11 Aralık'ta toplanan Lizbon Zirvesi ile Avrupa Birliği ve Afrika liderleri bir araya gelerek bir bakıma AB'nin ortak dış politika hedefinde önemli bir deneme gerçekleştirdiler. AB liderleri, bu zirvede "çağdaş sömürgeci yöntemleri niçin Afrika'da, Asya'da ve diğer çatışma bölgelerinde uygulamıyoruz, ABD, Rusya ve Çin ile çatışmıyoruz" sorusuna cevap aradı. 14-15 Aralık Zirvesi ile AB tarihinde önemli bir viraj daha geride bırakıldı. Roma Antlaşması'nın 50. yıldönümünü bahar aylarında kutlayan AB, 27 tam üye ve bekleme salonundaki bir sürü geleceği henüz belirsiz ülkelerle birlikte kafa karışıklığından kurtulmaya çalışmaktadır. Türkiye ile ilişkiler bizim açımızdan son derece hayati ve AB üyeleri için önemli bir ayrışma konusu olduğu halde, AB'nin kendi içinde çözüm bekleyen daha bir sürü sorunu bulunmaktadır. Uzlaşılamayan sorunlar, zaman içinde içinden çıkılmaz hale gelecek olsa bile, batı rasyonalizmi içerisinde dayatma konusu yapılmamakta, diğer üyelerin asgari müşterekte buluşabilecekleri kıvamı beklemektedirler. 2002'de başlayan ilk Avrupa Anayasası çalışmaları deneyimi, 2005'de Fransa ve Hollanda referandumları nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bununla beraber, her şeyin sonu gelmediği kabul edilmiştir. Alttan alta sürdürülen temas ve çalışmalar ile son Lizbon Antlaşması'nın AB için bir bakıma 2005'teki fiyaskoyu telafi amacı güttüğünü belirtelim. Bu belge ile Birlik içinde önemli kurumsal yapılanmaya gidilmekte, mevcut yapıda dikkate değer değişiklikler meydana gelmektedir. 1648 Westphalia Barışı ile Papalık despotuna kılıç çeken, bu tarihten beri ulus devlet egemenliğini her fırsatta kutsayan Avrupa, Birlik yolunda ilerlerken, yeni bir Vatikan'a yol açmamak için yoğurdu üfleyerek yemektedir. Kuruluş hedeflerinden biri de ABD'nin dev ekonomisi ile rekabet etmek üzere iç dayanışmaya gitmek olduğu halde hiçbir zaman Avrupa Birleşik Devletleri olmayı hedeflememiştir. Bununla beraber, insan hakları, çevre, güvenlik, sosyal adalet gibi konularda üye ve aday devletleri bağlayan, denetleyen öyle düzenlemeler yapılmış ki federal veya konfederal devleti bırakalım, üniter bir yapının vilayetlerinde farklılıklar gösterebilecek konularda bile bazen ortak, zorunlu politikalar geliştirmiştir. ABD'nin farklı eyaletlerinde idam cezası yasak veya serbest olduğu halde, AB'ne aday ülkelerde dahi bu cezanın yasaklanması bir zorunluluk haline gelmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemin bariz vasfı küreselleşme döneminde AB, ABD ve Çin gibi küresel aktörlerle birlikte çok kutuplu dünyada daha güçlü ve etkili olarak yerini almayı hedeflemektedir. Bu belgeye göre, AB iç entegrasyon yolunda önemli bir karar almıştır: Birliğin bundan sonra seçilmiş bir başkanı olacak ve bu başkan 2.5 yıl görev yapacaktır. Başkanın dışişlerinden sorumlu bir yüksek temsilcisi olacaktır. Yani bundan böyle AB'nin altı aylık, koltuğunu ısıtmadan görevi sona eren bir dönem başkanı değil, 30 ay görev yapan bir lideri ile bu döneme damgasını vuran dışişleri bakanı olacak. AB Konsey Başkanı adıyla görev yapacak olan bu lider, uluslararası alanda AB'yi temsil ederken AB zirvelerinin de programlarını hazırlayacaktır. Günümüzdeki AB Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Javier Solana ise yetkileri artırılarak AB Komisyonu Başkan Yardımcılığı'na getirilecektir. Belirlenen süre, çağdaş demokrasilerdeki 4-8 yıllık diktatörleşme süresinden daha kısa tutulmuştur. Bununla beraber zamanla bu süre daha da uzayabilecektir. Bütün bu kararlar, AB'nin ortak, seçilmiş organ ve görevlilerinin milli devletlerden bir parça daha yetki aldıkları anlamına gelmektedir. Yıllarla ifade edilen bir başkanı ve dışişleri bakanı olan AB, küreselleşme çağında diğer küresel güçlerle rekabet hedeflerini ciddi ciddi tartışırken Türkiye çıkmazı ile yeniden yüzleşiyor. Mevcut sorunların altında zorlanan AB, Türkiye gibi bir üyeyi nasıl hazmedebilecek? Türkiye'nin dışında kaldığı bir AB, nasıl global güç haline gelebilecek? Öte yandan oylama sisteminde yapılan değişikliklerle küçük ülkelerin vetosu ile sistemin kilitlenmesi önlenirken, gerek ülke gerekse nüfus bakımından daha adil ve işleyen bir düzen kurulması hedeflenmiştir. Buna göre birçok alanda karar alınabilmesi için, AB nüfusunun %65'inin katılımıyla yapılacak bir oylamada %55 oy alınması yeterli olacak. 2014'ten itibaren uygulanacak olan bu sistem ile alınan kararları İngiltere ve İrlanda isterse kendi ülkelerinin çıkarlarına aykırı olduğu gerekçesiyle uygulamayabilecek, ancak sistemin işleyişini bloke etmeyecekler. Yine bu zirvede imzalanan, ancak İngiltere ile Polonya'nın uygulamayacakları kabul edilen AB Temel Haklar Şartı'na göre 1 milyon AB vatandaşının imzası ile Konsey'e yasa tasarısı sunulabilecek. Önemli ölçüde 2005'de reddedilen Avrupa Anayasası'nın maddelerini biraz yumuşatarak taşıyan bu belgenin 2005'de kalan taslaktan en önemli farkı bayrak, milli marş gibi sembollere yer vermemesi, yani ulus devleti ürkütmemeye özen göstermesi. Avrupa geleceğini arıyor. Yoğurdu üfleyerek, kılı kırk yararak. Her adımda diğerlerini, karşı görüşleri bir defa daha dinliyor, gelinen aşamaları bir kere daha değerlendiriyor. Kimseye dayatma yok, ancak kimsenin engelini de kabul etmiyor. Bir adım sonrası için yüzlerce araştırmalar yapılmış, kararların getirisi ve götürüsü birçok açıdan tartışılmış. Bizler ne yaptık, ne yapıyoruz, neleri tartışıyoruz? Hangi ihtimallere karşı hangi tedbirlerimiz var? [email protected]