Kardeşlik

“Hakkı gerçek sevenlere

Cümle âlem kardeş gelir.”

Mü'minler yâni inananlar kardeştir. Doğuş değil oluş asıldır. Kabil ve Habil aynı ana babanın evlâtları. Doğuşları aynı ama oluşları yüzünden biri Cehennem'de, diğeri Cennet'te. Nuh (a.s.)ın oğlu Kenan, doğuşu yüzünden değil, oluşu yüzünden dalgalar arasında gark olup ebediyyen Cehennemlik oldu. 

Bilâl-i Habeşî / Habeşli Köle. Oluşu yüzünden ebediyyen Cennetlik olduğu gibi, hâlen de ve Kıyamet'e kadar da yâdediliyor ve edilecek. Selmân-ı Farisî / Fars'lı Selman, Süheyb-i Rumî / Rumlu, o zamanki Bizanslı Süheyb, oluşlarıyla kazandılar, doğuşlarıyla değil.

İslâm da, aynı doğuşta, aynı yerde olanların değil, aynı oluşta olanların kardeş olduğunu söylüyor, bunun için hitaplar 'Eyyühennas, ey nas, ey insanlar!' diye başlamaktadır. Bunun içindir ki, asrın büyük âlimi: “Din, dil bir ise, millet birdir. (Dikkat!) Din bir ise, millet yine birdir.” Diyor. Çünkü bütün insanlar Allah'ın kulu, ama Allah'ın rızası, kendisini tanıyanlar içindir.

Yâni aynı doğuşta ve aynı yerden olanlar; aynı zamanda aynı oluşta oldukları takdirde bir ve beraber olurlar. Bir bütün teşkil ederler.

Evet, aynı birlerin etrafında kenetlenenler ancak, gerçek birliği teşkil ederler. Yalçın bir kaya gibi sağlam ve dayanıklı olurlar. Aynı birlerden mahrum olanlar ise kum yığını gibidirler. En ufak rüzgârda târümâr olur dağılırlar. 

Nedir bizi oluşta birliğe götüren birler? Nedir mi? Bizim Allahımız bir, Peygamberimiz bir, Kitabımız bir, Mihrabımız bir, Minberimiz bir, Kıblemiz bir, İsimlerimiz bir, Bayrağımız bir, Bayrağımızdaki hilâlimiz bir, Devletimiz bir. Bir bir sayısız birler birliğimizin nişaneleri ve tapuları hükmündedir. İhtilâflarımız arızîdir. Muvakkat ve geçicidir ve çakıl taşları hükmündedir. Uhud dağı mesabesindeki bizleri kardeş yapan sayısız birler, çakıl taşlarına feda edilmez ve edilmemeli. Yoksa  -Allah etmesin-  imamesinden kopmuş tespih taneleri gibi dağılır, indellah mes'ûl ve sorumlu oluruz.

Unutmayalım ki, toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. Fakat aramıza tefrika girdiği takdirde, felâket işte asıl o zamandır. 

Bu öyle büyük veballi bir tehlikedir ki, büyük İslâm mücahidi ve İttihad-ı İslâm'ın bizdeki en gayûr hâdimi Yavuz Sultan Selim Han, milletin ihtilâfa düşmesinden öyle endîşe etmiş ki, bu acıyı daha ölmeden önce  -kerametvârî bir şekilde-  hissetmiş. Milletin dikkatini birlik ve beraberliğe çeken şu mısraları söylemekten kendini alamamıştır:

“İhtilâf u tefrika (bölünme) endîşesi

Kuşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni

İttihatken savlet-i a'dâ-yı def'a çaremiz

İttihat etmezse millet, dağdar eyler beni.”

Evet Aziz Millet Efrâdı! Birlik ve beraberliğin kıymetini bilmeliyiz. 

Çünkü Osmanlı, küffâr karşısında muvaffak olmanın ilk ve baş şartı olarak evvel emirde Anadolu'da birlik ve beraberliğin sağlanması gerektiğini görmüş ve bunu iki buçuk asırlık bir zamanda ancak gerçekleştirebilmiştir. 

Osman Bey'le başlayan bu gayret ve faaliyet, Mehmet Çelebi'yle devam etmiş, Yavuz'la noktalanmıştır. 

Bugünkü millî hudutlarımız Yavuz'un 1514 Çaldıran ve 1517 Ridaniye zaferleriyle gerçekleşmiştir.