Eskiler “ağlayanın malı gülene hayretmez derler.” Ahlaki değer içeren bu anlamlı söz, vicdan sahibi kişlere manevi bir ölçüdür. Toplumumuzun ahlaki yaşamına çeki düzen vererek, vicdanımızın sesi olarak algıladığımız bu anlamlı sözü, kalben değerlendirdiğimizde de belki gayri ahlaki davranışların engellenmesinde "fren" olarak da görebiliriz. Manidar olan bu söz bizim ortak duygu ve düşüncelerimizin yansımasıdır. Osmanlı döneminde bir mahkûm cellâda verildi mi, elbisesiyle beraber üzerinden çıkan her şey cellâtların olurdu; bu eşyalar toplanır ve yılda bir veya iki defa büyük bir mezatla satılırdı. Elde edilen para cellâtlar arasında taksim edilirdi. Buna “cellât mezadı(pazarı)” denilirdi. Cellât pazarlarında ekseriye çok kıymetli eşya bulunurdu ve sahipleri cellât elinde can verdiklerinden, bir uğursuzluk yorularak hakiki değerlerinden çok ucuza satılırdı. Fakat cellât mezadından bir şey satın almak da her kişinin yapabileceği şey değildi. Bazı devlet adamları, zenginler, cellâdın pençesi yakalarına yapışmadan üzerlerinde bulunan kıymetli kürkleri, yüzükleri, saatleri keselerini çıkartırlar, orada bulunanlara;
-Beni anar, bir Fatiha okursunuz! Diye hediye ederlerdi. Saray mensubundan Kapı Ağası Gazanfer Ağa, Padişah III. Murat üzerindeki sonsuz nüfuzuyla rüşvet yolundan büyük bir servet yapmıştı. O zamanlar İstanbul’da Rüstem Ağa isminde namlı bir saatçi ve kuyumcu vardı. Hakikaten büyük sanatkârdı. Gazanfer Ağa bu zata fevkalade kıymetli elmaslarla bezenmiş bir koyun saati yaptırmıştı. (cep saatinin daha büyüğü, koyunda muhafaza edilen saat), Saatin süslemesinden kullanılacak mücevheri de kendisi vermişti.
Kapı Ağası Gazanfer Ağa cellâda verilince, ağanın meşhur “murassa saati” koynundan çıkmış, cellâdın eline düşmüştü. Cellâtlar, başlı başına bir servet olan bu saat için bir açık artırma yaptılar. Saati cellât pazarından Tırnakçı Hasan Paşa satın almıştı. Az sonra Tırnakçı Paşa da idam olundu, saat yine cellât pazarına düştü. Bu sefer de bu muhteşem saati pek ucuz bir bedel karşılığı Kasım Paşa satın aldı. Bir iki ay geçti geçmedi, Kasım Paşa da cellâda verildi. Saat onun da koynunda çıktı ve üçüncü defa cellât pazarına düştü. Bu sefer de Gazanfer Ağa’nın meşum saatini Sadrazam Derviş Paşa satın aldı ve kardeşi Mehmet Bey’e hediye etti. Mehmet Bey pek genç yaşında, yani tüysüz bir delikanlıyken sadrazamın himayesiyle Eğriboz sancakbeyliğine tayin edildiği için “Civan Bey” diye lakap takılmış ve adı unutulmuştur. Mehmet tertemiz niyetli devletinin ve milletinin malını canı gibi koruyan, gece gündüz halk için çalışan bir kişi olarak tanınırdı. Sen hiç yanlış ve eksik iş yapmaz mısın diyenlere şöyle dediği anlatılırdı:
-Sen kendin yaptığın her işin doğru ve adil olduğuna inanıyorsan Allah senin yanındadır. Her hangi bir kimsenin malını mülkünü ve haklarını ihlal ederseniz biliniz ki; ağlayanın malı gülene hayretmez!
Günlerden bir gün yazar Peçevili İbrahim Efendi, Civan Bey’le Eğriboz’da bey konağının deniz üstüne kurulmuş salaş taraçasında sohbet ediyorlarmış. Söz saatten açılmış. İbrahim Efendi de saat meraklısıymış. Civan Bey koynundan murassa bir saat çıkararak tarihçiye göstermiş. İbrahim Efendi:
-Ömrümde bu kadar güzel saat görmedim! Demiş. Civan Bey de saatin hikâyesini anlatmış. Peçevili elindeki saati hemen bırakarak:
-Böyle uğursuz saati insan düşmanına vermez. Paşa nasıl olmuş da size hediye etmiş! Demiş. Bu söz Civan Bey’e tesir etmiş, istemeye istemeye hemen hançeriyle saatin elmaslarını çıkarmış ve bir çekiçle de çarklarını kırarak denize atmış...
Denizin dibinde saatin parıltısı görülüyormuş. Civan Bey ile İbrahim Efendi taraçada oturuyorlarmış. Saatin denize fırlatılmasından sonra göz açıp kapayıncaya kadar bir atlı gelmiş, Civan Bey’e görevden alındığını tebliğ etmiş, Civan Bey gayri ihtiyari şaşırmış:
-Görevden alınma için hiç bir sebep yoktu! Demiş. Gelen adam:
-Beyim. Beyim! Derviş Paşa idam olundu... Sizin dahi idamınız için ferman çıkıp Bostancıbaşılar’la gönderildi. Sonra sizi sevenler sizin için kefil oldular, ikinci bir fermanla ben gönderildim ve idamınıza memur olanlara yarım saat evvel yetişebildim! Cevabını vermiş.
Bu hikâye şöyle bitiyor: Civan beyin görevden ayrılma fermanını yani ikinci fermanı getiren bu adamın, idam fermanını getirenlere yetiştiği saat ile Civan Bey’in meşum saati çekiçle kırdığı saat aynı zamana denk geliyordu.
Son sözümüzü söylersek; “ağlayanın malını gülene hayır etmez, ama sen doğru olursan hiçbir şeyden korkma.” Çünkü Ahkaf Suresi 13. ayetinde Yüce Allah buyuruyor ki; “Rabbimiz Allah'tı, deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” Helal ve haram bilen her şeyi iyiye yoran; sabır selamet göstererek “Allah rızası” için yaşayan insan herkese merhamet ve şefkat dağıtan insan güzel yaşayacaktır. Onunla beraber olanlarda elbette iyi bir dostluk örneği sergileyeceklerdir. Bu gibi insanların varlığı sayesinde toplum daha da güçlü olacaktır. Herkese iyi ramazanlar.