Cumhuriyet tarihinin en önemli halk oylamasını geride bıraktık.

Ortada bir taslak metnin olmadığı dönemde neredeyse her partinin “Bu anayasa değişmeli…” dediğini, ama iş ciddileşip masa kurulunca ana muhalefet partisinin “masayı devirme girişimlerinin” yaşandığını tarih elbette kaydetti.

Sükunetli günlerde Kılıçdaroğlu’nun, “Türkiye’yi bu darbe anayasasından kurtaralım” söylemlerinin ne kadar altı boş olduğunu, iş ciddileşince gördük.

“15 Temmuz işgal girişimin” bastırılmasından sonra, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin “Darbenin ürünü olan, darbelere yol açan bu anayasanın değiştirilmesi gerekiyor. İktidara da muhalefete de çağrıda bulunuyoruz, gelin bu anayasayı değiştirelim” çağrısına, yıllardır zaten bunu isteyen AK Parti olumlu yaklaştı ama CHP, “yaraya merhem olmayı” her zamanki gibi reddetti.

CHP katılmayınca sonuçta “AK Parti ve MHP’nin üzerinde uzlaştığı” bir değişiklik paketi oluştu. Mecliste görüşüldü, halk oyuna sunulacak kadar destek aldı.

Meclis görüşmelerinde CHP ve HDP’li milletvekillerinin sergiledikleri tavrı şimdi hatırlatıp yazıyı uzatmayalım, ama unutmayalım da!

Kampanya dönemi olağanüstü siyasi söylemlere sahne oldu.

Bilhassa CHP Genel Başkanının “Başbakan başka partiden, Cumhurbaşkanı başka partiden… Bakın siz o zaman kavgaya” şeklindeki sözleri “siyasi gaflar tarihinin” zirvesine yerleşti.

Öyle ya… Anayasa, Cumhurbaşkanına partili olma yolunu açacak, ama Başbakanlık makamını da kaldıracaktı. Değişikliğin en önemli maddelerinden biri buydu zaten. Çift başlılık ortadan kalkacaktı. 

Benzer bir durum, yine Ahmet Hakan’ın programında CHP’nin potansiyel Genel Başkan Adayı Muharrem İnce’nin başına gelmişti. Hakan’ın “Hep söylüyorsunuz; ‘anayasa değişirse Cumhurbaşkanı muhtarı da kapatır, lokantayı da kapatır, eyaleti de getirir’ diyorsunuz, gösterin bana, ‘Cumhurbaşkanı şu maddeye dayanarak yapar bunları’ deyin. Hangi maddeye göre yapacak bunları?” çıkışı karşısında İnce’nin “Ben maddeleri yanımda getirmedim, zaten burada okusak da halk bundan bir şey anlamaz” demesi; şahsen halk adına üzücüydü. Netice de hepimiz bu ülkenin dilini biliyorduk oysa!

Gaflara bakınca renkli bir dönem yaşadığımızı söyleyebiliriz. En azından güldük. Ama siyasetimiz adına üzüldüğümüzü de söylemeliyiz.

Üzücü en önemli söylem maalesef CHP Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Konya Milletvekili Hüsnü Bozkurt’tan gelmişti.

Maksadını aştığını düşündüğümüz ifadelerinin “…Evet çıkması halinde İzmir’den denize dökme…” şeklinde tezahürü elem vericiydi.

Es geçilemeyecek olan esas konu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası değişirken, Almanya ve Hollanda başta olmak üzere pek çok Avrupa Ülkesinin “hayır” propagandası yapması, hatta “gangster filmi afişi gibi”, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şakağına silah dayanmış dev posterlerin caddelere asılmasıydı.

Yine “hayır” propagandası yapacak olan siyasilere batılı ülkelerin kapıları açılırken, mesela Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun programları iptal edilmiş, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, Hollanda’da saatlerce arabasında polis kuşatması altında mahsur kalmış, daha sonra sınır dışı edilmişti.

Bütün bunlar “evet’ tercihini önlemek içindi.

