Röportajın ikinci ve son bölümünde dönemin Adalet Bakanı, Avukat İSMAİL MÜFTÜOĞLU ‘28 ŞUBAT SÜRECİ’nin bilinmeyen yönlerini anlatıyor. Oğuz Çetinoğlu: 28 Şubat 1997 gününden sonraki ilk Bakanlar Kurulu toplantısında; ‘Millî Güvenlik Kurulu tavsiye kararlarının tartışılıp tartışılamayacağı konusunda bir karar alınıp, sonra bu kararın gereği yapılsa idi, daha doğru olurdu…’ Şeklindeki görüşü değerlendirir misiniz? Av. İsmail Müftüoğlu: 28 Şubat 1997 tarihli Millî Güvenlik Kurulunda alınan kararlar hukukî değil, bir dayatmanın sonucudur. Aslında MGK’nın almış olduğu kararlar yaptırım gücü olmayan, tavsiye niteliğinde kararlardır. Hükümetler MGK’nın almış olduğu kararları uygulayıp, uygulamamakta serbesttir. Çünkü devleti idâre MGK’nın işi değil, hükümetin işidir. Hükümetler anti demokratik olan kararları dikkate almamalıdır. Nitekim, Necmettin Erbakan da öyle davranmış ve MGK Genel Sekreteri Hava Orgeneral İlhan Kılıç’a bu kararların uygulanamayacağı doğrultusunda açıklamalarda bulunmuş, bu kararların milletin hayrına olmayan kararlar olduğunu dillendirip, durmuştur. Ancak dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den tutun, MGK’na katılan askerî erkâna kadar tamamının bu konudaki baskılarından kendini kurtaramamıştır. Tüm bunlara rağmen, MGK’nda alınan kararların anti demokratik olmaları sebebiyle, bu kararlar hükümet içinde dahi münâzara edilmemiştir. Zira bu kararlar ile siyâsî irâde bağdaşmamaktadır. Kanun yapma yetkisi MGK’na değil, Meclise aittir. 28 Şubat kararlarının muhtevâsına bakıldığında, bu kararların alınmasındaki maksat, kuzuyu yemeyi kafasına koyan kurdun benim suyumu bulandırdı varsayımına benzemektedir. Kararların alınmasının arka planında yatanı, Yahudi Dr. Daniel Pipes makalesinde şöylece yazmaktadır: ‘Erbakan ile asker arasındaki anlaşmazlığın temelinde İsrail konusu yatıyordu. Asıl amaç İsrail’le olan bağları daha da genişletmekti ve Erbakan bunun karşısında en büyük engeldi. Öyle ise Sincan olayı ve 28 Şubat 1997 MGK toplantısı bu asıl amaca varmak için sahnelenmiş bir tiyatroydu.’ Asıl maksat, dıştan gelen tazyiklerin bir nevi MGK’na yansıması ve ülkenin ekonomisini düzelten, dış politikada Amerika ve İsrail kıskacından kurtulmaya çalışan, ekonomisini düze çıkartıp güçlü bütçe yapan, iç-dış borcu azaltan ve ülkesini sömürtmeyen böyle bir hükümeti sıkıştırmaktan ibârettir. Çetinoğlu: 28 Şubat Hârekâtı sebebiyle; TSK millî irâdeye karşı çıktığı için, TBMM de, millî irâdeden daha üstün bir gücün varlığını kabul ettiği için… her iki kurumun mânevî şahsiyetleri yara almış mıdır? Müftüoğlu: 28 Şubat kararları anti demokratik kararlar olduğu için, hükümet tarafından Meclise dahi sevk edilmemiştir. Dolayısıyla Meclise gelmeyen bu kararlardan dolayı Meclis’i sorumlu tutmak asla doğru değildir. Ancak denilebilir ki, hükümetler Meclisin güven oyu ile kurulduğundan, hükümetlere karşı girişilen harekâta karşı Meclisin dur demesi gerekir. Ne var ki, 28 Şubat’ta görünen, Mecliste temsil edilen partilerin bütün müracaatlara rağmen 28 Şubat harekâtına karşı sessiz kalmaları, hatta güvenoyu verdikleri hükümeti yalnız bırakmalarıdır. Bu açıdan yapılan Meclise karşı bir saygısızlıktır. Hatta 28 Şubat öncesi hükümet kurma çalışmaları aşamasında, İsmail Hakkı Karadayı’nın Mustafa Kalemli’ye müracaatla tehditvari talepte bulunması Meclisin üzerine düşen bir gölge olarak algılanabilir, bu tavır da cihet-i askeriye için demokrasi ve hukuk devleti adına menfi puandır. Çetinoğlu: Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, 28 Şubat’ı tasvip etmeyen, demokrat yapılı bir asker olarak biliniyordu. 