Sıla-i Rahm, İçtimâî hayatımızda, bilhassa, akraba ve tallukatın, uzak mesâfelerde de yaşasalar, irtibatlarının devamı, karşılıklı tesânüdün, muhabbetin devamı için en, ehemmiyetli farz’lardan birisidir. Filhakîka, asrımız, iletişim ve haberleşmenin çeşitlendiği, hızlandığı bir asırdır. Dünya’nın herhangi bir kıt’a’sındaki en ücrâ köşesinden, bir başka kıt’a’daki ücra köşe ile iletişim ve haberleşme saniyeler içerisinde gerçekleştirilmektedir. Arzu edilirse bu iletişim ve görüşme-haberleşme, görüntülü olarak da yapılabilinmektedir. Ama, hiçbirisi, vechen an vechin, yüzyüze ve canlı ziyaretin yerini tutmaz. 

Sıla-i Rahm için, toprağın üzerinde kalanları ziyâret, toprağın altındakilerin ayak uçlarında birer Fâtiha ve üçer İhlâs okumak üzere, doğduğumuz, on yaşına kadar büyüdüğümüz, Ecdâdımız ve Ceddâdımızın, bin yıldan fazla bir tarihten beridir vatan edindikleri topraklardayız. 

BEYŞEHİR, Selçuklu Sultanı, Alâeddin-i Keykûbât’ın, “Cennet, ya burasıdır, ya da buranın altındadır,” dediği yerdir. Beyşehir, Beylikler döneminin en büyük ve parlak Beyliği, sınırları, bütün Göller Bölgesi, Afyonkarahisarı’na kadar uzayan, Beyoğlu bir Bey’in, Eşrefoğlu, Süleyman Seyfeddin Bey’in Beyliği’nin Başkenti. 

Anadolu Selçuklu Devletimizin Yazlık Başkenti. Beyşehir’de, dünya’nın en büyük tatlı su göllerinden, Türkiye’nin üçüncü, Van Gölünden sonra 2. Tatlısu Gölü bulunuyor. Van Gölü çevresindeki il ve ilçeler Van Gölü’ne “Deniz” derler, biz de, Beyşehir Gölü’ne Beyşehir Denizi derdik. Göl kenarlarına “Denizkenarı,” Göl’ün dalgalarının vurduğu sahillere de, “Denizyalısı” derdik. 50-60 yıl önce, çocukluk yıllarımızda, Göl’ün karşı kıyılarında Karayolu olmadığı için, tıpkı, Selçuklu’lar zamanında olduğu gibi, ulaşım gemilerle yapılırdı. 

Beyşehir, Selçuklu Devletimizin Yazlık Başkenti olduğu yıllarda Gölün karşı kıyısında, dünya’nın, Merkezî sistemle ısıtılan ilk Saray Kompleksi, KUBADABAD Sarayı bulunuyordu. Saray Kompleksi içinde bir de TERSÂNE vardı. Bu Tersâne’de inşa ettirilen küçüklü-büyüklü teknelerle göl içinde Takımadalar ve Göl kıyısındaki köy ve kasabalar arasında Seyr-ü Sefer bu teknelerle yapılıyordu. 

Kubadabâd Sarayı, devrine göre, pek çok yeniliklerin uygulandığı ve üstün Estetik bir sa’at anlayışını aksettiriyordu. 

Osmanlı’nın Edirne ve İstanbul eski saraylarına ilham vermişti. Kazı çalışmaları uzun yıllardan beridir devam eden, saray kalıntıları, eşsiz, değerdeki obje’ler, Konya-Karatay Müzesinde muhafaza edilmekte ve sergilenmektedir. Sırf, KUBADABÂD Sarayı kalıntılarını görmek için bile Beyşehir’e gelinir. 

Beyşehir, Konya, Isparta, Antalya üçgeninde, Antalya-Akseki, İbradı’ya, Isparta Şarkîkaraağaç’a komşu, Hinderlandında, Derbent, Derebucak, Doğanhisar, Hüyük, Ilgın ve Seydişehir İlçe’lerinin bulunduğu, Merkezî konumda, tarih, kültür ve hayat şehridir. 

Sultan Alparslan, 1071 Malazgirt Zaferiyle, nasıl ki, Anadolu’nun kapılarını Ebed-Müddet, Yüce İslâm Dini ve Aziz Milletimiz için açmışsa, Selçuklu Sultanı, Sultan 2.Kılıç Aslan’ın Miryokefalon Savaşında Bizans İmparatoru, 1.Manuil ve Bizans ordusunu, Beyşehir-Konya arasındaki Halkımızın günümüzde, “Bağırsakdere” dedikleri mevki’ide mağlup etmesi üzerine, Anadolu’nun kapıları, Ebed-Müddet, kâfirlere kapatılmıştır. Ne zaman? Sultan Alparslan’ın Anadolu’nun kapılarını açmasından tam 101 sene sonra 1176 yılında... 

