Aralarındaki ihtilafı o kadar ileri götürmüşlerdir ki, muhtelif fırkalara bölünmüşler, yetmiş fırka oldukları söylenmiştir.

 

Bu görüşte olupta ihtilâfa düşmüş bu fırkaların en büyük ikisi İsnâaşeriye ve İsmâiliye fırkalarıdır:

 

İSNAAŞERİYE (Oniki imamı kabul edenler):

 

Bu fırkaya İmâmiye Fırkası da denilir. Onlar İmmet'in yalnız Hz. Fatıma'nın oğlu Hüseyin soyundan gelenlere münhasır olduğunu ileri sürerler. Onlara göre imamet, sadece oniki kişiye münhasırdır. Bu imamlara ayrıca Vâsî de denilir. Çünkü bunlar herbiri kendisinden sonra gelecek imamı tavsiye ederek tâyin etmiştir. Esâsen bunların onikisi de Peygamber salla'llâhu aleyhi ve sellem tarafından tâyin edilmiştir.

 

Bu oniki imam şunlardır:

 

1- Ali b.Ebî Tâlip

 

2- Hasan b.Ali

 

3- Hüseyin b.Ali

 

4- Ali Zeynelâbidin b.Hüseyin

 

5- Muhammed Bakır

 

6- Cafer-i Sâdık b.Muhammed Bakır

 

7- Musa Kazım b.Cafer

 

8- Ali Rıza

 

9- Muhammed Cevad

 

10- Alî el-Hedî

 

11- Hasan el-Askerî

 

12-  Muhammed b.Hasan el-Askerî

 

Bu mezhebin mensuplarına göre Onikinci imam Muhammed  b.el-Askerî, Samrra'daki babasının evinde ve annesinin gözüönünde serdab (mahzen)'a girip bir daha dönmemiştir. Hâlâ dönmesi beklenmektedir. Yâni onun Mehdiy-i Muntazar (beklenen mehdî) olduğuna inanılmaktadır. Fakat pek çok mes'elede olduğu gibi bu fırka mensupları Onikinci İmam'ın gizlendiği ve kaybolduğu zamanki yaşında da ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı imam kaybolduğunda 4 yaşındaydı derken, diğer bir kısmı, 8 yaşında olduğunu iddia etmişlerdir. Bir kısmı, O'nun bu yaşta imam'ın bilmesi gerekli şeyleri bildirecek derecede âlim, o'na itaatin vâcip olduğunu söylemişse  de, diğer grup bu konuda hüküm vermek kaybolan imam'ın mezhep âlimlerinindir, demişlerdir.

 

Günümüzdeki İsnâaşeriye'nin kabul ettiği görüş de, bu son görüştür. İsnâaşeriye fırkasına mensup olanların sayıları İran ve Irak'da çok fazladır, Pakistan, Hindistan ve Kuzey Afrika'da da bu mezhebe bağlı olanlar vardır. İsnâaşeriye mezhebinin fıkhı Caferî fıkhıdır. İleriki bölümlerde  bu hususta açıklayıcı bilgiler verilecektir.

 

İsnâaşeriye, diğer imâmiye fırkaları gibi imâmet hususunda kudsiyeti, Nebî salla'llâhu aleyhi ve sellem'in vasiyetinden alınmış mukaddes bir sultan'ın mevcudiyetini zarûrî görür. İmam'ın velâyeti ümmetin işi olup, ancak vesâyet ile tahakkuk eder. İmam'ın bütün tasarrufları, bu vesâyetin sahibinden doğmaktadır ki, onun sahibi de  Hz. Peygamber  (S.A.V.)'dir.

 

Buna nazaran, İmâmiye, kanun vazetme (teşrî) noktasında imam'ın otoritesi için şu görüşü ileri sürer. Gerçekten imam kanun koyma (teşrî)'de tam bir yetkiye sahiptir. Aynı zamanda onun bütün dedikleri şerîat'dandır. Bu sebeble ondan şeriata aykırı şeylerin sadır olmasına imkân ve ihtimâl yoktur.

 

-Peygamberimiz imamlara-ki bunlar vâsilerdir-şerîat'ın sırlarını emânet etmiştir. Bunlardan bir kısmını açıklamıştır, açıklanması icap eden sırları bizzat açıklamış, kendisinden sonraki günlerin açıklanmasını zarûri kılacağı sırları da açıklasınlar, diye vâsilerine bırakmıştır. Bu açıklama keyfiyeti de Resûlüllah'ın onlara tevdi ettiği bir emanet vasıtasıyla olur.

