Son yıllarda, Diyânet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, sırf, Umre-Nâfile hac seyahatleri için kurulmuş bulunan, muhtelif câmia ve cemaatlerin Tur şirketleri, müthiş bir müsabaka ile, ümmeti, Türkiye’deki ve yurtdışında yaşayan Müslüman Türk’leri, Umre-Nâfile hac seyahati için kesif bir propaganda ve reklâm faaliyetine girişmişlerdir. 

Hâlen, vazife başında olan Hademe-i Hayrat dediğimiz, Diyânet İşleri Başkanlığı’na mensup din görevlileri, Diyânet Vakfı adına, emekli edilmiş Hademe-i Hayrat mensupları, adına çalıştıkları Tur şirketleri adına, muhtelif câmia ve cemaat idarecileri, câmia ve cemaat şirketleri adına neredeyse, kelle avına çıkmışlardır. Çünkü seyahat şirketleri, belli sayıda Umre seyahatçisi getirenleri ve yakınlarını, meccanen, Umre’ye götürüyorlar. İşadamı, işyerinde çalışan işçi’lerinden, kendisine göre başarılı olanları umreye gönderiyor. Toptan ticaret erbabı, perakendeci bayii’leri arasından seçtiği ve başarılı bulduğu bayii’lerini umreye gönderiyor. İlâhiyatçılardan, din görevlilerinden, san’at çevrelerinden reklâm figürü olanlar ve yakınları meccânen umre'ye götürülüyorlar. 

Anadolu’nun her yerinde, Umre-Nâfile hac kâfile’leri, davul-zurna refakatinde, büyük nümâyiş gösterileriyle, du’â’lar ile uğurlanıyorlar. 

Câmia ve cemaat önderleri, son derece gizlilik içerisinde ifa edilmesi gereken, Umre-Nâfile hac ibâdetini –ki, Umre esas i’tibariyle nâfile bir ibadettir; nâfile ibadetler’de esas olan, riya, süm’a ve ucb’den uzak, gizlilik içerisinde eda edilmesidir.- “Bütün câmia ve cemaat mensuplarımız, tanıdıkları ve komşularıyla birlikte uğurlama yerinde hazır bulunsunlar,” diye ilân ve reklâm ediyorlar.  

Bir cemaat önderi, câmia’sına; “Yarın, Feşmekânca Hava Limanından, şu saatte Umre Kâfilemiz hareket edecektir. Hepinizi Hava Meydanında bekliyorum. Öyle kalabalık geliniz ki, ayak sesleriniz yeri-göğü inletsin, öyle konvoylar tertip ediniz ki, şehr’in trafiğini kitleyesiniz.” Mübârek sanki kâfilesiyle birlikte umre ziyaretine giden kafile değilde, Viyana’yı kuşatmaya giden, Devlet-i Aliyye ordusu!... 

İstitâat, Ömrî-Farz, hac için bile an şart (olmazsa olmaz), en ehemmiyetli şartı olduğuna, istitâat mevcud değilse, hac farz olmadığı halde, binlerce-on binlerce insanımız, düzenli-dâimî, bir gelirleri olmadığı veya asgarî ücretle çalışıyor, asgarî, ailesinin, bakmakla mükellef bulunduğu kimselerin zarûrî ihtiyaçlarını bile karşılamaktan aciz kimseler, umre ziyaretlerine götürülüyorlar. 

En mü’essir reklâm ve telkin ağızdan ağıza dolaştırılan telkindir; ve insanlar en zayıf noktalarından yakalanıyorlar. “Sen mübârek toprakları, Mekke-i Mükerreme’ye, Medine-i Münevvere’yi ve diğer mukaddes mekân’ları ziyâret etmek istemiyor musun?”

- Hiç istemez olur muyum? Ama, imkân’larım müsaid değil, aldığım aylığım, kazancım belli. Diğer taraftan borçlarım da var. 

- Hiç önemli değil, senin veya yakınlarından birisinin, Tur Şirketimizin anlaşmalı olduğu banka’lardan birisinin kredi kartı varsa, problem değil… Seyahat Şirketimiz sizi en az dokuz taksitte ödenmek üzere, umre ziyaretine götürür, hiç durma! Pasaport için hemen müracaatını yap, pasaportunu bize getir, peşin bir kuruş bile ödemeden umre ziyaretini yapar, mübârek toprakları görmüş olursun!

Kendisinin, yakınlarının herhangi bir banka ile işi yoksa, kredi kartı verme imkânı yoksa, bu sefer, borç alabilmek için yakınlarından birisine veya nazının geçtiği birisine müracaat ediyor. Mevzu hassas bir mevzu, Mübârek toprakları ziyâret için, umre için borç isteniyorsa, yakınını kırmamak için o an için kendi imkânları müsâid değilse o da bir başkasından borç isteyerek-alarak veriyor, zincirleme bir borçlanma!

