“BİRİLERİNE,” aslında bu sizin kendiniz için seçtiğiniz bir remiz değildir. Kendiniz için seçtiğiniz remziniz, müste’âr isminiz, deşifre edildiği için, yorum’larınıza da mutlaka cevap verilmesi gerektiğinden, yukarıdaki remzi ben yakıştırdım. 

Bendeniz, Merhûm Mehmed Emre, hâtıratı ve Merhûm Büyüğümüz, Kemal Beyağabeyimiz hakkında bir başka Yorumcumuzdan cevap bekliyordum. “Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’alar!.. (4/17)” ile alakalı, Yorumun muhatabı, Değer’li Kardeşimiz, Ertuğrul Bektaş Kardeşimizdi. Herhalde, kendisi cevaplandıracaktır. Yorumun muhatabı olmadığınız halde kendinizi vazifeli saymış, yorum yapmış, cevap vermeye çalışmışsınız. 

Her ikisi de, hataları ve sevaplarıyla birlikte ebediyyete intikâl etmiş, varsa bir muhasâmâ’ları, İlâhî Adâlette hesaplaşacak insanlar arasındaki cereyan ettiğini iddia ettiğiniz hususlarda, biraz insaflı olup, objektif kalabilseydiniz. 

Doğrudur, Merhûm, Büyüğümüz Kemal Beyağabeyimiz’le, Merhûm, Mehmed Emre Hoca’mız arasında bir ara bir bürûdet vuku bulmuştu. Fakat, bürûdetin sebebi, hâşâ! İsaviyet mes’elesi veya herhangi bir sebep değildi; Merhum, Mehmed Emre Hoca’mız, Balıkesir İli’ne müftî olarak ta’yin edildikten sonra, Tedrisat için herhangi bir gayret göstermemişti. Bir de, devrin Tercüman Gazetesi’nde, yazdığı bir orta makâle’sinde, “Mürşid ve müceddid’ler, ebediyyete intikâl buyurduklarında, tasarruf’ları sona erer,” tarzında bir beyanda bulunmuştu. 

Merhûm Mehmed Emre Hoca’mız, Hazreti Üstazımızın Rahle-i Tedrisinde bulunan, -1954 yılının yaz aylarında Çamlıca’da, Çilehâne’de, Tekâmüle alınan talebe’sinden, eli kalem tutan iki kişiden birisiydi. Bir diğeri, Merhûm, Müftî-Vâiz, Abdülkerim Polat idi. 

Bu yıllar’da, Mehmed Emre Hoca’mız, kitap yazıyor, ba’zı mev’iza ve hadis kitaplarının tercümelerini yapıyor, gazeteler’de makale’ler yazıyordu. 

1974 yılının yaz aylarıydı. İstanbul, Cağaloğlu’nda, Cağaloğlu Yokuşu ile Ankara Caddesi’nin birleştiği-ayrıldığı, nokta’da, karşılaştık. Ben Sirkeci’den Cağaloğlu’na çıkıyor, o, Cağaloğlu’ndan Sirkeci’ye iniyordu. Cebinde, Millî Bakkal unvanlı, hemşehirlim, Konya-Taşkent’li, Merhûm Mehmed Emin Alpkan Ağabeyin çıkarmakta olduğu ve Türkçülüğü önde tutan Gazetesi, “Bizim Anadolu”, Gazetesi vardı. Oysa ki, Milliyetçi Mukaddesatçı Cenah’ın, tirajı en yüksek günlük, Bâbıâlîde SABAH ve haftalık, aboneleriyle birlikte tirajı yüz bin adede varan, haftalık, UFUK Gazete’lerini biz çıkarıyorduk. Kendisine “Ağabey! Vaktiniz müsâid ise, Gazete’yi teşrif ediniz, arkadaşlarla birlikte çay içeriz, sohbet ederiz.” dedim. Merhûm, uzun boylu, iri cüsseli idi. İri cüssesine rağmen, gözleri küçük ve gözüyle hep gülerdi. Beni yukarıdan-aşağıya ince ince süzdü, gözlerinin içi gülerek müşfîk bir baba edasıyla, “Mustafa Hoca! Benim’le münasebet kurmanız sizi sıkıntıya sokabilir, bir düşününüz”, kendisine “Kat’iyyetle böyle bir durum söz konusu olmaz, lütfen, buyurunuz, şeref veriniz,” dedim. 

