ALACA SİYASET: SİYASÎ HİKÂYELER
Oğuzhan SAYGILI
önceki günden devam
Bir gün:
- Arkadaşlar, ben gözümle görmedim. ‘gördüm’ diyene de rastlamadım. Pazarlıkta da yoktum. Bir şey söyleyemem dedim. Bir Konya milletvekili: “Ben derim sayın Başkan! Bunlara her yerde satılmış derim. Aksini kendileri ispat etsinler.” demişti. Sonraları, kendi de AP’ye gitti. Ne şartlarda gitti, bilmiyorum.
devam› yar›n...
Bir gün, teşkilat meclisi toplantısında söz alan Isparta il İdare Kurulu üyesi Muammer Songür, şöyle konuşuyordu:
- Ben bir bakkalım. Benim, Allah’a karşı da, insanlara karşı da, tek borcum teraziyi doğru tartmaktadır. Siz de “devlet terazisini doğru tartacağız” dediniz, sizin arkanıza düştük. Isparta’da yüz adamdan yetmişine sor, “AP’liyim” der. Benim gibi bir bakkal AP’li olmuş veya olmamış ne çıkar? Ama bir türlü peşimi bırakmadılar. Evimi taşladılar, çocuğumun üstüne araba sürdüler. Rızkımızla oynamaya kalktılar, olmadı. Ben Demokrat Partiliyim. Acaba, bu milletvekili ağabeylerin başına gelenler, benim başıma gelenlerden daha ağır, daha dayanılmaz şeyler miydi ki, partimizi bırakıp gittiler. Bilmiyorum.
Muammer Songür de bilmiyordu. O da, bilmek istiyordu. Son dönemlerde, Türkiye’deki siyasî ortam, hemen her sınıf ve meslekten insanın meclislere girmesine imkân tanıdı. General, profesör, gazeteci, işçi, köylü, imam, avukat, doktor, mühendis, esnaf, öğretmen her zümreden milletvekili ve senatör vardır. Büyük iş sahipleri, bu işe pek heves etmezler. Onların milletvekili ve senatörlerden ahbapları ve arkadaşları vardır.
Türkiye’de, hemen her sınıf ve meslekten insanlar, siyaset sınavından geçmiştir. “Ben öğretmenken, ben üniversitedeyken, daha hür çalışırdım. İşlerimi vicdan rahatlığı içinde görürdüm. Şimdi kendimi kısıtlamış, büzülmüş hissediyorum.” diye yakınanları bilirim.
Bu siyaset sınavından, hocalar, imamlar da geçti. Hâlâ kan-ter içinde sınav salonunda sırasında bekleyenler vardır. Yukarıda sözünü ettiğim, cümlelerini kafiyeli düşürmeye çalışan, müftülükten gelme, milletvekili arkadaşım bir gün bana geldi: “Sen, bu satılma işini gözümle görmedim.” diyorsun ya, benim başımdan bir iş geçti dedi. Uzun bir süre peşimi bırakmadılar. Bir gün evime birkaç sakallı geldi. Hepsi de tanıdığım, sevdiğim, hürmet ettiğim kimselerdi. Aldılar beni kısaca. ”Bundan şu çıkar, şundan şu çıkar.” diye, lafı döndürüp dolaştırıp benim Demokratik Parti’den istifa etmeme getirdiler. “İstifa et de, AP’ye geçme, o da olur.” dediler. Terazinin bir kefesinde ben, bir kefesinde de bir milyon vardı. İçimden bir muziplik geçti. “Peki, dedim. Ben bu parayı alsam bile, karımla, çocuğumla beraber yiyeceğim. Karımı içeri çağırıp onunda fikrini alalım.” Bizim hanım geldi. Kendisine olup bitenleri anlattım. “Bu parayı alırsam, ekmek edip yer misin?” diye sordum. Bizim hanım: “Ben seninle müftüyken evlendim. Şimdi de kendimi, milletvekili karısı değil, müftü karısı biliyorum. Paraya ihtiyacın varsa, kendini satacağına evi sat.” dedi.
Adamlar da arkalarına baka baka çıkıp gittiler. Müftü efendi sevdiğim bir arkadaştı. Bir gün o da bizi ve davayı bırakıp gitti. Evine gelenlerin söylediği gibi, partimizden ayrıldı ama, AP’ ye girmedi. Belki de o yetiyordu. Ben bunları müftü efendiden dinledim. “Camiden çıkan müftü varken, meyhaneden çıkan Zühtüye” inanacak değildik ya. (s.92-93)
Bozbeyli, 1973 seçimlerinde Demokrat Parti’nin Genel Başkanı olarak girdiği seçimlerde 45 milletvekili kazanır. Parti bunu başarısızlık olarak görür. Herkes bundaki sebepleri irdelediği, 1975’teki kısmi senato seçimlerine laf gelince 73 seçimlerinde kaybeden bir arkadaşı bu konuyla ilgili şunları söyler:
- Valla Sayın Başkan, dedi. Ben bu seçimlerde, yeniden senatör seçilmezsem, benim aile şerefim kaybolur. Bozbeyli, de: “sen aile şerefini, senatör seçildiğin gün kazanmamıştın ki, dedim. Seçimi kaybeden bu kadar insan var. Hiçbirisi sırf bu sebeple aile şerefini kaybetmemiştir.”(s. 98) Bozbeyli, daha sonra bu kişinin Demokratik Parti’den ayrılıp, seçilebileceği bir partiye gittiğini söyler.
DEĞERLENDİRME
Ferruh Bozbeyli’nin aktif siyasette olduğu dönemlere yetişemedim. Dönemi yaşayan kişilerden kendisi hakkında hep iyi şeyler duydum. Çok yakın bir akrabası olan Abdulmüttalip Bulguroğlu’nun bana anlattıklarından yola çıkarak siyasi nüfuzunun zirvede olduğu zamanlarda, öğretmen olan kardeşi öğretmenliğe; Emlak Bankası’nda memur olan kardeşi memurluğuna devam etmiştir. Bunda ne var? Olması gereken değil mi? diyebilirsiniz. Yaşantısında kırık çizgilerin, alnında kara lekelerin, arkasında hiçbir şaibenin olmadığı şahsiyetlere Süheyl Ünver’in dediği gibi “gıpta ile bakmalıyız.” diyorum. Özellikle kitabında satır arası çok ince mesajlar gönderiyor. Dinlemek isteyen kulaklar, anlamak isteyen beyinler, görmek isteyen gözler, bunları ciddiye alması gerekir diye düşünüyorum. Hele de siyasette faal olanlara, kendilerine yol haritası sayılabilecek bu hatıraları özellikle okumalarını tavsiye ediyorum.
[1] Ferruh Bozbeyli, Alaca Siyaset (Siyasî Hikâyeler), 173 sayfa, II. Baskı, 2000, İstanbul, Babıali Kültür Yayıncılığı
Yorumlar