MİRYOKEFALON SAVAŞI NEREDE CEREYAN ETMİŞTİR? 

Cumhuriyet dönemi tarihçilerimiz, maalesef, Kutü’l amâre, Miryokefalon zaferleri gibi, Tarihî-Millî Zaferlerimizi es geçtikleri için yakın zamanlara kadar Azîz Milletimizin bu zaferlerden haberi olmamıştır. Bu sebeple, Miryokefalon Savaşına, Denizli-Çivril, Isparta Eğirdil ilçeleri tesâhup etmişlerdir. Ama, tarihçiler bu savaşın ve zaferin, Beyşehir-Konya arasındaki, “Bağırsakdere” mevkii’nde cereyan ettiğini ve zaferin burada kazanıldığı hususunda müttefiktirler. 

NİHAYET BİTME NOKTASINA GELİNMİŞTİR: 

Akdeniz Bölgesindeki Antalya’yı, Konya’ya ve oradan diğer İç Anadolu Bölgesi illerine, hususiyle Kapadokya-Nevşehir’e, en kısa, 12 ay 7/24 Seyr-ü Sefere ulaşıma açık kalacak bu güzergah yol projesi, 1950’li yılların ortalarında plânlanmıştı. Devletimizin yüzakı müesseselerinden, Karayolları Umum Müdürlüğü, zamanında siyâsî tercihlerle değil, bilimin, mühendisliğin, coğrafî ve fizikî gerçeklerin ışığında hareket ederdi. Yol güzergahları tespit edilirken, mesâfesi kısa, yol inşâ sırasında zorluk dereceleri aşağılarda, köprü-menfez, viyadük ve sa’at yapılarının asgarî de olduğu güzergahlar seçilirdi. Devrin Karayolları mühendisleri, T.H.K’munun küçük, pır pır uçakları ile Antalya-Konya arasında en uygun güzergahı tespit etmişler, “T” harfi şeklinde kireçle beyazlaştırılmış işâretler koydurmuştular.

Araya ihtilâller girdi. Hükûmetler değişti. Yeni yeni, siyâsî tercihler ortaya konuldu. Karayolları Umum Müdürlüğü ne zaman bu projeyi gerçekleştirmek için harekete geçse, devrin Siyâsî Otoritesi engeller çıkardı. Zamanla bu proje nisyana terkedildi. Plândan tamamen düşmesin diye, her yıl, bütçe kanunlarında 1 TL. hayır, yanlış okumadınız, sadece Bir TL tahsisat konularak yıllarca ihmal edildi. 

Süreç’te, Konya Milletvekillerinden, Seydişehir’li, Bozkır’lı, dişli milletvekilleri, Ulaştırma Bakanlığı’na ve Karayolları Umum Müdürlüğü’ne baskı yaparak, Konya-Seydişehir, Akseki, Manavgat güzergah’ında yeni bir yol projesini devreye aldırdılar. Bu yol, mesâfe olarak çok daha uzun, 12 ay 7/24 Seyr-ü Sefere uygun bir yol değildir. Güzergah’ta, dağlar, beller var. Ekim ayından i’tibâren diğer yılın Mayıs ayına kadar buzlanma ve ağır kış şartları dolaysiyle yol sık sık, trafiğe kapatılır. Türkiye’de belki de yalnız bu yol güzergahında, “Firar Yolları” kazaya sebebiyet vermemek, önündeki vasıtaya veya karşıdan gelene çarpmamak için kaçış yolları yapılmıştır. Belden inerken-çıkarken, sık sık, “Firar Yolu,” levhasını görürsünüz. 

20 yıldan fazla bir zamandır, Konya-Beyşehir arasındaki bölünmüş yolun bitmesini hep merâk etmişimdir. Her yıl, görüştüğüm Karayolları Umum Müdürlüğü salahiyetlileri, Beyşehir İlçe’mizin Kaymakamı, Belediye Başkanı, her def’asında, “İnşâ Allah! Bu yılın sonunda bitecektir,” derlerdi. 

Bu yıl artık gidenlere-gelenlere sordum. “Bitti” dediler. 

İnanmadım-inanamadım. Öyle ya, bu yol inadına bitirilmediği için hikayelere, Darb-i Mesellere konu ediliyordu. Aşıklar, sevgililer, yeni evliler, birbirlerine, “Aşkım, Aşkımız, İnşâ Allah! Konya-Beyşehir Yolu gibi olsun hiç bitmesin,” diyorlardı. 