28 Şubat’tan bir müddet sonra Genel Kurmay Başkanı olunca; ‘28 Şubat süreci sona ermedi. Bin yıl daha devam edecek…’ Demişti. Sebepleri ve sonuçlarıyla bu sözü yorumlar mısınız? Müftüoğlu: Emekli Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun ‘28 Şubat süreci sona ermedi, bin yıl daha devam edecektir.’ Açıklamasını yapması, demokrasiye olan inancının kalmadığını gösterir. Yoksa demokrasiye inanabilen bir insanın böyle bir cümle kurması düşünülemez. Üstelik bu cümle bir nevi millî irâdeye de meydan okuma anlamındadır. 1960-1971-1980 ve 28 Şubat 1997 askerî hareketlerin tamamı, siyâsî erke karşı gösterilen bir tahammülsüzlüktür. Bu da alışılagelen asker devlet anlayışının bir sonucudur. Bu asla doğru değildir. Çünkü asker kadar herkes bu vatanı, bu vatanın toprağını sever. Ülkenin geri kalmışlığının en büyük sebebi, askerî darbeler, muhtıralar ve ihtilallerdir. Dolayısıyla sosyopolitik meseleleri sadece kendi menfaatleri açısından düşünenler, elbette ki 28 Şubat sürecinin bin yıl uzayacağını söyler ve bu sürecin devamından da yana olur. Demokratik hukuk devleti anlayışı bir kültürdür. Silahla, tehditle örtüşmesi düşünülemez. Üzüldüğümüz husus, general seviyesine gelen insanların sâhaları dışına çıkarak, ahkâm kesmeleridir. Medenî ve demokrat olan insanlar, sadece statüleri içinde vazife görenlerdir. Statü dışı alışkanlıklar devam ettiği müddetçe, bundan sonra da 28 Şubata benzer hâdiselere rastlamak mümkün olacaktır. Çetinoğlu: 2010 yılına girdiğimiz şu günlerde süreç devam ediyor mu? Müftüoğlu: 28 Şubat harekâtı Anayasa dışı bir kalkışmadır. Bunun sebebi ülkemizde demokratik müesseselerin oturmamasıdır. Demokratik süreçte herkesin davranışları kanun ölçüsü içerisinde olmalıdır. Kanun dışı süreçlere alışkın olanların önü kesilmedikçe, istikbalde de farklı görüntülü kalkışmalara rastlamak mümkündür. Bunların önüne geçilmesi için yargının tam anlamıyla bağımsız hâle gelmesi ve herkes tarafından korunması gerekir. Bu yapılmadıkça ve yargı siyâsîleştiği müddetçe, diğer Anayasa kuruluşları da tam oturmadıkça, bu nevi kalkışmaların önü kesilemez. Görünen odur ki, bugün dahi TSK ile siyâsîler arasında derinlerde çatışmalar vardır. Bu çatışmalar kamufle edilmeye çalışılsa dahi, zaman zaman su yüzüne çıktığı görülmektedir. Yâni siyasî erk, henüz tam anlamıyla, dolaylı da olsa, tehditlerden arınmamış olduğu müddetçe, süreç aynıyla devam edecektir. Bu husus önlenmedikçe, güçler kendi statüleri sınırları içine çekilmedikçe, yeni kanunî düzenlemeler yapılmadıkça, problemlerin çözümünü beklemek abesle iştigaldir. Çetinoğlu: TSK’nin siyâsî yönetime müdâhil olduğu 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 harekâtının parlamenter demokratik rejim üzerindeki etkilerini tahlil eder misiniz? Müftüoğlu: Her kalkışmanın milletimize verdiği zararlar cümlenin malumudur. Her kalkışma sonrası ülke ekonomisi geri gitmiş, sanayileşme hamleleri durdurulmuş, millî hâsıla ve fert başına düşen miktar da azalmıştır. İşsizlik alabildiğine büyümüş, devlet imkânları maalesef çarçur edilmiş, dış ülkelere avuç açmak mecburiyeti hasıl olmuştur. Siyâsî partiler kapatılarak bir nevi kapalı rejime dönülmüştür. Kanun yapma yetkisi Meclisten alınmış, ihtilalcilerin