Bu ay ki konuğumuz Mehmet Selçuk;

Kendileri, yirmi yılı aşkın bir süredir tanıdığım, saygıdeğer resim öğretmenim. Ancak onu bu ay konuğumuz yapan sadece öğrencilerinin ruhlarına dokunan, meslek aşığı, başarılı bir öğretmen oluşu değil. Bir yandan çok yönlülüğü, bir yandan hayata karşı dik duruşu, bir yandan sanatla iç içe yaşamı ve daha birçokları.  Belki de bu hem aklımızı hem ruhumuzu besleyen güzel röportajımızı sizlerle buluşturma isteğimizi şöyle özetleyebiliriz;

Mehmet Selçuk’un evrenin renklerinden; görerek, düşünerek, sorgulayarak, hissederek, kendi yaşam tualine seçtiği renklerden, bizlerin yolculuklarına ilham olacağına inandığımız güzide detaylar.

*     *     *

Mehmet Selçuk kimdir?

1967, Yatağan-Muğla doğumlu, Gazi Üniversitesi Resim-Grafik Ana Sanat Dalı Mezunu, ilk karikatürü 1982’de Gırgır Dergisi’nde yayınlanan ve de 31 yıldır resim öğretmenliği yapan birisidir. Şu an daha hala Denizli’de, resim öğretmenliği görevini sürdürmektedir.

Karikatür ve resim, sizin için ne ifade ediyor, hayatınızdaki yeri nedir?

Karikatür ve resim, kendimi ifade etme tarzım, yaşam biçimim. Aşık gibiyim, onsuz olmuyor. Bir şekilde insan kendi duygu ve düşüncelerini diğer insanlarla paylaşma gereği duyuyor. Sosyalleşmek, bu olsa gerek. Yaklaşık 40 yıldır çiziyorum. Sevdiğim işi yapınca mutlu oluyorum ve genç kalıyorum. 

Söz konusu ilham olduğunda, siz nerelerden besleniyorsunuz?

İlham denilen şey; sizin okuduklarınız, gözlemledikleriniz, çevrenizde olup bitenlere karşı duyarlılığınız, her şeyiniz. Yani, gökten zembille inen bir şey değil. Okuduğunuz bir kitaptaki kahramanın bir hareketi, bir duygusu, bir düşüncesi ya da dışarıda yürürken gördüğünüz herhangi bir olay ya da okulda öğrencilerinizle konuşurken kafanızda çakan bir şimşek, her şey; sizin kâğıdınıza karikatür olarak ya da tualinize resim olarak dönebiliyor. Daha çok, biriktirdiklerinizle ilgili bir şey, ilham. Ne kadar çok biriktirirseniz, gözlem yaparsanız, okursanız; o kadar kâğıda karikatürlerinizi, tuale resimlerinizi aktarabilirsiniz. 

Sanatın ne kadarını hayatınıza aldınız, nelerle aktif olarak ilgileniyorsunuz? Bu kadar hızlı yaşayan bir tüketim toplumunda; sanata, kendi dünyasında yer açmaya çalışanlara ne tavsiye edersiniz?

Sanatın tabi birçok dalıyla ilgileniyorum fakat benim asıl ana damarım karikatür, lisede başlayan bir serüven bu, bir macera. Herhangi bir sanat dalıyla uğraşan bir kimsenin, diğer sanat dallarından da beslenmesi gerekiyor. İnsana bir yetenek verildiği zaman diğer sanat dallarından da insan ister istemez etkileniyor. Bütün sanatlar zaten birbirini besler. Ben karikatürün yanında resim yapıyorum, fotoğraf çekmeye çalışıyorum. Bir de grafik tasarımları yapıyorum; afişleri, logo yapmayı çok seviyorum. 

Bunun yanında görsel sanatların diğer dallarıyla da ilgilenmek istiyorum mesela sinemayı, taklit yapmayı çok seviyorum, üniversite zamanında biraz tiyatroyla ilgilendim. 