Hem Konya-Beyşehir Yolunun son durumunu görmek, hem de, Hazreti Mevlânâ’nın Şahs-ı Ma’neviyye’sinde, Konya’mızda medfûn, bütün Ricâl-i Ma’neviyye’yi ziyâret maksadıyla Ailecek Konya’mıza gittik ve Beyşehir’e döndük... Hep söylenir ya, “Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, gördüklerini anlat!” Beyşehir-Konya istikametinde 20 ilâ 30 km. arasında, asfaltlama ve yol çizgileme dolaysiyle, 7 km.’lik kısmında trafik tek yönden verilmektedir. Yine Beyşehir-Konya istikametinde, Kızılviran sapağından, Belbaşına kadar yaklaşık, 500-600 metrelik bir mesâfede yol açma ve genişletme çalışmaları dolaysiyle trafik geliş yönünden verilmektedir. Gerçekten bu yol şu an için tam olarak bitirilmemiş ise de, yıl sonuna kadar İnşâ Allah! Bitirilir. 

Konya-Beyşehir Yolunun tamamlanan bölümü tamamı, sıcak asfalt kaplamalı, tatlı meyiller ve keskin olmayan virajlarla mükemmel, otoban seviyesinde mükemmel bir bölünmüş yol... 

ALİ AK HOCA DA HAKK’A YÜRÜDÜ. 

Bilmiyorum, bilemiyorum, daha kaç ağabey ve Kardeşimiz için bu başlıkla yazılar yazacağım. Allah uzun ömürler versin, Seyfeddin Alkan Ağabey’e, “Ağabey, Hazretimiz, (k.s.) ile, yadı Cihâne değer hatıratınız var. Çok ehemmiyetli tespitleriniz de var. İzin verirseniz, bunları yazayım. Gelecek nesillere, ihvân ve ahavâta doğru ve sahih bilgiler bırakalım,” demiştim de. “Ben ebediyyete intikâl ettiğimde yazarsın,” diye müsaade etmedi. 

Ali Ak Ağabey, 1939’da, Tarsus’ta doğdu. Mürşid-i Kâmil ve Müceddid’in Medrese’lerinde okudu. Lise’ye kadar eğitim kademelerini dışardan bitirdi. Diyânet İşleri Başkanlığı’nca açılan, müftülük-vâiz’lik imtihanını kazandı. Taşköprü, Daday ve Divriği ilçe’lerinde vaiz’lik yaptı. 1977 yılında, devrin Adalet Partisinden İçel-Mersin Milletvekili olarak seçildi. Merhûm Büyüğümüz, Kemal Bey Ağabeyimiz ve Şerafeddin Paker ile birlikte, 1977-1980 yılları arasında, Parlamento’da bizi temsil etmişlerdi. Devrin Başbakanı, Süleyman Demirel bir mülakatımızda, “Sizinkiler üç kişi ama, bir orduya bedel çalışma yapıyorlar,” demişti. 

12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmetinden sonra, Câmia’mızı, muhtelif bâdire ve tehlikelerden kurtarmak ve korumak için, muhtelif çevrelerle, bu arada, Diyânet ile, Merhûm Büyüğümüzün emri ve izniyle, Te’lif-i Beyn çalışmalarını Mehmed Arıkan, Ali Ak Hoca’larımızla beraber yürütmüştük. Yakın siyâsî tarih ve dinî hayatımız bakımından müthiş bir hafızası vardı. Yakın tarihle alakalı bir yazı yazacağımda kendisine müracaat ederdim. Zengin bir arşivi olduğunu da zannederim. Bu arşivi ailesi bir şekilde değerlendirecektir... 

Ali Ak Ağabey, 03.Ağustos 2018 Cum’a Günü, Bolu da Kaplıcalarda iken, geçirdiği Sekte-i Kalp neticesinde ebediyyete intikâl etmiştir. Cenazesi, 04 Ağustos 2018 Cumartesi günü, İstanbul-Ümraniye, ULUCAMİİ’de ikindi namazını müteâkip kılınan cenaze namazından sonra, Karacaahmedsultan Kabristanlığı’nda ebedî istirahatgahına tevdi edilmiştir. 

Bu arada Çok Değerli Kardeşim, Mevlûd Şimşek Bey’in geçtiği SMS’den, büyük bir te’essürle öğrendiğime göre, Sabık Çatalca Müftüsü, Merhûm, Lütfi Davran’ın, Lütfu Ağabey’in, büyük oğlu, Mustafa Davran Kardeşimiz vefat etmiştir. 

Merhûmlara Rabbimizin vâsî rahmetini temennî ederken, ailelerine, yakınlarına Sabr-u Cemîl, Ecr-ü Cezîl niyaz ederim....