Başbakanlık adına, Diyânet İşleri Başkanlığı’nı tedvir ile vazifeli, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın açıklamalarına göre, Diyânet İşleri Başkanlığı’nda yeni bir devir başlatılacakmış; 

- Türkiye Diyânet Akademisi kurulacak. 

- Hâlen mevcud, kadın il müftü yardımcılarına ilâveten, en az 55 il’e, daha kadın il müftü yardımcısı ta’yin edilecektir. 

Bilindiği gibi, Diyânet İşleri Başkanlığı, 03 Mart 1924 tarihinde, Şer’iyye ve Evkâf Vekaletinin lağvedilmesi üzerine kurulmuştur. Kuruluş tarihinden i’tibâren 1965 yılına kadarki devirde, ki bu devrin büyük bir bölümü, tek parti mütegallibe devridir; Diyânet İşleri Başkanlığı’na ciddî bir siyâsî ve idârî müdahale yapılmamıştır. 

Diyânet İşleri Riyâseti, Devlet-i Aliyye’mizin son dönemlerindeki Şeyhulislâmlık Makamına benzer bir kuruluş olarak ortaya çıkmıştı. Uzun yıllar bu hüvviyetini korumuştur. Bir Reis, bir Reis muavini, zaman zaman, ekisilip-artmakla birlikte, dört veya altı kişiden müteşekkil bir müşâvere hey’eti tarafından idare olunan, i’tikad, ibâdet ve ahlâkî hususlarda, Türkiye dahilindeki ve gönül coğrafyamızdaki Müslümanları tenvir etmek üzere ve mutlâk Ehl-i Sünnet akîdesi, kâide ve kuralları üzerine te’sis edilmiş, dünyada bir benzeri bulunmayan nev’i şahsına münhasır bir dînî otorite... 

Yanlış anlaşılmasın, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, papaz, râhip, râhibe, Piskopos, Diyakos, kardinal, papa, patrik, Yahûdî’likte hahamlar, hahambaşı, Şîa’da, Mollalık, ahund’luk, imamlık, Velâyet-i Fakihlik gibi ruhban sınıfı yoktur. Fakat, ilim, irfan, fazilet ve ahlak-ı Hamîde sahibi, muktedâbih, imamlarımız, âlimlerimiz vardı. Diyânet İşleri Başkanlığı’nın kuruluşundan 1965 yılına kadar, Reis, Reis Muavini, Müşâvere Hey’eti azası, müftî, vâiz olarak vazife alanlar, bu vasıfları hâiz olanlardı. 

1960’lı yılların ortalarından i’tibâren, siyâsî müdahaleler başladıktan sonra liyâkat ve ehliyetin yerini, siyâsî temâyüller, diploma, men’şe’almıştır. Diyânet’te tefessuh’un başladığı yıllar. Bu yıllarda, Başbakan adına Diyânet İşleri Başkanlığı’nı tedvirle vazifeli, bir Devlet Bakanı, “Benim nazarımda, Diyânet İşleri Başkanı, herhangi bir me’murdur. Tapu-Kadastro me’murundan bir farkı yoktur,” demişti. 

Bu yıllardan sonra, Diyânet işlerine müdahale zaman zaman, gevşemişse de, hep olagelmiştir. En ciddî müdahale, 28 Şubat Döneminde vuku bulmuştur. Bu dönemde, Merkezî Sistem va’az, Merkezî Sistem hutbe, Türkçe du’â, Cum’a ve bayram hutbelerinde, bin yıldan fazla bir zamandır, devam ettirilen “Hulefâ-i Râşidîn’in” zikrinin terk edilmesi, hitâbet tamamlanınca, âşikâra okunan, “Allah ınde din ancak İslâmdır,” meâlindeki âyeti kerime’nin okunmasının men’i gibi, pek çok sünnetlerin mahvedildiği, bid’atlere tevessül edildiği görülmektedir. 

Zaman zaman, Diyânet İşleri Başkanlığı Teşkilat ve kuruluş kanununda ve ilgili mevzuatta değişiklikler yapılmıştır. En şümullü ta’dilat, 2010 yılında yapılmış, T.B.M.M.’sinde tarihinde hiç görülmemiş bir konsensüs oluşmuşken, Diyânet Akademisi kurulması fırsatı kaçırılmıştı. 