Toplumumuzda, sanata duyarlılığının ne kadar olduğu konusunda tereddütlerim olsa da güzel bir ülkem var. Çünkü; Anadolu, Mevlana’yı, Bektaşi’yi, Yunus Emre’yi, Yaşar Kemal’i, Livaneli’yi yetiştirmiş. Yani toprakla beslenecek o kadar güzel unsurlar var ki! Ülkemin bütün sınırlarında, bütün uygarlıkların izlerini görebiliyoruz. Böyle olunca da yetenekli insanların yetişmemesi gibi bir şey olamaz. Ben de bu doğadan, bu iklimden beslenen birisi olarak sanatla uğraşmak isteyen insanlara, öncelikle kendi dünyalarını, kendi ülkelerinin kültürlerini iyi tanımalarını tavsiye ediyorum. Kendi ülkemizin değerlerini tanıyamazsak evrensel boyuta geçmek biraz sıkıntılı olabilir. O yüzden öğrencilerimizin ve de genç arkadaşlarımızın öncelikle kendi ülkelerini, kendilerini tanımak için irdelemelerini isterim. Ondan sonra kendi yetenekleri doğrultusunda zaten ne yapacaklarına karar verirler, ben de öyle yaptım ve de ölünceye kadar da bu güzel “mesleği” / aşkı yapmaya çalışacağım. Umarım okulda da öğrencilerime bu duyguyu veriyorumdur çünkü sanat kültürü verebilirsek öğrencilerimize, insan olma ve vicdanlı olma yolunda çok büyük şeyler öğretmiş olacağız. Düşünmeyi öğretmiş olacağız, amacım bu.

Eski bir öğrenciniz olarak söyleyebilirim ki sizin farkınızı hep hissettik. Belki bu sanatçı kimliğinizin, sanatın içinde yaşamanızın öğretmen kimliğinize de yansımasıydı. Gerek derslerde resim yaparken bir yandan müzik dinletmeniz olsun gerek teneffüslerde ve okul dışında öğrencilerinizle birebir diyalog kurmanız olsun farklılıklarınız söz konusuydu. Müfredata sıkışmış bir öğretmen olmadınız hiç. Siz bunu nasıl yorumluyorsunuz, sizin için öğretmenlik nedir, siz nasıl bir öğretmensiniz ve bu, hedeflediğiniz bir şey miydi?

Senden ve de bütün öğrencilerimden böyle şeyler duymak, beni mutlu ediyor, çok teşekkür ederim. Duygusal bir insanım. Akdenizli, Egeli olmanın verdiği ruhsal yapıdan da kaynaklanıyor olabilir. Bugün böyle bir öğretmen olmama sebep olan etkenlerden en önemlisi, kendi öğretmenlerimin güzelliğidir. Çünkü onların bana davranışı; çok insancıl, çok vicdanlı, bir anne / baba gibiydi. Belki de o dönemin öğretmenleri; daha çok okuyor, gözlemliyor ve öğretmen kimliğine yakışıyorlardı. Sanırım, beni etkileyen öğretmenlerimi taklit ediyorum. Çünkü size nasıl davrandıysam onlar da bana yıllar önce öyle davranmışlardı. Sadece dersi, ders olarak değil; başka şeyler de öğreterek, başka dünyaları açtılar tüm öğrencilerine ve bana. Ben de sizlere aynısını yapıyorum çünkü insan örnek aldığı insanların yolunda gitmek ister. Ben de örnek aldığım öğretmenlerin izinde gidiyorum, sadece onların güzel duruşlarına gönderme yapıyorum. Atatürkçü, devrimci bir öğretmen olarak da atamızın fikirleri ve duyguları çerçevesinde, Atatürkçü, laik Türkiye için uğraşıyorum. Köy Enstitülerinin ruhunu içime sindirerek nüfus ettirerek sizin gibi güzel öğrencilerimi yetiştirmeye devam edeceğim. Öğretmenlik, biraz da bu tavırla giderse öğretmenlik oluyor yoksa çocuklara, “haydi bakalım çocuklar, bugün konumuz natürmort” deyip bir saksıyı bir yere koyup çizdirmek değil. Mesela benim öğrencilerim, Nuri Bilge Ceylan’ı, Ara Güler’i, Can Yücel’i, Atilla İlhan’ı bilir. Sadece ders ve resimle ilgili terimleri bilmezler. Sanırım bu öğretmenin kimliği ile ilgili. Müfredatta sadık kalmadan, başka dünyaları da göstermek için uğraşıyorum umarım başarılı oluyorumdur. 

