Resûl-i Ekrem’in en yüksek karakteri (seciyesi) doğruluğu ve bütün insânî faziletleri nefsinde toplamış bulunmasıdır; 
“Andolsun ki, Resûlüllah, sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için bir örnektir.” (Ahzâb 33/21) 
Peygamber’imiz, hilkaten (yaratılış’tan) ve ahlâken en yüksek bir fıtratta idi. Peygamber’imizin yüksek fazilet’lerini burada saymaya kalksak, hem mevzu’un haricine çıkmak olur hem de cild’ler dolusu kitap’ların mevzu’unu bu dar çerçeveye hapsetmek olur. 
Ancak, Peygamber’liğinin en büyük alâmet (nişâne’lerinden)lerinden olan doğruluğundan ve eminliğinden kısaca bahsedip, en büyük, dâima mu’cizesi, Kur’ân’dan bahsedeceğiz. (Aynı zaman’da Kur’ân ayı da olan Ramazan-i Şerif ayın’da, Kur’ân mu’cizesinden bahsetmek güzel bir tevâfuk olmuştur.)
Muhâlif (kendisine karşı olanlar), muvâfık (kendisinin yanında olanlar), bütün kavmin i’tiraf ve tasdîk ettiği bir hakîkattir ki, Resûlüllah, ne cahiliyyet, ne de İslâm devrine ait hayatı boyunca hilâf-ı Hakîkat söz söylemiş değildir. Onun sözünden, özünden ve her türlü hâl ve hareketinden herkes emin idi. Bu i’tibarla kavmi tarafından câhiliyye devrin (el-Emîn) lakabı verilmiş, en mühim ve müşkül (çözümü çok zor), kabileler arası nizâ ve ihtilaflarda hakem ta’yin edilerek büyük mukâtele ile çok kanlı bitecek ihtilâfları bile, sulh yoluyla halledilmiştir. Bu derece sadakat ve emniyeti haiz olan bir zât’ın nübüvveti ve Allah tarafından vahiy ve ilham olarak tebliğ ettiği ahlâkî umdeler (esaslar) bu suretle ve mantıkî olarak da kabul edilmesi gerekir. 
Kimi, Şîa âlimi müsveddeleriyle, Ankara Okulu mensup’larının Allah’ın Kitab’ı, Kur’ân-ı Kerim hakkında ortaya attıkları şen’î iftira ve bühtanlar, elbetteki, ehl-i Sünnet mensubu Müslüman kardeşlerimiz arasında trilyonda bir ihtimal dahî, herhangi bir şüpheye sebep olmamıştır; fakat yine de, Peygamber’imizin en ulvî ve en dâimî mu’cizesi olan Haz.Kur’an-ı, Kur’an-ı Kerimi bir kerre daha yazmak icap etti. 
RESÛLÜLLAH’IN KUR’ÂN MU’CİZESİ:
Peygamber’imizin en yüksek ve en dâimî olan mu’cizesi Kur’ân-ı Mübîn’dir. Asrı Saadet’den zamanımıza kadar tek bir kelimesi, tek bir harfi ile taarruza (saldırıya), tahrife uğramadan, devam edegelmiş ve her asırda o asrın muhâli, muvâfık bütün mütefekkirleri tarafından onun bu sûretle ma’sûniyyeti (korunmuş olması) fesahat ve belâgati, ilâhî kitapların gönüller üzerindeki te’siri ve hidâyeti, i’caz ve tehaddîsi (meydan okuması), ihtiva ettiği medenî, içtimâî ve ahlâk’i kâideleri cihetlerinden incelenmiş, hâla da incelenmeye devam olunmaktadır. Bu cihetle, Kur’ân gibi devamlı bir mu’cize hiçbir Peygamber’e verilmemiştir. Yine bu i’tibarla, mu’cize isteyenlere cevâben; 
“Ona Rabbinden (başkaca) mu’cizeler indirilmeli değil miydi?” derler. De ki; mu’cizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise, sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebût 29/50) 
“Kendilerine okunmakta olan kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmez mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.” (Ankebût 29/51) 
Kur’ân-ı Kerim, Peygamber’imizin dâimî mu’cizesi olduğu için i’caz ve tehaddîsi (Allah’tan başka herkesi aciz bırakan ve meydan okuyan) de, dâimdir, her asırda bütün dünya’ya meydan okuyarak bir benzerinin vücuda getirilmesini istemiştir. Fakat hiçbir kimsenin buna muktedir olamayacağını da haber vermiştir. 
“Aziz Peygamber’im, muhâliflerine de ki; şu Kur’ân’ın bir benzerini meydana getirmek için bütün insanlar ve cin’ler bir araya toplansa da birbirlerine yardım etseler bile, bir benzerini vücuda getiremezler.” (İsrâ 17/8) 
Tehaddî’de tenzilat yapılarak “Yoksa” Onu (Kur’ân’ı) kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki; Eğer doğru iseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da, siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin.” (Hûd 11/13) 
Bu tehaddî ve meydan okuma daha az bir hadde indirilerek, “Eğer kulumuza indirdiklerimizden (Kur’ân’dan) herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, hadi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın.” (Bakara 2/23) 
Bu tehaddî (meydan okuma), Yunus Sûresinde de tekrar buyrulmuştur. “Yoksa, onu (Muhammed) uydurdu mu diyorlar? De ki; Eğer sizler doğru iseniz Allah’tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sûre getirin.” (Yunus 10/38) 
En sonra da tehaddî en asgarî hadde indirilerek, “Yâhut” onun kendisi uydurdu!”mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmezler. Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler.” (Tûr 33, 34) 
Aziz Peygamber’imiz, Allah’ın vahyi ve ilhamı ile beşer zekâ ve irfanının bu cihânşümûl kitaba bir benzerinin getirilmeyeceğinden emin idi. Bu emniyet ve kanaatle bütün muârızlarına karşı: “Hayır! Bunu yapamazsınız-Ebedî yapamazsınız da ya- o ateşten sakınınız ki, onun çırası, insanlar ve taşlardır. Bu ateş kâfirler için hazırlanmıştır.” (Bakara 2/24) 
Tarihin seyri Kur’ân’ın bu iddiasını ve da’va’sını tasdik etmiştir. İslâm’ın ilk devirlerinde, Kur’ân-ı Kerim nüzûle başladığında, muarızlar tarafından edebî sahada bunun tecrübeleri yapılmış ve Kur’ân âyet’lerinin benzerleri şiirler inşâa edilmeye cür’et edilmiş, fakat bu teşebbüslerin hepsi de hüsran ile sonuçlanmıştır. 
