NECİD,  İRAN,  IRAK  HAKKINDA    PEYGAMBER’İMİZİN   BİR    MU’CİZESİ !.. (2)

Mealini,  şerh  ve   izahını   verdiğimiz, Sa’d   İbn-i  Ebî  Vakkas  Hadis’inde,  Sevgili  Peygamber’imiz,  salla’llâhu  aleyhi  ve  selem  Efendimiz,  ağır  hasta  halinde,  ziyarette  bulunduğu,  Sa’d   İbn-i   Ebî  Vakkas’ı   teselli  buyururken, ehli  İslâm  toplumunun  temel  taşı,  üssü’l-sâsı, aile  yapısını  takviye  eden,  bir  zarafet  ve  letâfete  de  işaret  buyuruyorlar.Hadisin  Metninde: “  Hattâ,  Tec’alü  fî, feyy-i’mraetik,”=  Hatta,(  yemek  yerken)  hayat  yoldaşının( Refika’nının,  Zevce’nin)  ağızına  verdiğin  lokmadan  da  me’cur  olursun,” ( sevab  kazanırsın) – Türkçe’mizde, eşler,  biribirlerine  hayat boyu iyi  muamele  ettiklerini,  hep  iyilik  yaptıklarını  ifade  için,  mecâzî olarak,” seni  hep  kendi  elimle  besledim,”derler...

Bu  Haris’ten,  müçtehid’lerin  istifade  ederek,  ortaya  koydukları  fıkhî   hükümler’den  ba’zıları  da  şunlardır: Kişinin  varislerin  hakkını  mahfuz  tutarak,  malının  bir  kısmını  hayır  cihetlerine  sarf  ve  infak  etmesi,  müstehabdır. Aynı  suretle,  sıla-i  rahme  teşviki,  akraba  ve  taallûkata  rağbet  etmeyi  de  ihtiva  etmektedir. İnsanın  işlediği  her  hayır  ve  ibadetten  ancak  sevab  kazandıracağı,  şeriatın  esasına  göre  mübah  olan  işlere  bile,  bu  işler  yapılırken, Allah’ın  rızası  kasdedildiğinde  mübah  olan  o  fi’il’in,  mahz-ı  tâa t   ve   dolaysiyle,  sevabı  mucib  ve  fazilet  olacağı  da  istifade  olunur...

Resûl-i  Ekrem  sala’llâhu  aleyhi  ve  selem  Efendimiz  en  mühimme-i  diniyye   huzûr-ı   dünşyeviyye’nin  en  lâtif  ve  ziyade    melekî  olan   bir  misal  ile  tenbih  buyurmuşlardır,  ki,

 “Müdâabe,” = mizaç,latife’dir. Yâ’nî,  kişinin  refîka-i  hayâtının(  hayat  arkadaşının)  ağzına  lokma  vermesidir.  Mekârim-i  ahlâkın( ahlâkî   güzelliklerin)  yeğâne  bir  mürşidi  olan  Hatem-i  Enbiya  Efendimiz,  beliğ  bir  vecize  ile  aile  bağını  sağlayan  ve  aile  saâdetini  te’min  eden  bir  nev’i  mücâmele   ve   latîfe’lerin   zevc  ve  zevce(  karı-koca)  için  vesile-i  hayır  ve  sevab  olduğunu  ta’lim  buyurmuş  oluyorlar.  Aile  hayatında  pek  ziyada  lütufkâr  ve  son  derece  şefkatli  olan  Resûl-i  Ekrem  Efendimiz  bu  vecizelerinde  âile  saâdetinin  her  safhasını  bütün  sebeb  ve  neticeleriyle  ümmetine  göstermiş  bulunuyorlar.

Varını  yoğunu,  içki,  kumar  ve  fuhuş  yollarında  harcayarak,  âilesini   fakr-u  zaruret  içerisinde  bırakanların  aile  saâdetinden  bahs’edile  bilinirmi?  Ya  da,İslâm  dini’nin  miras  hukukunu, vasiyet,tasadduk  ve  infak  hususunu  yanlış  yorumlayıp,  varını  yoğunu  başkalarına  dağıtarak,  varislerini  ve  âile  ferd’lerini  başkalarına   el  açar  duruma  düşürenlere  ne  demeli!...