Gazete binasında kendisini, Mehmed Arıkan Hoca’mız, Mustafa Cerid Kardeşimiz ve devrin, Umûmû Neşriyat Müdürü, Merhûm, İsmail Oğuz Bey tehâlukla karşıladılar. Onlar, Gazete’nin toplantı salonunda çay içip-sohbet ederlerken, ben, bir kat üstümüzdeki Merhûm, Beyağabeyin Yazıhânesine çıktım. “Ağabey, Mehmed Emre Hoca, aşağıda, sizden özür dilemek ve elinizi öpmek ister,” –‘Buradaki elinize öpmek ister’, tamâmen mecâzî olarak kullanılmıştır. Çünkü bizler, elini öpmek üzere hamle etsek bile, Merhûm Büyüğümüz, yaşı küçük olanlara bile asla el öptürmezler, reddeder, “Eli öpülesiler hizmet edenlerdir,” diye geçiştirirdiler- ki, Mehmed Emre gibi yaşı yaşına yakîn birisine el öptürmesi ihtimal dahilinde değildi. 

Ağabey, “Bu sefer görüşmeyelim, daha sonra geldiğinde müsâid ise getir görüşelim,” buyurdu. “Sabah’ta ve UFUK’ta yazı yazmasını teklif etmek istiyoruz, izniniz olur mu?” dediğimde: 

- “O sizin işiniz, takdîr sizin,” buyurdular. 

Hafta’da bir gün Sabah’ta, her hafta, Ufuk’da bir makale yazması, sembolik miktarlarda te’lif ücreti ödenmesi mevzu’unda mutabakata varıldı. Gazete’yi bir sonraki teşrifinde tevâfuk oldu, Beyağabey de yerinde idi. Beraberce bir üst kata çıktık, biraz mesâfeli ve fakat karşılıklı, sevgi ve hürmetin tezâhür ettiği bir buluşma oldu. 

Mehmed Emre Hoca, İstanbul’a sık sık gelen birisi değildi. Hâtıratında, Eskişehir, Balıkesir ve Kütahya hâtıratına ziyâdesiyle yer verdiği halde, “İstanbul ve diğer yerlerdeki hatıratınıza yer vermemişsiniz,” dediğimde, “Benim vazife gördüğüm yerler, Eskişehir, Balıkesir, Bilecik’tir. Eskişehir ve Balıkesir’e yakınlığı dolaysiyle Kütahya da alaka sahamdı. Buralarda gördüğüm, duyduğum, tespitlerimi yazdım,” demişti. 

İstanbul’a geldiğinde, Gazete’yi teşrif eder, akşam saatlerinde beraberce Kısıklı’ya, Ziyârethâne’ye çıkardık. Gece’nin geç vakitlerinde bendeniz, kendisini, Anadoluhisarı’ndaki bacanağının evine bırakırdım. 

Demem odur ki, Merhûm, Büyüğümüz’le, Merhûm, Mehmed Emre Hoca’mız arasındaki bürûdet tamâmen giderilmişti. Ondan sonra yıllar yaşandı, Emre Hoca emekli oldu, Büyüğümüzün takdiri ve iradesiyle Bursa’ya idareci olarak gönderilmişti. Bursa’daki cenazesine az katılım olması için müdahale edildiği iftira ve bühtandır. 

Umarım, yukarıdaki yazdıklarım ve aşağıda vereceğim âyeti kerime meâli ve izahından sonra, “İsaviyet,” iftira ve bühtanına son verilir. 

“Allah; Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, “Beni ve anamı, Allah’tan başka iki ilah bilin” diye sen mi dedin, buyurduğu zaman, o, “Hâşâ!” Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin.” (Mâide 5/116) 

Bir zamanlar, Merhûm, Büyüğümüze, onun haberi, rızası olmadan onun ta’biri ile, ba’zı, tevâkuş’ların, cahillerin izâfe ettikleri, küfr-ü mu’cip sözleri duyduğu an’da, şiddetle ve nefretle redd’eden, ısrarla, söyleyenleri cezalandıran ve Câmia’dan uzaklaştıran birisine hâlâ iftira! Hâlâ, Buhtan! El-İnsâf! Ve’l-Vicdân!... 

