XIX.ncu yüzyılda Osmanlı ülkesinde başlatılan reformların, Türk Toplumuna da bazı yenilikler getirmekle beraber, Türk ve Müslümanlardan ziyade gayri müslimlerin yararına olduğu ve sonuçta devleti yıkıma götürdüğü tarihi bir hakikattir.(1) 1834-1913 döneminde yapılan reformların Avrupa’nın iç işlerimize müdahelesi ve devletin her yönüyle Avrupalıların nüfuzu altına girmesi arasında sıkı bir ilişki mevcuttur. Her müdahele bir reform projesi, her reform uygulaması bir başka müdahele ve her ikisi de Batı Emperyalizminin Osmanlı Devletine daha fazla nüfuzu sonucunu doğurmuştur. Böylece, devlet ve toplum fasit bir daire içine sokularak günden güne zayıflatılmış, parçalanmış ve nihayet yıkılmıştır.(2) Emperyal işgalcilere karşı Mustafa Kemal’in “geldikleri gibi giderler” diyerek 19 Mayıs 1919’da başlattığı milli mücadele’nin sonunda yeni kurulan Bağımsız TÜRK DEVLETİNİ’nin tapusu olan Lausanne (Lozan) anlaşması imzalanmıştı. Behiç Kılıç “Batılı emperyalistler , ortaçağ sevdalısı irticacılar, etnik bölücüler ve liberal işbirlikçilerin kutsal ittifakı; Lozan’ı ortadan kaldırmak için büyük bir savaşım vermektedirler” diye yazmış.Amaçlarının da “laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetini ortadan kaldırmak” olduğunu belirtmiş. Bunları Türkiye’de yaşıyan herkesin bildiğinden hiç şüphem yok. Atalarımız Türkiye Cumhuriyetini kurarken kimseden icazet almamıştı. Harp Okulu marşında “kanla irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti” şeklinde ifade edilir o günler. Türk milleti oldukça ağır bir bedel ödemiştir emperyal kıskacı kırarken. Onlara maşa olan Yunan işgal orduları İzmir’den Anadolu’nun bağrına doğru bir hancer gibi sokulmuş ama Türk’ün azmi ve vatan sevgisi düşmanı geldiği gibi göndermişti. Peki o milli mücadeleyi yapanlar kimlerdi? Malesef bugün çeşit çeşit alt kimlik-üst kimlik diye ayırmaya çalıştığımız, kendini şu veya bu etnik gruba ait hissettirilmeye çalışılan bu ülkenin halkıydı. Yani büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk denir” sözüyle tanımlanan ve “Ne mutlu Türküm diyene” sözüyle anlamlandırdığı bu halktı. Bu coğrafyayı 1000 yıldır paylaştığımız, sosyal, kültürel, demografik ve ekonomik anlamda içiçe geçtiğimiz 72 milyon insanız.1984’ten beri köy kasaba ilçe basıp yakarak, pusu kurup, sabotajlar yapıp, devletin karakoluna, askerine, polisine silah çekip şehit ederek, bebek, kadın, yaşlı demeden herkesi öldürüp katliam yaparak, şantiyeleri ve okulları yakarak, yatırımları ve turizmi sabote ederek, uyuşturucu ticareti yaparak, yarattıkları terörle milletin huzurunu ve ekonomik dengelerini bozarak ülke kalkınmasını ve düzenin işlemesini engelliyen, ülkeyi kaosa sürükliyen, kan, gözyaşı ve vahşetle dolu acılar yaşatanlar hafızalarımızdan kolay silinmiyecektir. Dialogtan, anaların gözyaşlarının ve acıların dinmesinden, silahların susmasından, daha çok demokrasiden, herkesin sevgiyle kucaklaşmasından bahsederken bu olumsuzlukları kimin yarattığını unutmadan hareket edelim. Yani son günlerde hep konuşulan şu veya bu ilimizdeki anaları ağlatan devlet değildi, PKK'lı teröristlerdi. Buna arka çıkan da mecliste siyaset yaptığını söyliyen DTP’li vekillerdi. Lütfen balık hafızalı olmıyalım. Bu tablodan sonra birileri tarafından dile getirilen “Anayasada iki millet, iki resmi dil, özerk bölge, terörist başına af ve muhatap alınması vs” talepleri neyin ifadesidir, anlamak zor. Her ne kadar bölücü terör 24 senedir sürüyorsa da Türk milletinin ve Türkiye Cumhuriyetinin terörle mücadele azim ve kararlılığında bir zaafiyet veya kaybedilmiş bir şey yoktur. Uluslararası standartlara göre Güvenlik Kuvvetlerinin başarı grafiği dünyaya örnek olacak derecede yüksektir. Yani bizim kaybettiğimiz bir mücadele falan da yoktur. Eline kalem alanlar öyle bilip bilmeden Devlet yenildi gibi saçma sapan laflar etmesin. Etno milliyetçi Kürtçülük hareketi maalesef çoklu standartlı AB-ABD ile komşu ve diğer bazı devletlerden aldığı dış desteği ile bağlantılarını ve konumunu geliştirmiştir. Bugün sahip olduğu bir çok Belediye Başkanlığı, TBMM'de kendini ifade eden bir partisi ve yayın organları ile gerçek gücünden daha fazla sesi çıkmaya başlamıştır. Açılım derken olayı tek bir etnik kimliğe indirmek gibi bir hata yapmıyalım.Elbette başımızı kuma gömmiyeceğiz ama açılım yaparken ülkemizi bölünmeye götürecek bir yanlış yaparak saçılmıyalım. AB kriterleri vs derken zaten bir çok adım atılmıştı. Kürtçe serbest, TRT’den yayın da yapılıyor. Kürdoloji enstitüleri kurulması için imkan sağlanıyor. Bazı belediyeler şimdiden çok dilli oldu bile. Meydanlarda istedikleri gibi konuşuyorlar. Kürçe mevlit de tamam. Tek dil, tek bayrak, tek devlet olmazsa olmaz şartlardır. Coğrafi özerklik akla bile getirilmemelidir, etnik özerklik söz konusu değildir. Terörist başı katile af , anayasada ikinci bir halkın tanımlanması, eğitimde Türkçe dışında başka bir dil kullanılması, idari, mali, adli ve kolluk kuvvetlerinin yerel yönetimlere devri, terör örgütüne yönelik operasyonların durdurulması gibi saçmalıkların söz konusu dahi edilmemesi gerekir. Özcan Yeniçeri'nin yazdığı gibi bazı kendini bilmezlerin; bireysel insan hakları ve demokratikleşme ötesinde arzuları, hayalleri, talepleri olduğu bu kadar açıkken sadece demokratikleşmeden bahsetmenin muazzam bir samimiyetsizlikten başka bir sonuç vermiyeceğini unutmıyalım. Bazı DTP yöneticilerinin resmen terörü öven ve Devletten teslimiyet bekliyen çağrıları Türk milletinin sabrını zorlamaktadır. Binlerce şehit ailesinin ve milyonlarca Türk'ün yüreğini ve şehitlerimizin kemiklerini sızlatmadan, Devleti yıkıma götürecek arsızca taleplere karşı dikkatli olmak gerekiyor. KAYNAKÇA........: (1) Bosna Hersek………Harp Akademileri yayını Sultan II.Abdulhamit Devri Doğu And.Politikası….Prof.Dr.Bayram Kodaman (2) Bosna Hersek…………………………Harp Akademileri yayını Sultan II.Abdulhamit Devri Doğu And.Politikası….Prof.Dr.Bayram Kodaman