konseylerine devredilmiş, parti liderleri tutuklanmış, bir nevi astığı astık kestiği kestik anlayışı hâkim olmuştur. Bu ihtilaller sonrası dış itibar sıfırlanmış, Türkiye hesaba alınmaz durumlara düşürülmüştür. Demokratik gelişme durmuş, her şey ihtilalin kudretli paşalarının iki dudağı arasında kalmıştır. İnsan hakları askıya alındığı gibi, binlerce insan hapishanelerde inletilmiştir. Hukuk kaideleri göz ardı edilmiş, keyfilik alabildiğine uygulanmış, millet irâdesi külliyen ortadan kaldırılmış, demokrasi yerine militarizm yerleştirilmiştir. Çetinoğlu: Genel Kurmay Başkanlığı’nın Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanması konusunu değerlendirir misiniz? Uygulama bu yönde olursa, yararları ve zararları neler olabilir? Müftüoğlu: Genelkurmay Başkanlığının Millî Savunma Bakanlığına bağlı olması asıldır. Ne var ki bizim gibi geri kalmış ülkeler askerî güçten çekindikleri için, askerin statüsüne hiç dokunmamışlardır. Demokratik batı ülkelerinin tamamında Genelkurmay Başkanlığı Millî Savunma Bakanlığına bağlıdır. Bizde ise Genelkurmay Başkanlığı Başbakana bağlı değil, Başbakana karşı sorumludur. Ama bu sorumluluğu sorgulayacak makam yoktur. Askerî Mahkemeler Kanunu’nda Genelkurmay Başkanlığını sorgulayacak ve yargılayacak yargı makamları da bulunmamaktadır. Genelkurmay Başkanlığı’nın Millî Savunma Bakanlığı’na bağlı hâle gelmesi yönetimin istikrarı ve selameti için önemlidir. Çünkü bu takdirde konuşacak, hak arayacak, koruyacak olan Millî Savunma Bakanlığı olacaktır. Siyâsî erkle askerî erk arasında hiyerarşik bağlantı sağlanır. Her kafadan ayrı bir ses çıkmaz. Ancak bu uygulamanın dezavantajı da yok değildir. Seçilmişlerin emrine giren bir Genelkurmay Başkanı zamanla siyâsîleşebilir veya siyâsîlerin isteklerine göre harekete mecbur edilebilir. O takdirde tehlike büyüktür. Siyâsî gücü eline geçiren, diğer siyâsîleri susturmak, pusturmak için bu bağlantının imkânlarını rahatlıkla kullanabilir. Bu durumda da demokratik hukuk devletlerinde zelzeleler olur. Çetinoğlu: Son yıllardaki düzenlemelerle Millî Güvenlik Kurulu, demokratik parlamenter sistemle uyumlu çalışacak bir statüye kavuşturuldu mu? Müftüoğlu: Millî Güvenlik Kurulu 1961 Anayasası ile oluşturulmuştur. Bugün de varlığını devam ettirmektedir. Ancak yapılan değişikliklerle Millî Güvenlik Kurulu’nda askerî üye sayısı azaltılmış, siviller çoğunluk kazanmıştır. Ama bütün bunlara rağmen kurulun uyum içinde olduğu söylenemez. Demokrasisi gelişmiş ülkelerde Millî Güvenlik Kurulu’na verilen görevler tahdididir. Bizde ise her işe karışır durumdadır. Sanki siyâsîleri hesaba çeken bir görüntüdedir. Milletimiz bu görüntülerden memnun değildir. Bundan dolayı kurulun yetkileri yeniden ve net biçimde düzenlenmeli ve kurul istisnaî hâle getirilmelidir. Ancak Meclisin muhtemel sapkınlıklarına karşı da, senato mutlaka devreye alınmalıdır. Çetinoğlu: Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararlarının yargı denetimi dışında tutulması hakkında görüşlerinizi alabilir miyim? Müftüoğlu: Anayasamızca, kanunlar önünde bütün kurum ve kişiler eşittir. Yargıda idârî, askerî, sivil denetim kurumları olduğu gibi, YAŞ kararlarının da denetime alınması için gerekli düzenlemelerin yapılması en doğru olanıdır. Çünkü layüsellik Allah’a mahsustur. Onun için YAŞ kararları mutlaka denetime açılmalıdır. Zira muayyen bir disiplin ve eğitim içinde yetiştirilenlerin, kendi