Batılı dostların öncelikli hedefi İran. Türkiye’nin geleceği, İran’ın “kontrol altına alınmasından” sonra değerlendirilecek. Trump, bu nedenle, 1915 olayları için “Soykırım” demedi, ama fazla sevinmeyelim. Çünkü, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alma ve Rahip Brunson’u bunca “ricaya” rağmen hapiste tutma konusunda kararlı olan Türkiye’ye bir dizi yaptırım kararı alınması gündemde.. 

Rahip Brunson’ın serbest bırakılmasını rica eden 66 senatörün imzaladığı af mektubuna Cumhurbaşkanı Erdoğan olumlu yanıt vermedi. İki ülke arasındaki diplomatik ataklarda, “Verin İmamı alın papazı” pazarlığı sürüyor. 

Rahip Brunson’ın serbest bırakılmasını isteyen mektuba Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olumsuz yanıt vermesi, 66 senatörün sert tepkisine neden oldu. Senatörler Türkiye’nin parasını ödediği F-35 savaş uçaklarının verilmesini engellemek için harekete geçtiler. 

Peki, S-400’leri almak, Rahip Bunson’ı vermemek konusunda direnirsek neler olabilir?

Ufkumuzu seçim heyecanı sardı, ama bu, bölgemizdeki ve dünyadaki gelişmeleri izlememize, sınırlarımızın hemen güneyindeki fırtına öncesi sessizliği görmemize engel olmamalı. 

Bölgemizdeki paylaşım kavgası sessizce derinleşirken gelişmeleri görmezden gelme gibi bir şansımız olamaz. Aynı şekilde, hangi okyanus üzerinde uçan hangi kuşun ne yönde kanat çırpmakta olduğundan haberdar olmazsak, çözüm bulmakta zorlanacağımız sürprizlerle karşı karşıya kalabiliriz. 

Merakınızı köpürtmeye yönelik bu esrarlı girişten sonra soralım: bu yıl 24 Nisan’da neden kaygılanmadık; neden Trump’ın 1915 olayları konusunda ne diyeceğini merak etmedik? 

Her 24 Nisan’da başımızda, Demokles’in Kılıcı misali, “Ermeni Soykırımı” kılıcı sallanırdı. Okyanus Ötesi’ne odaklanır, ABD başkanının 1915 olayları için ne söyleyeceğine kilitlenirdik. 

Yıllar yılı her 24 Nisan’da kabuslar yaşadık ve hepsinde, “Başkan ‘Büyük Felaket’ demekle yetindi” müjdesiyle teselli bulduk.

BAŞKAN TRUMP “SOYKIRIM” DİYEBİLİRDİ 

Bu yıl durum farklıydı. 24 Nisan’a giden yolda Türkiye-ABD ilişkileri Suriye’deki gelişmeler nedeniyle iyice gerilmişti. NATO üyesi iki müttefik ülke pekçok konuda karşı saflardaydı. ABD, yıllardır Türkiye’nin birliğini, bütünlüğünü hedef alan terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı YPG’yi eğitiyor, binlerce TIR dolusu silahla donatıp ordulaştırıyor ve onları, dünya kamuoyuna, “özgürlük savaşçıları” olarak tanıtıyordu. 

Özet olarak, ABD-Türkiye ilişkileri, Washington’ın güney sınırlarımız boyunca oluşmasına destek verdiği kantonları birleştirerek bağımsız bir devlet oluşturma konusunda ısrarcı olması, Fethullah Gülen’e veren sağladığı koruma kollama desteği, PYD/YPG’yi ordulaştırma çalışmaları, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 savunma sistemi alma girişimine yaptırımla karşılık vermesi, Türk Akımı boru hattıyla Rus doğalgazına yeni bir güzergah sağlaması, Mersin/Derinkuyu nükleer santralını Rusya’ya vermesi, İzmir’de tutuklanan ve bir grup ABD’li senatörün imzaladıkları mektupla Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan serbest bırakılmasını istedikleri Rahip Craig Brunson’ın hala tutuklu bulunması iki ülke ilişkilerini öylesine germişti ki, Başkan Trump’ın 24 Nisan’ı “Ermeni Soykırım Günü” olarak tanıması Türkiye açısından sür priz bir karar olmayacaktı. 

Çünkü, Ermeni soykırımı konusunun tartışılmasını bile suç sayan Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron da Washington’da o günlerde. ABD ile birlikte Doğu Guta’ya düzenledikleri ortak saldırı sonrasında, Türkiye’nin saldırıyı kınamamasını, “Türkiye ile Rusya’nın arasını açtık” şeklinde yorumlayan Macron’un Trump’ı etkileme olasılığı vardı.   

