Pek Muhterem, Ertuğrul BEKTAŞ Beyefendi. 

06.03.2018, saat 20.45 i’tibâriyle ve “Yorumculara Cevaplar ve Mutala’alar! (4/20)” ile alakalı olarak yaptığınız kısa yorum ve talebin cevabıdır: 

Aziz Kardeşim, İnşâ Allah!... Bu arada, bilgilendirici, irşâd edici ve tenvir edici yorumlarınıza hasret kaldığımızı da ifade etmek isterim. Bekliyoruz... 

Pek Değer’li, Osman KARAMAN Beyefendi Kardeşim. 

07.03.2018, saat 09.51 i’tibâriyle yaptığınız yorumun cevabıdır: 

Haklısınız, zaman zaman, yorumların neşredildiği müddet ile, cevaplar arasında fasıla olduğunda şüphe yoktur. Ne var ki, ba’zen iki satırlık bir yorum’a, sahifelerce cevap vermek iktiza etmektedir. Diğer taraftan yorumculara verilen cevaplar, “ceffe’l-Kalem,” verilmiyor. Ba’zı yorumlar, tetkiki, tahkîki, delillendirmeyi gerektirmektedir. Dikkat buyurursanız, Cum’a Sohbetleri Köşemizde neşrettiğimiz makaleler de, hem yevmî (güncel diyorlar) mes’elelerdir, hem de, daha önceki yorumlarınızda ifade buyurduğunuz, zarûrî mes’ele’lerdir. Bir orta yol bulmaya çalışacağız. İnşâ Allah!... 

“BİLGİ TALEBİ”, Remziyle, 08.03.2018, saat 09.50 i’tibariyle bilgi talebinde bulunan Değerli Kardeşime: 

İfade buyurduğunuz gibi bu site’de yazılanlar alçakça, rezilce yapılmış bir iftira ve bühtandır. Bu kadar alçaklığı, rezilliği, ancak, âhirzaman decâcile’lerinin en şerlisi, FETÖ’nün haşâşîleri yapabilir. Bu alçakların bırakınız, İslâmî, insânî hiç bir değerlere inançları yoktur. 

Besmele ile, İslâmî usuller dahilinde kesildiğini kat’î olarak bilmedikleri yerlerden et almayan, Besmele ile kesildiğini kat’î olarak bilmedikleri, Kuruyolum yapılmayan tavuk etlerini bile yemeyen, nezîh bir Câmia’nın mensuplarına bu denli rezilâne iftira ve buhtanda bulunmak için, ancak, FETÖ haşâşisi olmak lazımdır. 

Aziz Kardeşim. “Süleymancılar,” yakıştırması, muarızlarımızın, düşmanlarımızın, Ellâ Mezhebiyye’nin uydurduğu bir unvandır. Biz, hem bu yakıştırmayı, hem de, aramızdan ba’zı tevâkuş’ların yakıştırdığı, “Süleymanlı’lar,” yaftasını şiddetle red’ediyor, aslâ kabûl etmiyoruz. Bu nezîh Câmia’yı, illâ da, herhangi bir unvan ile isimlendireceksek, ya, bizzat Hazreti Üstazımızın verdiği unvan ki, “İmam-ı Rabbânî Evlâdı,” unvanıdır, ya da, Aziz Milletimizin bu nezîh topluluğa uygun gördüğü, “Süleyman Efendi’nin talebesi,” (Galat-ı Meşhûr ile, Süleyman Efendi’nin Talebeleri), unvanıdır. Sizi ve sizin gibi Kardeşlerimi ba’demâ, bu yakıştırma unvanları kullanmaktan tahzîr ederim. 

Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren, İslâm Kültür Merkezi benzeri vakıf ve kurum-kuruluşlar, bulundukları ülkenin kanun ve nizamları gereği zaman zaman, periyodik teftişe tabi tutulmaktadırlar. İslâm Kültür Merkezlerine bu kabil bir işlem yapılmış olabilir. 

Bilindiği gibi, bu nezîh Câmia, 1963 yılından i’tibâren, Avrupa’daki İşçilerimize dinî-Millî mevzu’larda rehberlik etmeye başlamışlardır. Günümüzde, mangalda kül bırakmayan ba’zı vakıf ve kuruluşlar, yıllar sonra ortalık gülistan olduktan sonra oralara gitmişlerdir. Hizmette musâbaka edemeyenler, hased ederek, söyleyecek bir şeyler bulamayınca, şen’î iftira ve bühtanlara tevessül ediyorlar. İşbu mes’ele, bundan ibarettir!... 

“TÜLVEM,” Remziyle 09.03.2018, saat 01.28 i’tibâriyle ve “Tedris, Umre-Nâfile Hac, Kermes ve Ticârî Faaliyetler!... (3)” ile alakalı olarak yorum yapan değerli Kardeşimize Cevaptır: 

Aziz Kardeşim. Verdiğim rakamların izâfî - i’tibâri olduğunu zâten kaydettim. Benim yüzlerle ifade ettiğimi siz, binlerle ifade buyurmuşsunuz. Bu takdirde, me’zun olan her bir kişiye, husûsiyetlerine mutabık bir pozisyon bulamazsanız, ister istemez, evine dönmesini, herhangi bir pozisyon çıkarsa da’vet edileceğini söyleyeceksiniz. Bu da son derece tabi’i’dir. 