Yine  bu   hadis-i  Şerif’e  göre  insan( mükellef)  nafakası  üzerine  vacib  olan    âile  efradının  nafakası  te’min  ederken ( rızâ-i  İlâhî’yi,) = Allah  rızasını)  kasd’ederse  hem  vacibi  eda  etmiş,  hem  de  infak  ve  tasadduk(  sadaka  verme)  sevabını  nail  olmuş  bulunur.  Kurtubî  diyor  ki: Bu  hadisin  mantukuna  göre( bu  hadisten  anlaşılan  mantık  gereği), âileye  nafaka  te’mininden  dolayı  müsab  olmak( sevaba  nail  olmak= ulaşmak)  kurbet  kasdiyle  hâsıl  olur.Binâenaleyh  Nafaka  te’min  edilirken  Allah’ın  rızası  kasd’edilmez  de  Nafaka  bir  borç  ve  mükellefiyyet  olarak  telakkî  edilirse,vacib  sakıt  olursa  da  fakat  me’cur  olmaz,  ayrıca  sevab  kazanamaz.

Peygamber’imizin  kendisi  için yaptığı  kabule  vabeste  du’a  ile  du’a’sı  reddolunmayan, din,  İlâ-i  Kelimetü’llah   İçin  ilk  oku  atan,  Kur’ân-ı  Kerim’de Oku’nun,  “  Allah’ın  oku  olarak,”  tavsif  buyrulan, Bahadır, Kuman’dan,  Necid, İran,  Irak  fatihi, Sa’d  İbn-i  Ebî   Vakkâs,Irak  topraklarını,Förs,  Sâsânî, Zerdüşt, = ateşperest  ve  mürted’lerden  temizlemiş, “Peygamber’in  ve  Ashâbı’nın Yolu,” demek  olan, Ehl-i  Sünnet  Akidesini  yerleştirmiştir, Sa’d   İbn-i  Ebî  Vakkas’ın  te’sis  ettiği, Kûfe  başta  olmak  üzere, Bağdad, Basra, Kerkük, Irak’ın  kuzeyindeki, Süleymaniye, Erbil,  daha  doğrusu, bütün  Irak    şehir’leri,  asırlar  boyu  Ehl-i  Sünnetin  Merkezi  halindeydiler. Sa’d  İbn-i  Ebî   Vakkas  devri,  Ashab-ı  Güzîn  dönemi, Hicretin  ikinci  asrı, İmam-ı  A’zam  Ebû  Hanife  devri, Tâbi’în  dönemi, Abbasî’ler, Büyük  Selçukî,  Anadolu  Selçûkî,  Osmanlı,  Devlet-i  aliyye’miz  dönemlerinde  de Ehl-i  Sünnetin  Merkezi  olmaya  devam  etti. Osmanlı’nın  Bağdat   Eyaleti,  daha  doğrusu,  bütün  Irak  toprakları, Osmanlı  Devlit-i  aliyye’mizden  koparıldıkmtan  sonra  da, Kralık, Cumhuriyet, Askerî   darbeler,  biribirin  ta’kip  eden  generaller  darbesi, Saddam  Hüseyin  devrine  kadar,  zaman  zaman, İran’ın, Şî’a   rejimini   dayatma  tasallutlarına   rağmen, Musul  gibi  ba’zı  şehirler  şî’a’laştırılmasına  rağmen,  Bağdat, Kerkük,Erbil, Süleymaniye  gibi  büyük  şehirler  kâhir  ekseriyyetiyle  ehl-i Sünnet  akidesine  bağlı  kalmışlardır.

Üçüncü  milenyüm’de, Türkiye  başta  olmak  üzere,  bütün  Asya  Kıta’sını  Hıristiyanlaştırma  büyük  porojesi’nin  bir  parçası  olmak  üzere, Dünya  Siyonizm  Teşkilatı, Dünya  Kiliseler  Birliği, Vatikan, Dünya’daki  bütün  Patrikhane’ler, Iran’da  Şah’ı  devirip, Förs, Sâsânî, Zerdüşt  ve  “Mola’lar,”  Rejimi  getirdiler. Ve  her  zamanki,  tabî’atlarında  olduğu  üzere,  Takiyye  ile  bu  förs  devrimini,  dünya’ya  bir   “  İslâm  Devrimi,”  olarak  yurtturmaya  çalıştılar.Uzun  yıllar, Fransa’da- Paris’te Batılı, epl-i  Salîp  devletlerin  gözetiminde  ve  himayelerinde  sürgün  hayatı  yaşayan,  İmam  Humeynî, Paris’ten,  İran’a  Fransa  Cumhurbaşkanı’nın  kendisine  tahsis  ettiği, dev  Cumhurbaşkanlığı  Uçağıyla  dönmüştü. Batılı,  ehl-i  Salip  devletlerin  himayesinde, “ İslâm  Devrimi,”  Akıllara  ziyan!...

