“Antika konusunda ne kadar bilgiliyiz” başlıklı yazımdan sonra sanat tarihçi ve müzeci dostlarım ile okuyucularımın bazı sorularıyla karşılaştım. Bu yazımda yine aynı konunun ayrıntıları üzerinde durmanın yerinde olacağını düşünüyorum.

II. Dünya Savaşının sona ermesiyle birlikte; özellikle İstanbul başta olmak üzere memleketimizde bir değişim süreci başlamıştır.  İstanbul’dan savaş sırasında Anadolu’nun çeşitli şehirlerine gidenler geri dönmüş, o günlerin moda olan “İstanbul’un taşı toprağı altındır”  sözüne uyanlar göç rüzgârını başlatmışlardı. O dönemde ortaya çıkan inşaat müteahhitleri konakların, köşklerin ve eski evlerin sahiplerinin kapılarını çalarak kat karşılığı onların peş peşe yıkılmalarını başlatmıştır. Böyle olunca da Kadıköy yakası başta olmak üzere Bakırköy, Yeşilköy ve Fatih gibi semtlerde önü alınmaz bir yıkım başlamıştı. Günümüzde betonlaşan Türkiye’nin ilk adımları böyle atılmıştı. Bu arada savaş sonrasında Anadolu’nun bazı zenginleri de İstanbul’a yerleşmeye başlamışlardı. Dolayısıyla şehrin kültürel yapısı ile Anadolu insanının gelenekleri, çelişkileri karşı karşıya gelmişti. Kısacası bir uyum veya uyumsuzluk süreci başlamıştı Yeşilçam da bu konuya hiciv katarak onlarca film çekilmiştir.

Ahşap konutlarda ve köşklerde yaşayanlar bu değişim rüzgarlarına uyarak şehir içerisinde, o günlerin modası olan, hemen hepsi birbirinin eşi salon-salomanjeli, cepheleri rengarenk  betebeli  apartman dairelerine taşınarak modern olduklarını sanmışlardır!..

Köşklerden apartman dairelerine taşınmalar beraberinde antika sorununu da getirmiştir. Köşklere özgü klasik, Neo-klasik, Rönesans, Ampir, Art- Nouveau, Barok, Rokoko ve XIX. Yüzyıl mobilyaları başta olmak üzere, yağlı boya tablolar, hat örnekleri, aynalar, çerçeveler, Çanakkale seramikleri, cam eserler, Bohemya camları, porselenler, meıssen porselenleri, vazolar, lambalar, mangallar, çini sobalar, kuzineler, hamam tasları, çini eserler, halılar, ipek seccadeler yeni yapılara sığmayınca satılmak zorunda kalınmıştır. Bu arada toplumda esen Amerikan özentisi de onlara katılınca İstanbul’da Çukurcuma’da ve Horhor’da antikacı dükkânları açılmış, sonradan onlara Mecidiyeköy’deki antika sitesi eklenmiştir.  İstanbul’daki soylu aileler modernleşme çabası içerisinde atalarından kalan eserleri yok pahasına elden çıkarırken, şehrin yeni aileleri de antikaları toplayarak kendilerince sözüm ona bir geçmiş yaratmak istemişlerdi. Bu arada çeşitli kuruluşlar belirli zamanlarda müzayedeler düzenleyerek şu veya bu şekilde ele geçirdikleri antikaları meraklılarına satmaya başlamışlardır. O yıllarda betonlaşan şehirdeki eski yapılardan çok sayıda eser piyasaya saçılmıştır. 

Günümüze geldiğimizde betonlaşan şehirlerde eskinin sivil mimari örnekleri ve aileleri kalmayanca, antika piyasası duraklama dönemine girmiştir. Yine de antikacı dükkânlarında eskiden kalma eserlerin satışı veya müzayedeleri yapılıyor; ancak artık yıkılacak eski yapı ve geçmişine sadık aileler kalmayınca, piyasaya eskisi kadar antika gelmez olmuş, gelenlerin de fiyatları yükselmiştir.

Bütün bu değişim çalkantısı içerisinde bazen müzeler, bazen koleksiyonerler ve bazı meraklılar bu eserleri toplayarak yok olmalarını sağlamışlardır.