“NÂCİZÂNE”, Remziyle 09.03.2018, saat 08.55 i’tibariyle yorum yapan Pek Muhterem ve Değerli Kardeşimiz. Bildiğiniz gibi, 10 Mayıs 2015 tarihinde bir trafik kazasına ma’ruz kalmıştım. Bu zamana kadar üç kerre ameliyat edildim. Tıbbî tahlil ve tedâviler, Fizîkî tedâviler hâlen devam etmektedir. Haftanın en az üç günü hastahanelerdeyim. İmkân buldukça, İstanbul’da ve Taşrada bulunduğumda, taşra’da, yurtlarımıza-Kurs’larımıza gidip-gelirim. 

Aldığımız terbiye gereği, başımıza dikilen “Emîr”, burnunda halka takılı bir köle bile olsa itaat ederiz. Ama, günlük işlere burnumuzu sokmayız. Bizler, artık, Leşker-i Du’â’yız. Leşker-i Gazâ’da olan büyüklerimizin, ihvân ve ahavât’ın muvaffakıyetleri için her dâim du’â’cıyızdır. Her devrin İdarecisinin yakîn çalıma arkadaşlarını tercîh ve seçme hakkı vardır. Ve herkes buna hürmet göstermelidir. 

Bu zemine daha fazla katkı vermenizi hasseten rica ve istirham ederim. Efendim. 

Değerli Kardeşimiz, Osman KARAMAN Beyefendi. 09.03.2018, saat 10.19, 10.21 i’tibâriyle yaptığınız yorumların cevabıdır: 

Azîz Kardeşim. Vâris-i Nebî, Hazreti Üstazımızın bizlere bıraktığı en büyük miras ve vasiyeti, İslâmî-dinî ilimlerin tahsili, ta’lim ve te’allümdür. 

“Mü’minlerin hepsinin toptan sefere (savaşa) çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir gurup (zümre) dinde (dinî bilimlerde) tefekkuh (geniş fıkhî bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için (uyarmak için) geride kalmalıdırlar. Umulur ki, Allah’tan korkarlar, sakınırlar.” (Tevbe 9/122) 

Bu ayeti kerime’nin, ibâresinden-sarahatinden, delâletinden-işâretinden ve iktiza’sından anlaşılan, dinde geniş bilgiye, sarf, nahih, fesahat, belâgat gibi, âlet ilimleri, fıkıh, kelâm, Usûl-ü fıkıh, usûl-ü hadis, tefsir ve hadis gibi âlâ ilimleri, tahsil edenlerin, kavimlerine, memleketlerine, hemşehirli’lerine dönüp onlara Allah’ın dinini teblîğ etmelerinin farz olduğudur. 

Teblîğ ve tenzir, bu ilimlerin tahsilini yapanların, evlerine dönmeleriyle veya tahsil ettikleri ilimlerle alakasız meşgalelerle iştigal etmeleriyle mümkün olmaz. 

Dinî ilimlerin tahsili yanında, Lise me’zunu olmak, İlâhiyat Önlisansı, İlâhiyat lisansı ne gerekiyorsa, yerine getirilmeli, kavimlerine, memleketlerine, hemşehirli’lerine, İmam-Hatip, Kur’ân Kursu Muallimi, vâiz veya müftü olarak, mihrablara, minberlere ve kürsî’lere dönmelidirler. 

965 Yılında mer’iyete alınan, 633 Sayılı, Diyânet İşleri Başkanlığı Teşkilat kanunundan evvel, Vaizlik-müftîlik imtihanına katılabilmek için, önceleri okur-yazar olmak yeterli iken, bir müddet sonra, İlkokul Me’zunu olmak, bir müddet sonra da, Ortaokul me’zûniyeti şart koşulmuştu. 

Arkadaşlarımız, Kardeşlerimiz, bütün bu şartları yerine getirerek, imtihanlara girdiler, kazandılar, vâiz-müftî olarak uzun yıllar, bu ümmete Allah’ın dinini teblîğ ettiler. İrşâd, ihda ve tenzîr vazifelerini hakkıyla yerine getirdiler. Millî Eğitim’de, 4+4+4 sistemi mer’iyete alındığından i’tibâren, bu intibâk çok daha kolay hâle gelmiştir; Liselere, İlâhiyat önlisans ve lisans için devam mecbûriyeti yoktur.  

