Aziz Kardeşim Üveys Beyefendi. 

Öncelikle takdirlerinize teşekkürlerimle mukabele ederim. 

Bizim günlük siyâsetle bir alakamız yoktur. Ortaokul çağlarından i’tibâren, yakînen tanıdığımız, (neredeyse elimizin altında büyüdü, dersek haddimizi aşarız,) tahsil hayatının bütün safhalarına, Akademik kariyerine ve “ve şâvirhüm fi’l-Emr” hakîkatinin kendisinde tecellisine, “Müsteşâr emin olmalıdır,” hadis-i Nebeviyyesi’nin tevâfukuna şahid olduğumuz, birisi, hasbe’l-kader, bugün, Devleti’mizin en salahiyetli mevkiîndedir. İkbâl peşinde olmayan, başkaca maksad’ları bulunmayan insan’ların, memleketimizin selâmeti ve Aziz Milletimizin refahı için du’a etmekten başka, ne işleri olur ki! 

Teveccüh buyurup siyâsî kabul edilebilecek bir yorumu dikkate almışsınız. Aslında orada siyâsî bir yorum dışında bir tespit vardır. İ’tirazı olanların, karşı çıkanların bu tesbite hangi argümanlarla karşı çıkacaklarını cidden merak ediyorum. 

Aziz Kardeşin, Müslüman hanımlarla alakalı hususlar ise ne bir siyâsî yorumdur, ne de herhangi bir fantezi yazısı... 

Kaldı ki, Müslüman hanımlarla alakalı bu şer’î emir ve yazaklar, aslâ, sadece bir câmia’yı alakadar eden bir husus da değildir. 

Hangi cami’dan ve cemaaten olurlarsa olsunlar, bütün Müslüman hanımların uymaları gereken emir ve yasaklardır. 

Müslim’in rivâyet ettiği bir hadis-i Şerif’te: 

- Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

- “Bir erkek, yabancı bir kadınla yanında bir erkek mahremi bulunmadıkça tenha bir yerde bulunmasın, bir kadın da yanında zîmahremi bulunmadıkça sefere çıkmasın.” Kadının mahremi, hiçbir suretle ve hiçbir zaman evlenemediği, evlenemeyeceği erkeklerdir. Dedesi, babası, oğulları, torunları, yeğenleri, dayıları, amcalarıdır. Annesinin evli olduğu üvey babaları da kadınlar için mahremdir. İki kız kardeşin, aynı anda bir erkekle nikahlanmaları dînen caiz değilse de, baldızlar enişteler için mahrem değildirler. Çünkü, ölüm ve ayrılma halinde erkekler daha önce baldızları olduğu kadınlarla evlenebilmektedir. 

(İçten içe çürüyen ve ahlâkı sukuta uğrayan toplumlarda, maalesef, gayr-i meşrû ensest münasebetler, baldızlar enişteler, gelinler kayınbiraderler arasında vukua gelmektedir. Bu bakımdan, Yüce İslâm dininin bu serîde ortaya koymaya çalıştığımız tedbirlerin ne kadar ehemmiyetli olduğunu gösterir.) 

Bilinmelidir ki, kadınların kendilerine has bir içtimâî vaziyetleri vardır; bu hassâsiyetlere dikkat etmeleri her şeyden evvel kendi şeref ve haysiyet’lerinin korunması bakımından şarttır. 

Yanında mahremi bulunmadığı hallerde, tek başına bir kadının bir başkasının otomobilinde görünmesi ya da bulunduğu yerde veya bulunduğu mahalleden uzak bir başka mahallede-semt’de, yanında mahremi olmadığı halde bir başka erkekle buluşup-konuşsa, en azından etrafta bulunanların su-i Tevehhümüne sebebiyet verir. 

Uzun bir zaman beraber vakit geçirmeyi bir tarafa bırakınız, kapalı bir mekân’da, kapı-pencere kapalı bir vaziyette bir mekân’da, kısa süreli kalmaları bile “Halvet-i Sahîha” olarak değerlendirilmiş, aralarında herhangi bir şey geçmemiş bile olsa, zina hükmünde sayılmıştır, zina kabul edilmiştir. 

Kadınların mahremi olmayan erkeklerin, yanlarında mahremleri bulunmayan kadınların, yanlarında, henüz hangi hareketin ne ifade ettiğini, ne ma’naya geldiğini anlayamayan çocukları bulunsa bile, da’vet etmeleri halinde de evlerine girmemelidirler. Bunlara enişteler, kayınbiraderler de, dahildir. 

“Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi farkedip (izin alıp) ev halkına selâm vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir, herhalde bunu düşünüp anlarsınız.” (Nûr 24/27) 

“Orada hiçbir kimse bulamadınızsa, size izin verilinceye kadar girmeyin. Eğer size, “geri dönün!” denilirse, hemen dönün. Çünkü bu sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah yaptığınızı bilir.” (Nur 24/28) 

Cenab-ı Hakk, Haz.Peygamber ve eşlerinin şahsında bütün Müslümanlara rafine bir aile hayatının nasıl olması gerektiğini açıkça beyan buyurmuştur. 

“Ey Peygamber hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin.” 

(âyette geçen bu emir her ne kadar Resûlüllah salla’llahu aleyhi ve sellem’in hanımları için buyrulmuş ve onların husûsî durumları vurgulanmış ise de, hüküm, bütün Müslüman hanımlara şâmildir.) 

“Evlerinizde oturun, eski câhiliyye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb 33/23). 

Günümüz, haberleşme ve iletişim teknolojilerinin geldiği nokta’da, kapı zili çalındığında evin erkeği evde yoksa, evin kadının yanında bir başka mahremi de bulunmuyorsa, evlere girilmediği gibi, telefonla ve diğer iletişim vasıtasıyla haberleşiliyorsa, “Evet! Hayır”ın dışında konuşulmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, günümüzde günah işleme eğiliminde olanlar için bütün yollar açıktır. Aynı katta, hattâ aynı odada, aynı yatakta yattıkları halde eşlerini aldatanların mâceraları magazin matbuatına sık sık intikâl etmektedir. 

Bir kadın yanında bir mahremi bulunmadığı halde üç günlük, takribî 90 km’lik bir yere kendi başına çıkıp gitmemelidir. Çok zengin bir kadın yanında bir mahremi bulunmadıkça, “ben zenginim, paramla bütün zorlukların üstesinden gelirim, doğacak bütün zorlukları yenerim,” diyerek hac farîzasını ifa maksadıyla sefer edemez. Kaldı ki, bir kadın ne kadar zengin olursa olsun, yanında kendisine refakat edecek bir mahremi yoksa hac kendisine farz değildir. 

Sefer, bizâtihî meşakkat demektir. Dolayısiyle, çıkılacak yol yakın olsun, bu yakın yolculuk en fazla, 90 km’dir, uzak olsun 90 km’den uzak, kıta’lar arası olsun fark etmiyor, her yolculuk mutlâk meşakkattir, vasıta ister deve, at ister hızlı tren ve uçak olsun, hiç fark etmiyor. 

Aziz Kardeşim Üveys Beyefendi. Yorumlarınızdan anladığım kadarıyla yanlarında, mahrem’leri bulunmadığı halde, yurtdışındaki ba’zı merkezlerden sürekli İstanbul’a ve Türkiye’nin başka bölgelerinde seyahatler tertip edildiğini söylüyorsunuz. 

Türkiye’de, bizim tespitlerimizde bu istikâmette. 

Aziz Kardeşim, âyetle, hadis’le (bu iki delil kitap, sünnet asıl şer’î delillerdir, İcmâ-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukahâ ile de sabittir) ki, kesinlikle menhî, yâni haramdır. 

Bu kabil haram’ların, Kebâir’den (büyük günahlar) arasında sayılmamış olması, aslâ, hafife alınmasına mesağ vermez. 

Deylemî ve Câmiu’s-Sağîr’in rivâyet ettiği bir hadis-i Şerif’te:

Sevgili Peygamber’imiz salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

- “İstiğfar ile beraber kebire kalmaz, ısrar ile de sağîre, sağîre olarak kalmaz.” 

Bilindiği gibi, insanların yaptıkları günahlar, kebîre ve sağîre olarak iki kısma ayrılır. Kebâir, kebîre, büyük günahlar, büyük günah, büyük günahlardan herhangi birisini işlemiş bir kimse pişman olur, tevbe eder, Cenab-ı Hakk bunun günahlarını afveder, örter. O kul da bunun cezasından kurtulur. Bir kimse mütemâdiyen küçük sayılan günahları irtikâp ve hiçbir zaman tevbe edip pişmanlık duymazsa, bu küçük günahlar, küçük olarak kalmazlar zaman içinde kebîre haline dönüşürler. 

Kitap, hadis, neyi nâtık olursa olsun, biz bildiğimizi yaparız, deniliyorsa, o zaman Sa’dî Merhum’un, 

Eğer bir kimse Kitab’ın ve sünnetin yanında durmuyorsa, 

Ona verilecek cevap, cevap vermemek ve sükût etmektir,”

Fakat, biz susmayacağız, Kitabı ve sünneti tanımayanlara tanıtıncaya, ehl-i Bid’atı bid’atlerden vazgeçirinceye, bütün ümmet-i Muhammed’in Sünnet-i Seniyye’ye tam temessük edinceye kadar mücadele’ye devam. Sizleri de hep yanımızda görmek dileğiyle...