Gelelim halkoylamasına…

İnsanlar basit hesaplarla, 2015 Kasım Genel seçimlerinde AK Parti MHP ve BBP’nin aldığı oy miktarının referandumda da tezahür edeceği bir tablo beklentisine kapılmış durumdaydı. En azından, yüzde 51.4’lük “evet” ten sonra eleştirilerin bu minvalde olduğunu görüyoruz.

Oysa, her seçim döneminde halkın kendine uygun gerekçelerle “başka tercihler” yaptığını, bunun adının da “demokrasi ve hürriyet olduğunu” unutuyoruz.

Anayasayı yürürlüğe koyan oylara üç parti dışından; mesela CHP, SP, HDP seçmenlerinden de oy verildiğini görmek gerek. Bilhassa güneydoğuda, “evet” oylarının, 2015 seçimlerindeki AK Parti oylarının çok üzerinde olması bunun göstergesidir. Bu oyları “PKK değişikliği destekledi” şeklinde yorumlamak ta Kürt halkına ihanettir. 2015 seçimlerindeki sıkıntılı durumların ortadan kaldırılmış olmasının tezahürü olarak bu defa bölge halkı tercihini özgürce yapabilmiştir.

Buna karşılık AK Partiden olduğu gibi MHP’den, BBP’den de de red oyu verenler olmuştur.

Neticede Türkiye genelinde halk demokratik tercihini çoğunlukla “evet” ten yana kullanmış ve anayasayı değiştirmiştir.

1982’deki “Anayasanın aleyhinde yorum yapmanın yasak olmadığı” ama muhalefetin içi boş cümlelerle “hayır” dediği bir devir yaşadık.

Sonra malum; sayım sonuçlarının değişmeyeceğinin matematiksel olarak anlaşılmasına kadar umutla bekledi muhalefet. Gerçek görüldüğü anda da “Mühürsüz pusulalar” bahanesi ortaya atıldı.

İtirazlar edildi, “hayır” diyen vatandaşlar sokağa çağrıldı. Gezi ruhu diriltilmeye çalışıldı.

YSK, mühürsüz pusulaların dışarıdan getirilmediğinden emindi oysa.

Sandık kurullarına “sayılı verilen” filigranlı özel basım pusulaların, korsanlarıyla değiştirilmiş olduğuna dair de bir delil yoktu.

Hatta, mühürsüz pusulaların kullanıldığına dair,, gün içerisinde hiçbir sandıkta itiraz tutanağı da tutulmamış; tam tersi, bazı sandıklarda “mühür basılmamış pusulaların tespit edildiği ve kullanılmasının uygun görüldüğü yönünde parti temsilcilerince tutanak tutulduğu da ortaya çıkmıştı.

Buna rağmen CHP önce YSK’yı zorladı, itham etti. İtirazları reddedilince de konuyu anayasa mahkemesine götüreceğini söyledi.

Esas acı olanı ise; “hain ruhlu” kimi insanların  evet çıkınca, “NATO Türkiye’ye müdahale etsin” çağrıları var ki, bunu ne insan haklarıyla ne demokrasiyle izah edebilirsiniz. Cezaların en ağırı bu çağrıların sahipleri için yürürlükte ve uygulamada olmalıdır.

Küçük ama mühim bir hatırlatma ile bitirelim;

Daha iki yıl önce, 2015 Haziran genel seçimlerinde CHP “Mühürsüz oyların kabul edilmesi” itirazında bulunmuş, YSK’da “Bu durum sandık kurullarının hatasıdır” diyerek itirazı kabul edip mühürsüz oyları geçerli saymıştı. O seçim AK Partiden tek başına iktidar imkanını almıştı.

Bugün gelinen noktada aynı CHP, “mühürsüz oyların iptal edilmesini yoksa, Anayasa mahkemesine, olmazsa Avrupa Mahkemelerine gideceğini” söylüyor.

Parti aynı, başkan aynı, yönetim aynı, tavır farklı.

Söyleyin Allah aşkına, siz hangi CHP’densiniz?