Tedrisat Sistemimizde, Tekâmülde okuyan, talebe’den birisi. Dersi müteakip hoca’larından birisi, “Haydi bakalım, Gözünüz aydın! Hep birlikte umre ziyaretine gidiyoruz! Umulan, beklenen şöyle denilmeliydi; Belki biliyorsunuz, belki bilmiyorsunuz. Türkiye-Suûdî Arabistan arasında, T.H.Y. ile (açılımı, Türk Hava Yolları) en fazla yolcu taşıyan, Tur-Seyahat şirketi olması hasabiyle, T.H.Y. tarafından ödüllendirilen Tur-Seyahat Şirketimiz sizi meccanen, Umre ziyaretine götürecektir. Bunun için şunları bunları yerine getirmeniz yeterlidir,” denilmesiydi. Tabiî ki böyle söylenmiyor. Şu tarihe kadar şu kadar miktarı, şirket merkezine veya her birisi şirketin bir şubesi gibi çalışan şu veya bu yurttaki hocaefendiye yatırınız,” deniliyor. 

Hepimizce ma’lumdur ki, bu çocuklar, dar gelirli veya fakir aile’lerin çocuklarıdır. Aile’leri, bu çocukların aylık masraflarını bile karşılamakta zorluklar çekmektedirler. Arkadaşlarından geri kalmak istemeyen bu çocukların halet-i Rûhiyelerini hiç hisab edebilir misiniz?

Çâresiz, bu çocukların aile’leri, yüz kızartarak birilerinden borç alarak çocuklarını umre’ye göndereceklerdir. 

Kredi Kartı veya Bankart ile, taksitle umreye gidenlerin vaziyeti:

Azîz Kardeşlerim. Verdiğiniz Kart’larınıza en az, dokuz veya farklı vâdelerde size taksit imkânı te’min eden Şirketiniz, sizin adınıza Banka’dan bu meblağı def’aten, kredi olarak çekmektedir. Benim tespitlerime göre, vâde her ne kadar 9 taksit görünüyorsa da, ödeme hemen başlatıldığı için ortalama vâde 4,5 aydır. Vâde kısa olduğundan nispeten düşük nisbette faiz uygulanıyor. Yine tespitlerime göre 9 taksitten birisi, faiz olarak Bankaya ödeniyor. 

Bu şu demektir, herhangi bir kimse kerdi veya banka kartı vererek taksitli umre ziyaretine gidiyorsa, faiz ödeyerek gidiyor, demektir. Faizi alan Banka, Faizi veren umre ziyaretçisi, faize tavassut (aracılık) eden de Tur-Seyahat şirketidir. Nâfile Umre Ziyareti için, faiz vermek, faiz vermeye aracılık etmek! 

MES’ELE’NİN ŞER’Î VECHESİ: 

Borç edinerek Umre-Nâfile Hacc’ın Şer’i Şerife göre hükmü: 

Riba-Faiz ile borçlanarak umre-nâfile hac bir tarafa, ödünç, (Karz-i Hasen) olarark alınan para ile de, umreye-nâfile hacc’a gidilemez. 

İslâm Hukuku açısından, herhangi bir mü’minin, ailesinin nafakasını te’min dışında borçlanması aslâ caiz değildir. 

Herhangi bir Müslüman, Umre-Nâfile hacc’ı eda etmediği için sorumlu değildir. Âhirette azabı, dünyada da ayıplanmayı, kınanmayı mûcib değildir. Fakat, borç alınır, umre’ye gidilir-gelinir, borç zamanında-Vâdesinde, ödenemediği takdirde veya hiç ödenemez bir vaziyet hâsıl olduğunda, dünya’da ayıplanır, kınanır, ahirette azabı vardır. En önemlisi de kul hakkına taalluk ettiği için âhirette muhasebesi en zor olan bir vebâl teşkil eder. 

Riba-Faiz, Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimizin en zecrî yasaklarından-haramlarından birisidir; Ribâ ile alakalı, âyeti kerime’ler, Kur’ân-ı Kerim’de en son nâzil olan âyeti kerime ki, Bakara Suresi’nin, 281 âyetidir, 278, 279, 280. Ayetleridir. Meâl-i Âlî’leri şöyledir: 

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcud faiz alacaklarınızı terk edin.” 

“Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resûlü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz sermayeniz sizindir, ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” 

“Eğer borçlu darlık içinde ise, eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer (gerçekleri) anlarsanız bunu sadaka (veya zekâta) saymak sizin için daha hayırlıdır.” 

Ribâ, Sevgili Peygamberimizin veda hacc’ı sırasında, Cihanşümûl insan hakları Beyânnâme’sinde “Ayağımın altındadır”, diyerek iptal ettiği muamele faiz muamelesidir. Ve ilk iptal edilen faiz muamelesi ise, amcası, Abbas bin Abdülmuttalib’in riba muamelesidir. 

Allah ve Resûlüne harb ilân ederek Umre-Nâfile hac yapmak?!...