Kur’ân’ın mu’ciz bir Kitab-ı Mübîn olduğunda bütün İslâm mütefekkirleri müttefiktirler. Ve hepsi de birbirinin mütemmimi olarak mütaddid i’caz vecihleri bildirmişlerdir; nazmi, fesahat ve belâgati, insanların vicdanları üzerindeki te’siri, gâip’ten haber vermesi cihetleri birer i’câz sebebi olarak kabul edilmiştir. Bunlardan birisi ve en mühimmi ise, Kur’ân’ın o tarihe kadar hiç bir dinin, hiç bir medinî teşekkülün tebliğ etmediği adalet ve medeniyyet umdelerini tebliğ etmiş olmasıdır. En bedevî ve iptidâî bir muhitte tahsil görmeyen ve okuma yazma bilmeyen bir ümmî tarafından ortaya konulması ise, hârika’ların hârikasıdır. 
İslâm dininin zuhurundan asırlar geçtikten ve nuru her tarafa yayıldıktan sonradır ki, uyanma devri girmiş ve adalet medeniyet duyguları uyanmaya başlamıştır. 
Bilindiği gibi, Fransa inkılabı üzerine bir Hukuk-u Beşer beyannâmesi neşredilmiştir. 17 maddede hulâse edilmiş olan bu beyânnâme’nin metni de tamâmiyle Kur’ân’ın tebligatından mülhemdir. İhtilâlciler beyânnâme’yi hazırlarken, bütün inançların ve içtimâî teşekküllerin hukukunun çıkış noktalarını araştırmışlardı. 
Bu sırada, Kur’ân’ın adalet ve hürriyet prensiplerini gören ve hey’etin en mühim bir rüknü kabul edilen ihtilâlci, La Fayette hayretle “Ey Şanlı Arap! Aşkolsun Sana! Adâletin tâ kendisini bulmuşsun,” diye haykırmıştı. 
İhtiyaca binâen, veya münkirlerin habtedilmelerine mebnî olarak, bir def’aya mahsus, Peygamber’imizin elinde zuhur eden, Mübârek parmaklarının arasından bir orduyu kandıracak kadar su akması, az bir miktar rızkın herkesi doyuracak kadar artış görmesi gibi pek çok mu’cize, Hadis Külliyatında ve siyer kitaplarında geniş yer almıştır. Ayrıca Peygamber’imiz, mu’cize olarak, Allah’ın izniyle geleceğe dâir ba’zı haberler vermiştir. 
Geleceğe ait haberlerle alakalı mu’cizelerine misâl olmak üzere, son bir mu’cizeyi ve Nübüvvet nişânesini nakledip, şimdilik, bu bahsi kapatacağız. 
Hazreti Âişe Annemiz der ki; Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, vefatına müncer olan hastalığında, kızı Fâtıma’yı istemişti. Hakîkaten babası gibi yürümek i’tiyadında olan (alışkanlığında) Fâtıma o sevimli haliyle geldi. Resûlüllah: Merhaba Kızım! dedi. Ya sağ veya sol tarafına oturttu. Sonra ona gizlice bir şey söyledi. Bunun üzerine Fâtıma ağladı. Sonra Resûlüllah gizlice bir söz daha söyledi. Fâtıma buna da güldü. Hüzün ve kedere pek yakın böyle bir ferah ve süruru o güne kadar hiç görmemiştim. 
Fâtıma’ya ben: 
- Resûlüllah ne söyledi ki, ağladın, sonra ne söyledi ki, güldün? diye sordum. Fâtıma: “Resûlüllah’ın sırrını ifşa edecek değilim,” dedi ve Resûlüllah vefat edinceye kadar söylemedi. Sonra yine sordum. Fâtıma: 
- Babam bana önce; Her sene Cibril ile bir kerre Kur’ân mukâbele ederdik. Bu sene müzâkere için iki defâ geldi. Bu hastalıkla hayatımın sona ereceğini sanırım! dedi. Ben ağladım. Sonra ehl-i Beyti ve ailesi halkından kendisine en önce benim kavuşacağımı, ve cennet kadınlarının ulusu (Efendisi) olacağımı söyledi. Buna da sevindim. Güldüm, dedi. 
Peygamber Efendimizin Dâr-ı Bekâ’ya intikâlinden, altı ay sonra ve Resûlüllah’ın ailesi içinde en önce Hazreti Fâtıma vefat etmekle Peygamber Efendimimizin bu haberi elbetteki nübüvvet mu’cizeleri cümlesinden olarak bu bâb’ta zikredilmiştir. 
Rabbim kendisine hayırlı ümmet olmayı ve Şefâati Uzmâsı’na nâil olmayı cümlemize nasîp eylesin? Âmiiiiiiin!..