahasına olursa olsun ülke sınırlarımızı muhafazadaki azim ve kararlılık elbette önemlidir.

Şehitlerimizin kanının yerde kalmaması gereklidir. Ancak daha fazla teröristin yok edilmesiyle, stratejik hedeflerin yerle yeksân edilmesiyle görevin tamamlandığını zannetmek, büyük fotoğrafı görmemek, daha kötü günlere kapı aralamaktır.

Etkisiz hale getirilen teröristler, genellikle Türkiye veya bölge halklarından kiralık katillerdir. Bütün hukuk sistemlerinde kiralık katiller de suçludur, cezalandırılır. Ancak kiralayanları, asıl katilleri hesaba katmamak hakkaniyete aykırı olduğu gibi yeni katliamları da beklemek demektir. Mevcut teröristler olmasa da küresel Siyonizm siyaset, para, silah imkanıyla başkalarını bulabilecektir. Suriye’deki yapılanma için PYD-YPG devleti, Suriye Kürdistanı gibi isimler kullanılırken yıllar önce buraya “teröristan” ismini verdim. Yurt içindeki/dışındaki terör kadrolarında Kürtler, Araplar, Ermeniler yanında öz be öz Türkler de vardır. Bu durum, gerçek katillerin ABD-İsrail organizasyonu Doğu Suriye’deki Pentagon şubesinden olduğunu göstermektedir. 2010’lar boyunca bu yapılanmanın olgunlaşmasında uluslararası hukuk oyunlarının, daha da önemlisi Türkiye’nin yanlışlarının çok iyi analiz edilmesi, gelecekteki huzur ve güvenlik açısından elzemdir.

Şam yönetiminin otoritesini kaybetmesi, terör örgütlerinin tedavüle sürülmesiyle yüzlerce tırlık silahlarla oluşturulan dev askeri yapılanma, İsrail çevresinde Türkiye dahil güçlü devlet bırakmama stratejisinin temelini oluşturmaktadır. Heybedeki büyük turp ise Dedeağaç’tan Girit’e hava-deniz dahil, Türkiye’yi hedef alan uçaklar, gemiler, savaş makinelerinden oluşan dev üslerdir. Siyaset bilimi literatüründeki “Çehov’un tüfeği” gerçeği dikkate alındığında güneyimizde ve batımızdaki milyarlarca dolarlık bu silahlar bir gün kullanılacaktır. Sıra sıra gelen şehit cenazeleri, batımızdaki ölüm makinelerinin de gününü beklediklerine işaret etmektedir.

Hazırlıklara bakıldığında ABD’den Çin’e önemli güçlerin dört nala büyük savaşa koştukları görülmektedir. Bir taraftan gıda stokunu şişiren Çin, diğer taraftan savaş gücünü her aşamada katlayarak büyütmektedir. Ekonomik ve finansal gücüyle etkili aktörlerin sinir sistemine nüfuz eden küresel Siyonizmin, dünyayı yangın yerine çevirdikten sonra muharref kitaplarında va’dedilen düzeni kurma şehvetiyle yanıp tutuştukları açıktır. Bir kesim Gazze soykırımını küresel yangına çevirmek için koşuştururken diğer bir kesim henüz büyük savaş zamanının gelmediğini, erken çıkışın felaketle sonuçlanacağını haykırdıklarını duyar gibiyiz. Orta Doğu’da gittikçe yükselen Biden–Netanyahu sürtüşmesinden çok Pentagon, CIA, MOSSAD dahil ABD ve İsrail’e yön veren merkezlerde Siyonistler ve Siyonist olmayanların, hatta Siyonistler içinde tam zamanı diyenler ile erken hareketin felaket olduğunu savunanların kapışması nüksetmektedir. Hangi zaviyeden bakılırsa Türkiye, bütün stratejilerin merkez halkasındadır.