Âşık olduğunuz birçok şeyden bahsettik ama sanırım bir tanesini atladık; Bilardo. Bu aralar gözlemlediğim kadarıyla karikatür ve bilardo sıklıkla birbiri içinde hayatınızda, biraz bahseder misiniz?

Sanatın yanında spor da benim için çok önemli. Bilardoyu, hareketli satranca benzetiyorum ben; içinde matematik, geometri, fizik ve psikoloji kurallarını barındıran çok güzel bir salon sporu. O da ortaokul döneminde başlayan bir aşk. Biz, o zamanlar, dört top / Amerikan oynuyorduk. Şimdi biraz daha üç bant bilardo dediğimiz -Semih Saygıner’in, Türkiye’de çok sevdirdiği- bir spor dalını yapmaya çalışıyorum aynı zamanda da Denizli bilardo il temsilciliği görevimi sürdürmekteyim. 

Bilardo karikatürleri çizmem, bundan bir 10-12 yıl önceye dayanıyor. Biraz önce neden karikatür çizdiğimle ilgili bir şeyler söylerken gözlem yapmaktan, içinde bulunduğunuz şartlardan bahsetmiştim. Madem bu sporun içindeyim seviyorum ve de yapıyorum, karikatür ve bilardoyu birleştirmeye ve her gün kendiliğinden oluşan gözlemleri, kâğıda dökmeye karar verdim. Bu, bir proje aslında, kitap olacak sonra. Kitap olması da önemli değil aslında. Sergi olur sonra da kitap olur. Her gün oturup saatlerce karikatür çiziyorum sadece bilardo karikatürü çizmiyorum ama bu günlerde yoğunluk bilardo karikatürleri üzerinde. Öğrencilerime de aynı duyguyu vermeye çalışıyorum çünkü okul sporlarına girdi artık bilardo. Nasıl futbol, basketbol maçları, karşılaşmaları yapılıyorsa artık bundan sonra okullar arasında bilardo maçları da yapılacak. Bu, çok büyük bir gelişme; Türkiye’deki eğitim sistemi açısından. 

Öğrencilerimize, sanatın yanında bilardoyu da sevdirmeye gayret edeceğim. Diğer amacım da bu. Bakalım daha neler çıkacak bilardoyla ilgili? Çünkü sınırsız bir dünyası var; sporun ve sanatın, her şey aklımıza gelebilir. 

Benim öğrencilik yıllarımda sizinle sıklıkla sohbet ettiğimiz belli başlı konular vardı; bunlardan biri müzik, biri kitaplar, bir diğeri resim, şiir örneğin. Bugünkü röportajımızda sinema da yine gündeme geldi. Resim ve karikatürü birlikte sayarak, müzik, kitap ve sinema dediğimizde, “bir insanın karakterini şekillendirir, gelişimine katkı sağlar, kendini bulmasına vesile olur” diyebileceğiniz isimler, tavsiyeleriniz var mı? 

Benim hayatımı etkileyen çok sanatçı, grup, değerli insanlar var. Zaman zaman size de okulda, derste dinlettiğim müzisyenler var. Ben onları burada da paylaşmak isterim. Mesela lise yıllarındaki herkesin dünya klasiklerini okumasını tavsiye ediyorum, mutlaka. Çok değerli yazarlarımız ve şairlerimiz var, bunlardan örnek verebilirim; Yaşar Kemal, Sait Faik, Sabahattin Ali, Hasan Ali Toptaş, Cemal Süreya, Can Yücel, Aziz Nesin. Bunlar, benim hayatımı şekillendiren şair ve yazarların başında gelir. 