Zaman içinde, kanunlarda, yönetmelikler de yapılan ta’dilat ile, Diyânet’in bünyesinde ârıza’nın ıslahı gaye edinilmiştir. Hizmetiçi Eğitim, Diyânet Eğitim Merkezlerinin kurulması gibi ıslâh çalışmaları, maalesef, ârızayı giderici, hastalığı tedâvî edici olmamış-olamamış palyatif tedbirler, pansuman mahiyetinde kalmıştır. 

DİYÂNET İŞLERİ BAŞKANLIĞI’NCA HAZIRLANAN HUTBE’LER: 

Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizde, Cum’a ve bayram hutbeleri çok kısa idi. Hutbe’nin şartlarından olan, Hamdele, salvele, şart olmamakla birlikte, Peygamberimize Salât-ü Selâm’dan sonra, Hulefâ-i Râşidîn ve Ashâb-ı Güzin’in isimleri zikredilip, haklarında Rızâ-i Bârî ve Rahmet-i İlâhî, niyaz edildikten sonra, “Bundan sonra! Ey Allah’ın kulları! Allah’tan korkunuz, (takvâ sahibi olunuz) ve Allah’a itaat ediniz. Şüphesiz, Allah, kendisinden çekinen ve Allah için iyilikler yapanlarla beraberdir.” denildikten sonra, “Elâ İnne Ahsene’L-Kelâmi Kelâmü’llâhi’l-azîzi’l-Allâm,” denildikten sonra, Hamdele ve salvele’den ibâret, 2.hutbe’den sonra hatip minberden inerdi. 

Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Diyânet İşleri Başkanlığı kurulduktan sonra, Birinci Diyânet İşleri Reisi, Ankara Müftüsü, Ankara Milletvekili, Merhûm, Rifat Börekçi tarafından hazırlanmış bir yıllık, 52 haftalık bir örnek hutbe’ler mecmuası kitabı, Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından tab’edilmişti. Başka müellifler tarafından da, nümûne hutbeler hazırlanmış, Diyânet veya başka yayınevleri tarafından bastırılmıştı. Fakat, 28 Şubat dönemine kadar hatipler, örnek hutbe’leri veya Diyânet İşleri Başkanlığı’nca hazırlanmış hutbe’leri okumaları için icbâr edilmemişlerdi. 

28 Şubat post-modern Darbe-i Hükûmetinden sonra, Diyânet İşleri Başkanlığı’nca formel hutbeler hazırlanmış tüm yurdumuz genelinde ve yakın gönül coğrafyamızda bu hutbeler okutulmuştur. 

Israrlı ikaz, ihtar ve yazılarımız üzerine, bir ara, Hutbe Hazırlama işi, il müftülerine bırakılmış ise de, 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminden sonra tekrar, Diyânet’in hazırladığı formel hutbeler okutulmaya başlanmıştır. Diyânetçe hazırlanan formel hutbe’ler, Ankara Kocatepe, Hacıbayram, İstanbul Süleymaniye, Sultanahmed Camii’lerinde okutulduğu gibi, Torosların tepelerindeki, Hakkari’nin yüksek yerlerindeki köy ve mezrâ’larda da, okutulmaktadır. Bu durum, tebliğ ve irşad usûlüne ters bir tatbikattır. 

Geçtiğimiz yıl, 21.07.2017 tarihinde Cum’a hutbesinde okunmak üzere, Diyânet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan, Kudüs ile alakalı hutbe’de, “üç semâvî dinin kıblesi,” “Bütün semâvî din mensuplarının Peygamber kabul ettikleri Haz.İbrahim,” gibi, ancak FETÖ’nün siparişiyle Cizvit papazlarının hazırlayabileceği bir hutbe hazırlanmıştı. Ağır bir şekilde tenkidlerimiz olmuştu. Müteâkîp, haftalardan birisinde, canları sağolsun! Kardeşlerimiz, doğrudan bizi hedef alan, “Ehl-i Sünnet hiç kimsenin inhisarında değildir, ehl-i Sünneti inhisarındaymış gibi gösterip başkaları, (Fırak-ı Dâlle) öteleştirilmemelidir,” bir başka hutbe hazırladılar. Önemli değil, siz Diyânet olarak ehl-i Sünnete, ehl-i Sünnet akidesine sahip çıkınız da, bizi en ağır şekilde tenkid ediniz! 

Son haftalarda hazırlanan hutbe’lerde, ehl-i Sünnet akîdesine muhalif herhangi bir konuya Muttalî olmadık. Ancak, hutbeler çok uzun hazırlanıyor. Eskiden günlük gazete’lerde, Pehlivan Tefrikaları yayınlanırdı, uzun uzun, Bendeniz bu hutbe’leri Köroğlu Gazetesi’ne benzetmiştim. 