Nedense korkulan olmadı, Türkiye-ABD ilişkilerinin alabildiğine gerildiği bir dönemde, platin saçlı Pinokyo Trump, Küdüs’ü İsrail’in başşehri ilan etmesi gibi bir sürpriz karar açıklamadı. Eski başkanlar gibi, 1915 olayları için “Büyük Felaket” demekle yetindi. 

Neden?

ABD Başkanı Trump, 82’lik kalemşör Şükrü Server Aya’nın yabancı kaynaklardan derlediği belgelerle oluşturduğu kitaplar dolusu gerçeklerden mi utanmıştı acaba? Şükrü Server Aya’nın kitaplarından haberdar olan hiçbir devlet Türkiye’yi soykırım yapmakla suçlayamaz. Fakat günümüzde son sözü, gerçekler değil, güç söylüyor. Böyle olunca da gerçekler çoğu zaman karanlıkta kalabiliyor. 

Pinokyo Trump’ın 24 Nisan’da, 1915 olayları için “Ermeni Soykırımı” diyememesinin nedeni “Türkiye gerçeği”dir. 24 Nisan arefesinde iki küresel gücün liderleri Trump ile Macron, şu aşamada, Türkiye’yi bütünüyle karşılarına alacak bir adım atmaktan kaçındılar. Bir kez daha görüldü ki, bölge dengeleri açısından Türkiye çok önemli bir ülke. 

SEVİNMEYELİM, ÇÜNKÜ…

Batılı dostların öncelikli hedefi İran. Türkiye’nin geleceği, İran’ın “kontrol altına alınmasından” sonra değerlendirilecek. Trump, bu nedenle, 1915 olayları için “Soykırım” demedi, ama fazla sevinmeyelim. Çünkü, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alma ve Rahip Brunson’u bunca “ricaya” rağmen hapiste tutma konusunda kararlı olan Türkiye’ye bir dizi yaptırım kararı alınması gündemde.. 

Rahip Brunson’ın serbest bırakılmasını rica eden 66 senatörün imzaladığı af mektubuna Cumhurbaşkanı Erdoğan olumlu yanıt vermedi. İki ülke arasındaki diplomatik ataklarda, “Verin İmamı alın papazı” pazarlığı sürüyor. Rahip Brunson’ın serbest bırakılmasını isteyen mektuba Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olumsuz yanıt vermesi, 66 senatörün sert tepkisine neden oldu. Senatörler Türkiye’nin parasını ödediği F-35 savaş uçaklarının verilmesini engellemek için harekete geçtiler. 

Anlaşılan o ki, Rahip Brunson sıradan bir din adamı değil. Rahip Brunson’da yabancıların asla bilmemesi gereken çok önemli sırlar var.. O nedenle ABD, “Rahibi bırakın” diye bastırıyor, Türkiye “Olmaz” diyor, “İlk adımı siz atın.”

Peki, S-400’leri almak, Rahip Bunson’ı vermemek konusunda direnirsek neler olabilir?

Olacaklar belli.. Rusya’ya uygulananlara benzer ve Türkiye’nin canını acıtacak bir dizi yaptırım kararı alınacak ve hemen uygulamaya konulacak. İnsan hakları ve uluslararası hukuk uygulamaları konusunda aleyhimizde bir dizi rapor yayınlanacak, Rıza Zarrap dosyası üzerinden cezalar kesilecek…

Türkiye’nin yeni bir sisteme geçmeyi oylayacağı 24 Haziran seçimleri öncesinde yaptırımlar uygulanmaya başladı bile. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standartd&Poor’s (S&P) Ağustos ayında yapması gereken not açıklamasını erkene çekti ve Türkiye'nin yabancı para cinsinden kredi notunun "BB"den "BB-"ye, yerli para cinsinden notunun "BB+"dan "BB"ye düşürüldüğünü, görünümünün "durağan" olduğunu bildirdi. 

New York merkezli S&P, notumuzun düşürülme gerekçesini, “kurdaki değer kaybının ve oynaklığın finansal istikrara yönelik bir risk olduğu belirtilerek Türkiye'deki yüksek enflasyon ile birlikte kötüleşen cari ve mali açık gibi makro ekonomik dengesizlikler” olarak açıkladı, ama bu kararın, Suriye’deki gelişmeler nedeniyle ilişkilerimizin gergin olduğu ABD’nin dış politikasının bir ürünü olduğu biliniyor. Türkiye'nin, İran ve Rusya ile yapacağı ticarette doları kullanmayacak olmasından Amerika'nın büyük bir rahatsızlık duyduğu da bir sır değil.

ABD, TