Araştırmacı Yazar Av. HABİB HÜRMÜZLLÜ Anlatıyor:

KERKÜK PETROLLERİ ve IRAK TÜRKLERİ 


IRAK TÜRKLERİ

Irak Türkleri, Orta Doğu coğrafyasında Türk varlığının simgesidir. Soydaşlarımızın yaşadığı Irak, İstanbul’un fethine kadar, bayraktarlığını yaptığımız İslamiyet’in oluşturduğu medeniyetin merkezi oldu. Osmanlı hâkimiyetinin sona ermesiyle tarih sahnesine konulan Irak, sun’i bir devlet olarak bölgeye de kendi halkına da huzur getirmedi. 

Bu kitapta ele alınan Türk soylu insanlar, değişik kaynaklarda; ‘Irak Türkleri’, ‘Musul Türkleri’, ‘Kerkük Türkleri’ ve ‘el-Cezire Türkleri’ olarak anılıyorlar.  ‘Türkleri’ yerine, aynı anlama gelmek üzere ‘Türkmenleri’ kelimesinin de kullanıldığı görülüyor. Irak Türklerinden Mimar Prof. Dr. Suphi Saatçi; ‘Irak Türkleri’ veya ‘Irak Türkmenleri’ deyimini kullanmanın uygun olacağını ifade etmektedir.  

Irak Türkleri 1918 yılından 2013 yılına kadar 95 yıldır darbe üstüne darbe yiyor. Saddam Hüseyin döneminde yok olmanın eşiğine gelinmişti. ABD’nin işgali ile ‘Kurtuluş ümitleri belirdi…’ derken, daha ağır darbeler inmeye başladı. Bu defaki darbeler, planlı-programlı olarak düzenlenip uygulanıyor. 

Kurtuluş için yapılması gerekenler bellidir. Ancak yönetimde söz sahibi olanların gündeminde Irak Türklerinin kurtuluşu ile ilgili hiçbir hazırlıkları, düşünceleri ve hatta niyetleri yoktur. İnsan hakları adına, beynelmilel hukuk, milletlerarası adalet adına…  yapılması gerekenleri ihtaren bildirecek ve hatta telkin ve tavsiyede, daha da yumuşatarak bir ifâde ile belirtelim, istirham inceliğinde talepte bulunacak, bulunmaya cesâret edecek milletlerarası ve mahallî siyasî otorite de yoktur. 

Açıkçası, Irak Türklerinin işi Allah (cc) Hazretleri’ne kalmıştır. 

Evet! Hepimizin, herkesin işi Cenab-ı Allah’a bağlıdır. Buna rağmen herkes dâvâsına sâhip çıkmalıdır. 

İnançlı insanların ümitsiz olmaya hakları yoktur. Böyledir diye de sessiz sedâsız oturup bekleme lüksümüz de yoktur. 

Mahallî yönetimlere ve beynelmilel güçlere bütün gerçekleri bir defa daha haykırarak anlatmak; hangi millete, hangi kavme, hangi dine ve inanca, hangi mezhebe mensup olurlarsa olsun, insanî değerleri henüz sıfırlanmamış insanların; kaçınamayacakları şeref, haysiyet, insanlık ve inanç borcudur. 

OĞUZ ÇETİNOĞLU

Tarihten Günümüze Irak Türkmenleri: Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2003. Sayfa: 19)




Oğuz Çetinoğlu: Kerkük petrollerinin tarihçesi hakkında lütfedeceğiniz bilgilerle görüşmemize başlayabilir miyiz? 

Av Habib Hürmüzlü: Irak'ta petrol yataklarının var olduğu çağlar öncesinden beri bilinmektedir. Büyük İskender kumandasındaki Yunan ordusu, Kerkük'ten geçerken petrolün izine rastlamıştır. Askerler, kaynağından şehre kadar yola bu maddeyi dökerek gece ateşe vermiş ve alevlerden bir yol çizmişlerdir. 

Kerkük şehrine 15-20 km. yakınlıkta bulunan ‘Babagurgur’ denilen semtte toprağın içinden ve iki küçük derede yerden çıkarak gazlarla birlikte mavimtırak bir renge dönen ateşin çağlar boyunca bir gün bile sönmeden yandığı bilinmektedir.

Çetinoğlu: İngilizlerin bölge ile bağlantısından söz eder misiniz?

Av. Hürmüzlü: İngilizler İmparatorluklarını genişletme ve Akdeniz'e hâkim olma projelerini 19. yüzyılın ilk yarısından sonra uygulama safhasına çıkardılar. O sıralarda Osmanlı Devleti tahtında güçlü ve dış politikayı çok iyi bilen ve lehine kullanabilen Sultan 2. Abdülhamit Han oturuyordu. Osmanlı toprakları dünyanın en büyük petrol rezervlerine sâhip idi. Bu yüzden hem İngilizlerin, hem de Almanların asıl hedefi Musul vilayetini ele geçirip bu büyük servetin üzerine konmaktı.  .  

Çetinoğlu: Osmanlı Devleti’nin tutumu ne oldu?

Av. Hürmüzlü: Gerek Almanların Bağdat Demiryolu projesinin, gerekse İngilizlerin demiryolu imtiyazlarının hedefi ‘Sultan Abdülhamit Han tarafından bilinen iki petrol imtiyazından başka bir şey değildi. Sultan Abdülhamit Han 1886 yılında imzalanan demiryolu anlaşmasından üç yıl sonra 6 Şubat 1889 tarihinde tehlikeyi önleyecek tedbirleri aldı ve bir ‘irade-i seniyye / Ferman’ yayınlayarak Musul Petrol Sahâsını ‘Memalik-i Şahane’ yani padişahın özel mülkü olarak ilan etti.

Çetinoğlu: Fermanda neler yazılı idi?

Av. Hürmüzlü: Musul Vilayeti dâhilinde bulunan Emlak-ı Mahsuse-i cihanbani Derunun-de kesretle petrol gaz ma'denleri zuhur etmekde olmasına mebni umum Musul Vilayeti dahilinde gerek emlak-i seniyye derununde ve gerek sair cihetlerde petrol gazı ma'deni taharrisi ve işletmesi imtiyazının münhasıran Hazine-i Hasse-i Şahane namına verilerek ale'l- usul icab eden ferman-ı alinin tasdir ve itası Hazine-i Hassa Nazaret-i Celilesinin tezkere-i ma'ruzası üzerine şerefsadır olan irade-i seniyye-i cenab-ı padişahı iktizayı âlisinden bulunmuş olmağla ol-babda emr-ü ferman hazret-i veliyyül-emrindir.

Bu fermanın yayınlanmasından yaklaşık 9 yıl sonra aynı mealde ve bu sefer Bağdat bölgesini kapsayan bir ferman yayınlanmıştır.

Iraklı Dr. Fadıl Hüseyn ‘Musul Sorunu’ isimli doktora tezinde, Sultan Abdulhamit Han’ın bu mülkler karşılığında Osmanlı devlet hazinesine belirli bir miktar para ödemiş olduğunu beyan etmektedir.

İkinci Meşrutiyet’ten sonra 1908'de 2. Abdülhamid Han’ın Musul vilayetindeki toprakları Hazine-i Hasse'den Ticaret ve Ziraat Bakanlığına devredildi.

 Çetinoğlu: Kerkük petrolleri ile ilgili imtiyaz kime aitti?

Av. Hürmüzlü: Kerkük petrollerinin imtiyazı Osmanlı Devleti tarafından Muharrem Hicrî 1049’da, Miladî  1640  yılında çıkan ferman gereğince Kerkük'ün tanınmış Türkmen ailelerinden Neftçi ailesine verilmiştir. Bu imtiyaza dâhil petrol sahaları fermanda açıkça belirtilmiştir. 

Hicrî 1196, Miladî 1787 yılında Neftçi ailesinin başvurusu üzerine bu ailenin Kerkük petrollerindeki haklarını teyit eden ikinci bir ferman çıkmıştır. Neftçi-zâde Nâzım Beg, Osmanlı Meclis-i Mebusan (Millet Meclisi) üyesi ve Cemiyet-i Akvam'ın 30 Eylül 1924 tarihli kararı gereğince Musul meselesini araştırmak üzere kurulan komisyonda uzman olarak çalışıyordu.  Neftçi-zade Nâzım Beg, T.C Başbakanlığına 30.10.1927 tarihinde bir dilekçe sundu. Dilekçede, Kerkük'ün kuzeyinde bulunan ‘Baba gurgur’ adıyla bilinen mevkideki petrol mâdenini içeren arazinin Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar, İngiliz ve Irak hükümetleri zamanında ailesinin tasarruf ve idaresinde olduğunu; ancak Irak Hükümetinden petrol arama ve çıkarma imtiyazını alan Turkish Petrolyum şirketinin kendi mülkleri olan arazide sondaj yapmaya başladığını ve böylece meşru haklarına taarruz edildiğini beyan ederek, 4. Murat Han ve 1. Abdülhamit Han zamanında dedelerine verilmiş olan fermanların tasdikli suretlerinin kendisine verilmesini istemiştir. 

Başbakanlık Evrak İdaresi Başkanlığı'nın dilekçe üzerinde verilen notta 4. Murat Han zamanına ait ferman kaydının bulunamadığını; ancak 1. Abdülhamit Han zamanında Rebiu-I Evvel 1196 tarihli fermanın mevcut olduğu belirtilmiş ve bu şekilde dilekçe sahibi Nazım Beg Neftçi'ye 1196 tarihli fermanın tasdikli bir sureti verilmiştir. 

Çetinoğlu: İngilizler nasıl bir taktik uyguladılar?

Av. Hürmüzlü: İngilizler, Irak'ın Kuzeyindeki Türkmen bölgelerini Türkiye'den koparıp kendi egemenlikleri altında olan Irak'a verilmesi için her yola başvurup ellerinden geleni yapmışlardır. Lozan Barış Konferansı'nda Musul meselesi ele alındığında, İngiltere heyetinin başkanı Lord Curzon Irak Türklerinin, Türkiye Türkleriyle etnik bazda bir ırktan gelmediğini savunmuş ve Irak Türklerinin sayısını az göstermeye çalışmıştı. Sonuçta 5 Haziran 1926 tarihinde Türkiye, İngiltere ve Irak arasında imzalanan ‘İyi Komşuluk ve Sınır Anlaşması’ gereğince, Kerkük bölgesini de içine alan Musul vilayetinin Irak'a bırakılması hususunda İngilizler başarılı olmuştur. İngilizler Irak'ı işgal edip orada manda rejimini kurdukları ilk günden itibaren Irak Türklerine (Türkmenlere) karşı hasmane davranmış, onları asimile etmeye ve yıldırmaya çalışmıştır. Musul vilayetinin akıbeti daha sonuçlanmadan İngilizler, kurmuş oldukları Livi (Tiyari) kuvvetleri eliyle, 1924 yılının 4 Mayıs'ında Kerkük'te korkunç bir katliam işlemişlerdir. Bu katliamın maksadı Türkmenleri sindirmek ve millî şuuru zayıflatmak idi. O dönemde -şimdi de olduğu gibi- milli şuur ve Türklük duyguları dorukta idi. 1920 yılında Irak'ın güneyinde İngilizlere karşı başlatılan direnme hareketinin devamı olan Telafer ayaklanmasını (Tarihte Kaç Kaç hareketi olarak bilinir) bastırmak için Telafer'de işledikleri katliam Türkmenlere karşı uygulanan yıldırma politikasının ikinci perdesi olarak gerçekleşmiştir. Raif Karadağ bu katliamların maksadını şöyle anlatıyor: ‘Musul ve Kerkük'te akıtılan kan, bu iki şehirde mevcut ve dünyanın sayılı petrol rezervlerine sâhip sahaların emniyeti için dökülmüştü.’ İngilizler, Şerif Hüseyin'in oğlu Prens Faysal'ı Irak krallığının tahtına oturttular. Manda rejimi altında bu yolda yapılan halk oylamasında Kerkük vilayetinden ret oyu çıkmıştır. Bütün bu etkenler Türkmenleri İngilizlerin gözünde bir düşman ve istenmeyen halk olarak göstermeye yetmiştir.

1914 yılında İngilizler ‘Turkish Petroluem Company Limited’ (Türk Petrol LTD Şirketi) Şirketini kurdular. 30 Mart 1914 tarihinde bu şirket Kerkük petrollerinin arama ve işletme imtiyazını aldı.

Şirket, 14 Mart 1925 tarihinde Irak Hükümetiyle bir anlaşma imzaladı. Anlaşmaya göre, Irak Hükümeti adı geçen şirket lehine her birinin yüzölçümü 8 mil kare olan 24 petrol sahasında 75 yıl boyunca petrol çıkarma hakkını tanıdı. Bunun yanı sıra aynı genişlikte 24 yedek saha da şirkete tahsis edildi. Türkiye'yi de bu anlaşmaya razı etmek için 5 Haziran 1926'dan geçerli olmak üzere 25 yıl süreyle Bağdat ve Musul vilayetlerinde petrolün kârından % 10 hisse verildi. Şirket sondaj işlerine Kerkük yakınlarında başladı. 14 Ekim 1927 tarihinde 465 metre derinliğine varıldığında petrol yataklarından bol miktarda petrol fışkırmaya başladı. İlk üretim Kerkük'e yakın Babagurgur petrol sahasında gerçekleşti.17-28 Haziran 1929 tarihinde Türk Petrol Şirketi'nin adı değişti ve yeni adı ‘Irak Petrol Şirketi – IPC’ oldu.

Çetinoğlu: Problemi çözmek yerine üstünü örtüp yok farzetmek yoluna gidilmiş. Sonraki gelişmeler hakkında bilgi verebilir misiniz?

Av. Hürmüzlü: Irak petrol şirketi faaliyete geçtikten sonra ihtiyacı olan değişik mesleklerden işçi ve eleman istihdam etmeye başladı. Bu da petrol şirketinde çalışmak üzere Kerkük şehrine bir göç hareketinin başlamasına sebebiyet verdi. Civar köylerden ve Kürt bölgelerinden binlerce işçi Kerkük'e yerleşmeye başladı. İngilizler özellikle Kerkük'te Türkmenleri dışlarken, Kürt ileri gelenlerini kendilerine yaklaştırmaya çalışmışlar ve onlara sempatik davranmışlardır. Ancak, şirkette çalışan Türkmen işçiler yine çoğunlukta olmuştur. İngilizlerin uyguladıkları politika icabı Türkmenler en alt kademelerde ve çoğunlukla vasıfsız işçi olarak çalıştırılıyordu. ‘Staff’ denilen üst düzey elemanların çoğu Hıristiyan olan Ermeni ve Süryanilerden (Asurî) seçilirdi.

Çetinoğlu: İngiliz işgali döneminde bir de Gavurbagı Katliamı olmuştu…

Av. Hürmüzlü: Evet. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hayat pahalılığı had safhaya ulaştı. Petrol şirketi işçileri, aldıkları az ücretle geçinemiyor, ekonomik sıkıntı çekiyorlardı. Çoğunluğu Türkmen olan bu işçiler defalarca şirket sorumlularına ücretlerinde iyileştirme yapılması için müracaatta bulundular. Ancak şirket, işçilerin haklı taleplerine müspet bir cevap vermemekte idi. İşçiler lehlerine kamuoyu oluşturmak maksadıyla isteklerini içeren dilekçelerini gazetelerde yayınlamaya başladılar. Şirket, Kerküklü işçilerin haklı isteklerine karşı çıktı ve onları provokatörlükle suçladı. Irak Hükümeti ise, haklarını talep eden işçilere 'komünist' damgasını vurdu.. Nihayet işçiler Irak tarihinde belki bir ilki gerçekleştirerek 1 Temmuz 1946'da topluca işi bırakıp greve gitmeye mecbur kaldılar.

Çetinoğlu: Greve giden işçilerin taleplerinde aşırılık var mıydı?

Av. Hürmüzlü: Ekonomik ve sosyal seviyelerini düzeltmeye yönelik taleplerde bulunmaktaydılar. Bu talepler; kendilerine sağlıklı konutların temin edilmesi, işsizlik, yaşlılık ve malullüğe karşı sosyal sigorta hakkı tanınması, günlük asgari ücretlerinin arttırılması, işyerine gidiş-dönüş için ulaşım servisi tahsis edilmesi ve işlerine gerekçesiz son verilmemesi gibi isteklerden oluşuyordu. Greve giden işçilerin önemli bir talebi de, hak talep eden ve bu yüzden tutuklanan bazı arkadaşlarının serbest bırakılması idi. Greve katılan işçilerin sayısı 5000'i buluyordu.

İşçiler daha sonra Gavurbagı denilen semtte her akşam toplanıp gösteriler yapmaya başladılar. Polis güçleri, işçilerin greve ön ayak olanlarından bir kısmını tutuklayınca işler daha da karıştı. 12 Temmuz günü akşamı polis güçleri aynı yerde toplanan işçileri kuşattılar. İşçiler dağılmayınca polis güçleri işçileri otomatik silahlarla taramaya başladı. ‘Gavurbagı Katliamı’ adıyla anılan bu olayda bir kadın ve bir çocuk dâhil 20'ye yakın sivil Türkmen vatandaş can verdi ve 100'ün üzerinde Türkmen yaralandı. Türkmenler Gavurbağı katliamıyla Kerkük petrolleri yüzünden ilk şehitlerini vermiş oldular.

DEVAM EDECEK