Hutbeler çok uzun hazırlandığı için, cemaatin dikkati dağılıyor, önceki paragraflardaki ifade edilenler, unutulup gidiyor. Diğer taraftan, Cum’a ve bayramlarda, cemaat camii’lere sığmadığı için, avlularda, yer yer, cadde ve meydanlarda namaz kılıyorlar. Kışın soğuk ve yağışlı günlerde, yazın çok sıcak bir havada bu uzun hutbe’leri dinlemek zorunda kalıyorlar. 

“Hayru’L-Kelâmi Mâ Kalle ve Delle,” (sözlerin en hayırlısı az ve delâleti olandır), denilmiştir. 

Ahmed bin Hanbel, İmam-ı Müslim ve Câmi’s-Sağîr’in müştereken rivayet ettikleri bir hadis-i Şerif’te, Resulullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz: 

- Şüphe yok ki; bir kimsenin namazının uzunca olması, hutbesinin de kısa bulunması, onun fekâhetinin -ilim ve irfanının- alâmetidir. Artık namazı uzatınız hutbeti de (hutbeyi) muhtasarca yapınız (kısaltınız) ve şüphe yok ki; ba’zı ifadeler sihir kabilindendir, -Sihir gibi- ruha te’sir eder.” 

Bu hadis’in şerh ve izahında, Merhûm, Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretleri şunları yazmıştır; “Bu hadis-i Şerif, cemaat-i müslimîn’e imamette bulunan zatlara pek mühim bir tenbihte bulunuyor. Artık bu tenbihe göre hareket etmeleri kendileri için büyük bir vecibedir. Şöyle ki: 

İmam olan zât, cemaatin halini nazara almalıdır, onların arasında ma’lûller, ihtiyarlar, iş güç sahipleri vardır. Onları Cami-i Şerifte fazla tutmak çok kerre muvafık olmaz. 

Binaenaleyh, Cum’a namazı maksûdün bizzat olan bir farîze-i Diniyye’dir. Onu acele kıldırmamalı, binnisbe uzunca âyetler okuyarak erkân ve şerâitine güzelce riayet etmelidir. Hutbe’ye gelince, bunu muhtasarca (kısaca) yapmalıdır. Hutbeyi evvelce hazırlamalı, cemaat için en lazımlı (lüzumlu) mes’ele’leri intihap etmeli (seçmeli), bunları vazıh bir surette cemaate kemâl-i Nezâketle telkîn eylemelidir. Böylece, yapılacak belîğ müfîd hutbeler cemaatin ruhunu te’sir eder, onların istifadesine, intibaına (uyanmalarına) vesiyle olur. Hutbelerin uzunca olması ise, cemaat üzerine iyi bir te’sir yapmaz, bi’lakis, hatibe karşı iğbarlarını celbeder, fayda yerine zarar husûle getirir. 

Hazreti Ömer radiya’llâhu anh, kumandanlarına yazıp gönderdiği bir emirnâme’de demiştir ki, (buyurmuştur ki,) “İrad edeceğiniz nutuklar müfîd, muhtasar olsun, sözlerinizin âhiri evvelini unutturmasın.” Yâni uzunca, usandırıcı bir mahiyette bulunmasın. Ne güzel tavsiye!... 

Artık irad edeceği hutbenin kıymetini, kendisinin şerefini muhafaza etmek isteyen bir zat, bu hususlara riayet etmelidir. Hutbesini uzatarak kendisini dedikoduya hedef etmemelidir, cemaat-i müslimîn’in halini nazara almaktan asla geri durmamalıdır. Dînî ve içtimâî hikmet ve maslahat bunu icab eder.” Ne yazık! Hatipler, Cum’a hutbeleri çok uzun olduğu için, cemaati daha fazla bekletmemek için Cum’a namazında ya en kısa sureler, Kevser ve İhlas surelerini okurlar, ya da, kıraat vücubuna bile yetmeyecek çok kısa âyetler okuyuyorlar. Halbuki, en önemli farz, Cum’a namazında, orta uzun sureler veya en az üç âyet okunmalıdır. 

Diyânet İşleri Başkanlığı, Din Hizmetleri Genel Müdürlüğündeki Değer’li Kardeşlerim. Lütfen, 50 yıllık bir Diyânet Mensubu ve 50 yıldır, Diyanet üzerinde inceleme ve araştırma yapan bu kardeşinizin söylediklerini dikkate alınız...