Merhûm, Büyüğümüz, Cennetmekân Beyağabeyimiz anlatırlardı. Molla, bir köye imam olarak tutulmuş, köy muhtarı, atıyla seyisini imamı alıp-getirsin, diye kasabaya gönderilmiş, imam atın üzerinde, seyis yaya, köye ilerlerken yolda bir “gön” bulmuşlar.- (gön, tabaklanmış, kurutulmuş sığır derisi, eski devirlerde, çarık, yemeni yapımında kullanıldığı için çok kıymetli.) 

Seyis, imama, “Hocam! Bu deri bize helâl mi haram mı?” diye sormuş. İmam, “Dur hele, şu kara kaplı kitaba bir bakayım. Bak burada ne yazıyor, demiş. “Bulânuhâ haramuhâ, İmâmuhâ Helâluhâ,” burada, “bulana haram, imama helâldir,” buyruluyor, demiş, devam etmişler, seyis, kafası karışmış bir vaziyette, saçağından-bacağından bir parça, bir çarıklık acaba bana da düşer mi diye tekrar imama sormuş, İmam’a “Efendi! Saçağından-bacağından bir parça-bir çarıklık da bana düşmez mi?” demiş, İmam, “Karakaplı’ya bir bakalım, demiş ve bakmış, bak burada ne buyruluyor, demiş, “Lâ Saçak velâ Bacak, İllâ hepsi imam’ın olacak,” 

Bendeniz de ba’zı hocalarımızın, ağabeylerimizin, kızlarının, torunlarının İlâhiyattan me’zun olduklarını ve Kur’ân Kursu Muallimesi olarak Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde vazife yaptıklarını biliyorum. Hemen ifade edeyim, doğru olan, olması gereken budur. 

Doğrudur, ehil ve emîn kimselerin katılacakları bir “Şûrâ”, tertip fikri son derece isâbetlidir; “O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şâyed sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için du’â et; iş hakkında onlara danış (meşverette bulun), kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven (tevekkül et). Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmran 3/159) 

Cenab-ı Hak, vahiyle müeyyed Resûlü’ne, Ashabı ile meşverette bulunmasını emrediyor. Nerede kaldı, nîce beşerî za’af’larla muallel idareciler, emîn müsteşâr’larla, istişârede bulunmasınlar?! 

Yaygın ve çeşitlendirilmiş hizmet kolları, bir merkez’den ve şifâhî emirlerle idare edilemez. Hep anlatılır; Askerlikte emir tekrarı yaptırılır, en baştaki nefere, “Bayram Haftası,” denilir, tekrarlana tekrarlana, son nefer de bu “Bayram Haftası,” “Mangal Tahtasına,” dönüşür... 

Ticârî şirketler ve Sağlık Kurumları tamâmen profesyonellere teslim edilmeli, kâr ve zarar esas alınarak idare olunmalıdır. Temiz ve helâl gıda te’mini önemlidir, fakat bizim tekelimizde değildir. Mühim olan, kalitede ve fiyatta rekâbet edebilme. Kalitede ve fiyatta rekabet gücünüz yoksa, ne kadar tehdit ederseniz de, rahatsızlığında başka sağlık kurumlarına gider, gıda ve ihtiyaç maddelerinde ise, kaliteliyi ucuza alabileceği yere gider. 

Son yıllarda “Kreş”, okul öncesi eğitimin de yaygınlaştırılması ile Okul Öncesi Eğitim, Ortaöğretim Yurtları, Yükseköğretim Yurtları ve en aslî vazifemiz, dinî-İslâmî ilimlerin tedris hizmetleri, sadece tedris hizmeti için teçhîz edilmiş bir idareci tarafından idare edilemez. 

Bugün bunları konuşuyor, düşünüyor, sesli düşünüyor olmak bile, fâ’al-i hayırdır. Fikir jimnastiğine devam... 

“Burhaneddin”, Remziyle 10.03.2018, saat 15.52 i’tibariyle yorum yapan Değer’li Kardeşimiz: Alâkanıza, du’â ve temennilerinize teşekkür eder, bu zemine daha fazla katkı vermenizi dilerim. 

“MEHMED”, remziyle, 11.03.2018, saat 21.18, 21.28 i’tibâriyle ve “Tedris, Umre-Nâfile Hac, Kermes ve Ticârî Faaliyetler!... 2, 3) ile alakalı yorumunuzun Cevabıdır: “Olsun, Hocam! Arka bahçe büyüdükçe oylar artıyor, kadro da bol, Cami tuvaletlerinin üstü odaya çevrilip kadrolar ihdas edildi. Bunlar din gayeti mi acaba?!” buyurmuşsunuz. Oysa ki, bize gelen bilgiler, yeni yeni, kadro ihdası şöyle dursun, mevcud ve boşalan kadrolara yeterli, (sayı bakımından) eleman bulunmaması söz konusudur. (keyfiyet bakımından kifayet hak getire!) 

Aziz Kardeşim. Biz ruh verebiliyorsak, müeddeb hale getirebilmiş isek, korkmamalıyız! Aksine, bizim yetiştirdiklerimiz başkalarına nümûne-i İmtisâl olacakları için onlar korksunlar. 

“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar vermez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” (Mâide 5/105).