pencereleri dışında bir bakış sergilemelerini beklemek mümkün değildir. Dolayısıyla farklı statülerde bulunanların denetimi önemli ve hukukî olanı da budur. Ama bizim uygulamalarımızda maalesef YAŞ kararları tabu halindedir, dokunulamaz. Bunun da hukukî izâhı yoktur. Bu kararlara dokunmak isteyenlere, muhalefet edenlere de iyi gözle bakılmaz. Devre dışı kalmalarını sağlamak için her türlü antidemokratik girişimlere tevessül edilir. Bugüne kadar gördüğümüz uygulamalar maalesef böyledir. Çetinoğlu: ‘Durumdan vazife çıkarmak…’ sözünü ve geçerli olabilmesi şartlarını açıklar mısınız? Müftüoğlu: ‘Durumdan vazife çıkarmak’ demokratik ve hukukî olmayan bir kavramdır. Aslında bugün durumdan vazife çıkarma, yapılan değişikliklerle TSK’nin elinden alınmıştır. Nitekim, 1 Ocak 1984 tarihli ‘Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 4. maddesine göre, bu yetki MİT’e devredilmiştir. Tanzim edilen kanuna göre, MİT iç ve dış tehlike ile ilgili durumları tespit ettikten sonra, durumu hükümete iletir, hükümet aldığı bu raporlara göre lüzum gördüğü tedbirleri alır ve bu tedbirlerin yerine getirilmesi için TSK’ne bildirir. TSK de aldığı emirler çerçevesinde hareket eder. Öyle kendiliğinden durumdan vazife çıkarma devri kapanmıştır. Ama bu değişikliğe rağmen bu kanunlara uyan var mı, ca-i sualdir. Çetinoğlu: Orduyu yıpratmadan hatâlarından arındırmak için nasıl bir yöntem tavsiye edersiniz? Müftüoğlu: Ordu, şahsiyetini yıpratmaması için statüsü dışında herhangi bir çalışma içine girmemelidir. Milletle kaynaşma yollarını pekiştirmeli, halkın içine inmeli ve halkı ile hemhal olmalıdır. Siyâsî yönetimlere engel olmamalı, verilen vazifeler kadar görevini ifa etmelidir. Meselelere yaklaşımı müşfik ve hukuk ölçüleri içinde olmalıdır. Kanunları zorlama ve durumdan vazife çıkarma düşüncelerinden uzaklaşmalı, hatta kanun hakimiyetini sağlamak için öncü olmalı, köstek olmamalıdır. Çetinoğlu: TSK’nin dinimize bakış açısını değerlendirir misiniz? Müftüoğlu: Ordu vatandaşlardan müteşekkil bir kuruluştur. Yâni milletin ta kendisidir. Milletin dînî yaklaşımı neyse, ordunun da yaklaşımı farklı değildir. Av. İSMAİL MÜFTÜOĞLU: İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Çapa Yüksek Öğretmen Okulu mezunudur. 1969 Bağımsızlar Hareketi’nde, Sakarya Bağımsız milletvekili adayı oldu. Millî Nizam Partisi’nin kurucularındandır. Millî Selamet Partisi Genel Başkan Yardımcılığı yaptı. 1973 seçimlerinde Sakarya’dan milletvekili seçildi. 1975-1977 yılları arasında Adalet Bakanlığı görevini üstlendi. Aynı dönemlerde İçişleri Bakanlığına da vekâlet ettim 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında, Cenevre’de akdolunan konferansa, 2 dönem siyâsî müşâhit olarak katıldı. Bir müddet öğretmenlik, uzun yıllar avukatlık yaptı. 1971 yılında Millî Nizam Partisi’nin Anayasa Mahkemesi’nde görülen dâvâlarına avukat olarak katıldı. 1980 ihtilali sonrası Millî Selamet Partisi ve yetkilileri aleyhine açılan dâvâlara da, tamamının vekili olarak katıldı. Millî Gazete, Vakit, Zaman, Cuma… gibi gazete ve dergilerde yazıları yayınlanmıştır. ‘Kıbrıs Barış Harekâtı ve Perde Arkası’ ile ‘Belgeler Konuşuyor Millî Görüşte Kırılma’ isimli iki adet kitabı yayınlanmıştır. İngilizce, az miktarda İtalyanca ve Yunanca bilmekte olan Adâlet Eski Bakanı Av. İsmail Müftüoğlu, hâlen Saadet Partisi Genel İdâre Kurulu üyesi olarak siyâsî faaliyetlerine devam etmektedir.