Sinemadan örnek verecek olsam; çok sevdiğim, eski bir fotoğraf sanatçısı ama şu an çok ünlü bir yönetmen; Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinin hepsini izlemelerini salık veririm. Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Lütfi Akad, Yavuz Turgul, Şerif Gören, Metin Erksan, Memduh Gün, Ömer Kavur ve son dönemin çok sevdiğim, Muğlalı yönetmeni, kardeşim Yüksel Aksu ve ‘Dondurmam Gaymak’ da vereceğim film örneklerinin başında gelir. 

Çok sevdiğim karikatürcü ağabeylerim, bugün karikatür çizmemde önemli rol oynayan üstatlar var; başta Gırgır Dergisi’nin efsane çizeri Oğuz Aral olmak üzere Semih Balcıoğlu, İsmail Gülgeç, Cemal Nadir Güler, Ferruh Doğan, Ali Ulvi Ersoy, Tan Oral, Latif Demirci. 

Müzisyenlere gelince; yine Türk ve Dünya klasik Caz albümleri, klasik müzik dediğimiz senfoniler, dünyaca bilinen gruplardan Pink Floyd, Queen ve ismini sayamadığım birçok grup, klasik müziğin üstadı Chopin, bizden; Fazıl Say, bizim gruplarımızdan Moğollar, ağırlıkla derslerde dinlettiğim Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil, Livaneli, hangisini saysam buraya yetmez ama bunlar ilk aklıma gelenler.

Sizi uzun yılardır tanıyan biri, hayatınıza baktığında; tüm bu bahsettikleriniz daha fazla öne çıkan bir şeyi bilir: kızınız, onunla olan bağınız ve ona düşkünlüğünüz.  Belki bu sebeple, öğrencilerinizin hemen hemen hepsi de kızınızın ismini her daim bilmiştir. O nedenle, kızınız dediğimde, babalık dediğimde bizimle ne paylaşmak istersiniz?

İnsanın anne-baba olması çok güzel bir duygu. Özellikle, babanın bir de kızı varsa; kızıyla olan ilişkisi daha farklı, kızların da babasıyla olan ilişkisi daha farklı. Çok duygusal bir soru, bunun üzerine çok fazla şey yazar ya da çizerim. 

Ben, evlendikten sonra bir çocuğum olacaksa bir kızım olmasını istemiştim hep ve bu isteğim de gerçekleşti.  Doğmadan zaten ismine karar vermiştik; ‘Karya’. Çünkü; ben, Karyalıların yaşadığı, Karya prensesliğinin kurulduğu bir medeniyetin üstünde doğdum. Karya Prensesi Ada gibi çok güzel bir kızım olsun istedim, isteğim de oldu. 

Bugün güzel resimler yapıyorsam, güzel karikatürler çiziyorsam onun da aşkı, güzelliği, bakışları var yaptıklarımda. Aslında çizdiğim tüm karikatürler, tüm renklendirdiğim resimlerim, çektiğim fotoğraflarım, tasarladığım tüm grafik işlerim, kızıma bırakacağım en güzel miras.

Kızımı çok sevdiğimi söylemek istiyorum o kadar. [Duygulanıyor]

Mevlâna, Yunus Emre ve Bektaşi’yi andık ve hayatınıza almayı seçtiğiniz şeylerden bahsederken de hep ‘Aşk’ı kullandınız. Aşk, çok tüketilen, maddeleşen bir şey. Size; mesleğe olan, sanata olan, bu bağrımızdan çıkan değerlerin bahsettiği bu aşk ne ifade ediyor?

Yaşamak bir sanat, bana göre. Belli bir süre için geldiğimiz bu hayatın içini güzel şeylerle doldurmak için ilişkilerimizi aşkla yaparsak, anlamlı ve değerli olur. Tüm ilişkilerimde, hep optimist davranmaya, iyimser olmaya çalıştım. Bunun sonucunda yaptığınız tüm işler, güzellikleri doğuruyor. Mevlana’nın, Şems’e yazdığı mektupların birinde şöyle dizeler var;

“Aşk suskunluğumdu benim

Yangınımdı benim

Aşk vurgunumdu 

Yazımdı, yasağımdı

İtirafımdı, heyecanımdı benim

Tek varlığım ve tek yokluğum

Kazanmadığım ama hep kaybettiğim

Evet buydu aşk.”