Sâsânî,  Förs,  Humeynî  Molla’lar  Rejimi, devrimden  sonra  ilk  işi  olarak, Irak’ı  ve  Türkiye’yi  ŞÎ’a’laştırma  teşebbüsünde  bulunmak  oldu. Ireak’a  ddoğrudan  müdahale  ile,  dokuz  yıl  devam  eden, sıcak  çatışmalar  devam  etti.Bu  çatışmalarda, Saddam  Hüseyin’in  dirayetli  idaresi  karşısında,YALÇIN  Kaya’dan  herhangi  bir  parça  koparaman  ric’at  etmek, geri  çekilmek  mecburiyetinde  kalmıştı.Dokuz  yıl  İran- Irak  çatışmalarında, Molla’ların,  henüz  daha  büluğ  çağına  bile  gelmemiş,çocukların  alınlarına, “ Allaehhu  Ekber,  Humeynî  Rehber,” Bandajları  yapıştırılarak,   “doğrudan  cennete  gideceksiniz,” yaveleriyle  Irak  cephesine  sürülmüş,  bir  milyon  kadar,  genç  ve  çocuk, Necid  bataklıklarında  helâk  olup  gitmişlerdi.İran, Mola’lar  Rejimi  bu  yıllarda,Irak’ı  ŞÎ’a’laştırma  hususunda  tam   bir  akamete  uğramıştı.

Humeynî’nin,  İran’a  dönmesinden  sonra, Sözde  İslâm Devrimin  ihracı,  aslında, Türkiye’yi  şî’a’laştırmak  için  Türkiye’ye  milyarlarca  Petro-dolar  akıtılmıştır. 1979  yılından  i’tibaren, Türkiye’de İran’dan  gönderilen  bu  paralarla, 50’ye  yakın  gazete  ve  mecmu’a  çıkarılmış, bu  gazete  ve  dergilerde  bi’teviye   Şî’a   propagandası  yapılmış, aslında  ŞÎ’a,  Gulât-ı ŞÎ’a’dan( ki, Hazreti  Ali  Efendimize, hâşâ! “ Allah,” diyen  bir  fırka) Zeydiye  ve  İmamiyye  Fırkalarına  kadar  yüze  yakın  fırkası  olan  ŞÎ’a, Fırak-ı  Dalle’den  birisidir, Şî’a’ Allah, Peygamber, Kur’ân  inancı  yoktur, tamamen, takiyye  yapmaktadırlar, ŞÎ’a,  inancı  tıpkı,  hıristiyanlıkta  olduğu  gibi,  bütün  hıristiyan  mezheblerini, Antakyalı,  bir  yahûdî   olan, Pavlus    dizayn  ettiği  gibi, ŞÎ’a’ yı  da  bir  başka  yahudî   Abdullah  İbn-i  Seb’e  isimli  bir  başka  yahudî   dizayn  etmiş  olup, İlâhî   bir  din  değil, Beşerî  bir  sistemdir.

Bu  zaman  zarfında,  kimi  sözde  İlâhiyatçılar, İran  tarafından  satın  alındılar.İran’ın  finanse  ettiği  gazete  ve  dergilerde  ve  Televizyon  kanallarında şi’a’ya  medhiyeler  düzdüler. Hâşâ! İslâm  Ağcının  iki  dalından  birisi, Sünnî’lik,  diğeri, “ ŞÎ’Î’”liktir,”  dediler, tefsirler,  kitaplar  yazdırıldı,  konferanslar  verdirildi. Te’sirleri,  halen  de  devam  etmekt  olan  bu  gayret  ve çabalar  da, akamete  uğratılmıştı.  (Ama, nasıl? ) Ankara  Okulu, Kur’ân  Araştırmaları  Merkezi, Hadis  Temzleme,Kur’ân’da  doğru  olduğu  bilinen,  yanlışlar, Kur’ân  Bizi  yeter  ve  başka  başka  yavelerle  ortalığı  kasıp  kavuran, zenâdıka, dâl  ve  mudîl  güruha  kim  dur!  Diyecek! Allah’a  şükürler  olsun  ki, aralarından  ba’zıları, Cehennemi  boyladılar, geride  kalan  çömezleriyle  kim  kimler  mücadele  edecek?!...