Arap Baharı veya Medeniyetler İttifakı/Çatışması safsatası ile İslam toplumlarını silkeleme stratejisi, önemli ölçüde başlamış olan büyük yangının (III. Dünya Savaşı’nın) ilk kıvılcımlarıydı. Küresel Siyonizm, Osmanlıyı parçalama ve dünya savaşlarıyla projesinin önemli aşamalarını gerçekleştirmişti. Irak ve Suriye devletleri, Türkiye’yi bölgeden tecrit etme, Baas ideolojisi ile Arap milliyetçiliği üzerinden Müslümanlar arasında çatışma zeminleri oluşturma hedefine yönelikti. Soğuk Savaş sonrası şartlarında Türkiye, başta Suriye ve Irak olmak üzere komşularıyla entegrasyon sürecine girdi. Tarihe gömüldüğü zannedilen Osmanlı başka bir biçimde şekillenmeye başladı. İlginçtir ki “stratejik derinlik” gerçeğini savunanlar, Suriye ve diğer komşularla aramıza duvarlar örüp “değerli yalnızlık” ile böbürlenerek bölgeyi ABD-İsrail-Rusya-İran yağmasına terkettiler ve teröristanlaştırdılar.

Arap Baharının başlangıcında kısa süreliğine Ankara’ya gelerek ÖSO’yu kurmamızı, Şam ile ipleri koparmamızı başaran Beyaz Saray, Pentagon, CIA görevlileri neler vaat ettiler, ne yaptılar? Bu süreçteki aldatılmamız, bütün ayrıntılarıyla ortaya konmalıdır. Zira Türkiye’nin ÖSO’yu kurmasıyla çatışmalar, katliamlar, ilticalar başlamış, yüzlerce terör örgütünün fışkırma zemini ortaya çımıştır. Nihayet CIA-MOSSAD ürünü DEAŞ ile tüy dikilmiş, Pentagon himayesindeki teröristan ortaya çıkmıştır.

Yukarıdaki gerçekler dikkate alındığında şehitlerimizin kanı, sadece Şam’dan halkına bomba yağdıran zalimlerin değil aynı zamanda bir adım sonrasını hesap etmeyen, aldatılmaya âmâde politiların da eseridir. Suriye coğrafyasının büyük kısmını, Rusya ve İran ile birlikte ABD’ye terkederken, “Şam ile diplomatik ilişkileri kesmemiz ilkesel duruştur” safsatasıyla en ilkesiz politika uygulayanlar yanında bunları alkışlayan akademik camianın da bu kanda hissesi vardır. Televizyonlarda “Suriye ile ipleri koparmamız en doğrusu” darken, program arasında “aslında yanlış yapıyorlar ama gerçeği söylersek hem dinlemezler, hem kişisel çıkarlarımız zedelenir” diyen nice uzmanlar gördük. Daha kibarca “hocam, bu kapıdan yüzlerce kişi ekmek yemektedir” dediler.

Yunanistan, yüzme mesafesindeki adalarımıza el koyup kışlalar kurarken sesimizi çıkarmadık. Uluslararası hukuk gereği silahsızlandırılmış adalarımızın ABD ile ortak üsler haline gelmesinin bir adım sonrası görülemiyor. Sanki millet Yunan adalarına, 70 Euro karşılığı giriş vizesiyle haftalık tatil mutluluğunu yaşamaktadır.

Donanmamıza, hava, kara savunma sistemlerimize yenilerinin eklenmesi sevindirici haberlerdir. Fakat Akdeniz’de ve adalarda niçin Münhasır Ekonomik Bölgemizi ilan etmiyoruz da bu alanları fiilen Yunanistan’a bırakıyoruz? Yunanistan’ın ilan ettiği MEB alanlarını tanımamak yetmez, kendi hakkımız olan alanları da ilan etme görevimiz bulunmaktadır. Savunmamız bu kadar güçlendiği halde ABD güneyimizi ve batımızı pervasızca teröristan haline getirirken niçin İncirlik ve Kürecik üslerini gündeme getirmiyoruz? Askeri teknoloji bakımından ABD’ye göbekten bağlı olduğumuz 1970’lerde dahi İncirlik’i kapatma cesareti gösterdiğimizi uluslararası ilişkiler uzmanlarımız niçin hatırlatmıyor? Büyük savaşın yaklaşık yaklaşmadığı tartışılabilir. Ancak haklarımızı her aşamada sadece lafla değil en üst düzeyde fiilen, diplomatik yollarla, gerekirse ekonomik ve İncirlik gibi jeopolitik araçları da kullanılarak savunmak zorundayız.