Aziz Velî Kardeşimiz: 

Merhûm, Seyfi Gündoğan, Ankara-Beypazarlı, hafız, sesi güzel, Güzel Kur’ân’ımızı güzel okuyan birisiydi. Afyon’da, Hüseyin Kumaş ve Hüseyin Öncü hoca’larla beraber çalışırken, İstanbul-Zeytinburnu, Taşcamiî Kursu’muza naklen ta’yin edilmişti. Genç yaşında, kalp krizi sebebiyle vefat etmiş olup, Karacaahmed Sultan Kabristanlığı’nda medfundur. 

Aziz Abdullah Haksöyler Kardeşim. Hepimiz gibi, Merhûm Seyfi Gündoğan’ın da hataları olmuştur. Nihâyet, hiç birimiz, “Lâ Yuhtî velâ Yüs’el,” masûn ve ma’sûm değiliz. Rabbim Settâru’L-Uyûb’dur, bizler de setredelim... 

Azîz Abdullah Haksöyler Kardeşim. 

Mehmed Emre Hoca’mız ve İsaviyet hakkında, yukarıda tatmin edici cevaplar vermeye gayret ettim. Bu mes’ele’yi artık burada bitirelim. Bir zamanlar Bursa’da idareci değil ama, irtibat me’muru olan, emekli Albay Kemal Sezgin Bey, Merhûm Büyüğümüzün, “Tevâkuş’lar,” dediği zavallılardan birisiydi. Onun söylediklerine i’tibâr edilmez... 

M.Remziyle, 15.02.2018, saat 18.11 i’tibâriyle yorum yapan ve Yorumunun muhâtabı Hayreddin Kardeş’lerim. Ebed-Müddet Devleti’miz, dört cephe’de, ehl-i Salîp devlet’lere ve onların maşa’larına karşı cihâd halindedir. Dâhil’de de, Vatan hâinlerine karşı amansız bir mücadele vermektedir. Geride Leşker-i Du’â’yız, ama her an, Leşker-i Gazâ olmaya da hazırız. Medar-ı İftiharımız, Haz.Ebâ Eyyûb el-Ensârî, İstanbul’un fethi için, Yezîd, Ordusunun bir nefesi olarak, Konstantiniyye Sur’larının dibine kadar gelip şehîd düştüğünde, 90 yaşına merdiven dayamıştı. 

Bedir Muharebe’sinden, Mekke’nin Fethine kadar müşriklerin başkomutanı olarak Haz.Peygamber ve Müslümanlarla savaşan Ebû Süfyan İbn-i Harp, Mekke’nin Fethinde Müslüman olduktan sonra, Tâif Harbi sırasında bir gözünü de kaybetmiş olmasına rağmen ve ilerlemiş yaşında, bütün savaşlara iştirak etmiş olup, “Bırakınız, iki gözüm görüyorken küfr ve şirk için savaştım. Gözlerim görmüyorken, İslâm için savaşayım,” demiştir. 

Gece-gündüz, Asâkir-i Mansur-u Muhammedî’ye du’a’ya devam. Bilhassa, Peygamber Efendimizin, Ahzâb-Hendek Muharebesi sırasında okuduğu, “Allâhüme Münezille’L-Kitab, Serâ’l-Hisab, İhzim’il-Ahzâb,” du’â’sına devam edelim... 

Değer’li, Aczimin Giryesi, 18.02.2018, 23.27 i’tibariyle, Yorumculara Cevaplar ve Mutala’alar!... (4/18) ile alakalı çok kısa yorumunuz: 

Selâm, du’â ve cesaretlendirmeniz için, bilmukabil, selâm ve teşekkür.. Daha fazla katkı beklerim. 

Muhterem, “İSTANBULLU,” bilgilendirici, tenvir edici, ikaz ve ihtarı muhtavî, Yorum’larınızı bekliyor, bu sütûnlarda neşretmeyi şeref telakkî ediyoruz. Lütfen, bu zemine daha fazla katkı veriniz. Efendim...