Tüm ilişkilerinize bakarsanız aslında kazanıyorsunuz, kaybediyorsunuz, üzülüyorsunuz, seviniyorsunuz ama hep sevgiyle ve özünde aşkla yaptığınız şeyler size olumlu ve güzel olarak dönüyor. Öğrencilerime söylediğim bir başka şey de hep şuydu; Ovidius’un çok guzel bir lafı var:

“Seninle de sensiz de olmuyor”

Yani her şeye uyarlayabilirsiniz bu sözü, tüm ilişkilerinize uyarlayabilirsiniz. Yine bir ozanın dediği gibi:

“Taşı bile seveceksin ki yumuşasın”

İnsanı, hayvanları, doğayı, her şeyi seveceksin. Herhalde ben böyle bir kişi olmaya çalıştım. Belki bu yüzden mutluyum.

İnsan beyni çoğumuzda sol beyin ağırlıklı olarak çalışıyor, eğitim ve yaşayış şekillerimiz ona yönelik olduğu için. Sizin gibi köşemize konuk ettiğimiz hayatlara Işık tutsun istediğimiz konuklarımız ise genellikle sağ beyinlerini, yaratıcılıklarını da aktif ve dengede olarak kullanabilen insanlar. Daha ruhları ile barışık ve daha dengede. Böyle insanların da hayatlarının sol beyin döngüsünden çıkıp bu yöne yönlenmesinde bir şeylerin vesile olduğunu gözlemledik. Sizce sizi bu kadar sanata, renklere, duygulara hayatın bu yönünü de yaşamaya yönlendiren ne oldu?

Biraz önce bir test yaptım ve beynimin sağ kısmının daha çok çalıştığını gördüm yani duygusal olmam, görsel sanatlara ilgim, iyi niyetli olmam, sezgisel güçlerimin olmasını bir kez daha gördüm. Tabi, aslında beni sanata ve bu tür duygulara yönlendiren etkenlerin başında ailem geliyor; Ege insanı çok rahat hareket eder, çok rahat fikirlerini söyler, rahat bir yaşamı sever, duygularını hemen karşısındaki insana iletir. Bir de okuduğum okuldaki öğretmenlerimin katkıları, ben de var olan yeteneğimin ortaya çıkmasına sebep olan insanlar, çevre ilişkilerim, beni etkileyen dostlarım, arkadaşlarım, oynadığım çocuk oyunlarına kadar gördüğüm o güzel manzaralar, Ege insanının doğal durumları, güzellikleri, hepsi; beni, bir şekilde bugün Mehmet Selçuk olmama iten nedenler.

Hayat amacınız üzerine hiç düşündünüz mü? Bir gün hayat bittiğinde böyle biterse anlamlı olur diyebileceğiniz, bir hayat amacınız var mı?

Aslında hayatın anlamı ve hayat amacım üzerine çok sevdiğim bir sözü söylemek isterim. Goethe’nin çok güzel bir sözü var, Yaprak Kitabevi’nde de bu hep asılı kalmıştır:

“İnsan her gün bir parça müzik dinlemeli,

İyi bir şiir okumalı,

Güzel bir tablo görmeli, 

Ve mümkünse birkaç mantıklı cümle söylemelidir.”

Bu; sanırım benim hayat felsefemi, tam olmasa da anlatmış. Aslında tüm doğayı ve canlıları buna ilaveten sevmeli ve en önemlisi de insan sevdiği şeyleri yapmalı.

Ve “hayat, böyle yaşandığında biterse anlamlıdır” diye bir şeyi hiç düşünmedim. Çünkü nasıl biterse bitsin hayatımı zaten güzel ve anlamlı kılmak için sanat ve sporla uğraşıyorum.

RÖPORTAJ: SENEM ANATACA