 

-Vâsilerin söyledikleri mutlak şer'i İslâm'dır, kanundur. Çünkü bu, risâlet vazifesini tamamlamak demektir. Bu sebeble onların din hakkındaki sözleri şerîat'dır ve aynı zamanda bizzat Peygamberimizin tevdî ettiği emânet olduğu için de onun sözleri derecesinde kıymet taşır. Ve ayrıca buna bağlı olarak vâsiler Peygamber Efendimiz tarafından ortaya çıkarılmışlar ve yine O'nun kendilerine husûsi  olarak tevdî ettiği şeyleri dile getirmişlerdir.

 

-İmamlar, vâsiler umûmî nass'ları husûsîleştirdikleri gibi, mutlâk nass'ları da mukayyet hale getirebilirler...

 

Kanun vaz'eden, şerîat koyan, şerîatı değiştiren imamı böylesine bir mevkiye yerleştiren, İsnâaşeriye elbette imam'ın, vâsî'nin neticede hata nisyan ve hertürlü günahtan mâsum olduğunu kabul edecekti. Nitekim, öyle de oldu "imam tahirdir (temizdir), kendisine herhangi bir şüphe arız olmayacak bir şekilde temizlenmiştir, dediler. İmam'ın mâsum olduğu hussunda İsnâaşeriye'nin ittifakı vardır. İsnâaşeriye'ye ait kitaplarda da hiç çekinilmeden açıkça ifade edilmiştir.

 

"Şeriat'da ana esasları ikâmet edecek ve hükümleri tatbîk edecek bir imam'ın mevcudiyetinin zarûrî olduğu mes'elesi hem bizim hem de muhaliflerimizin tesbit ettiği bir husustur. Artık bu husus sâbit olduğuna göre İmam'ın da "İSMET" sıfatına sahip olması gereklidir. (Yazarın Notu: İsmet sıfatı ancak peygamberlere mahsus bir sıfattır, peygamberlerden başka hiçbir kimse ne olursa, olsun, bu sıfatla muttasıf değildir.) Çünkü mademki dini ayakta tutacak olan imamdır, imam mâsum olmazsa, imam'ın dinî mes'elelerde hata yapması imkân dahiline girer, halbuki biz, imam'dan herhangi bir hata sadır olduğu zaman bile, dinde ona uymak ve işlerinde ona tâbi olmakla memur bulunmaktayız. Bu durumda bizim apaçık bir tarzda her hangi bir tavır içinde çirkin bir şeyle emredilmemize sebeb olur. Bizim kötü bir şeyin yapılmasını emredilmemiz ifsad edici bir vaz'iyeti doğurur. O halde bize kendisine tâbi olmamızı ve dinde ona uymamızı emreden kimselerin de pek tabiî "İSMET" sıfatına sahip olması zarûrîdir.

 

-Yukarıda kısaca öfkelenerek, zaman zaman içimiz burkularak, tiksinti duyarak okuduğumuz bu görüşlere benzer, ipe sapa gelmez daha pek çok zırvalar...

 

Bu görüşleri çürütmek için uzun uzun reddiye yazmaya da gerek yoktur. Ehl-i Sünnet -Fırka-i Nâciye,- Peygamberin ve O'nun temiz ashab'ının yolunda olanlar-bahsinde kısaca değinilecektir, ama, şimdiden şu kadarla yetinelim:

 

İmam ve Vâsi'nin şahsında fevkalâde büyük ve geniş iddiaların doğruluğu hakkında hiç bir delil yoktur. Aksine mevcut bütün deliller bu görüşlerin tamâmen bâtıl olduğunu göstermektedir.

 

Ayrıca, Hazret-i Muhammed-Mustafa (S.A.V.) Efendimiz şerîat'ın açıklamasını  baştan sona açıklamışlardır. Bu vadide Cenab-ı Hakk "Bugün dininizi ikmâl ettim"(Maide 5/3) buyurmuştur.

 

Şâyet Hazret-i Peygamber her hangi bir şeyi gizlemiş olsaydı, Rabbinin risâletini tam olarak tebliğ etmemiş olurdu ki bu tamâmen muhaldir. Çünkü Hazret-i  Peygamber (S.A.V.) müddet-i Risâletinde nübüvvet ve risâlet vazifesini tam olarak yapmış, tebliğ etmesi gereken tüm hükümleri ümmetine ve ashabına tebliğ etmiştir. Aksini iddia etmek âlemlerin şerefine yaratıldığı âhirzaman Peygamberine büyük bir buhtan olur. Peygamberine iftira hiç bir Müslüman'a yakışmaz...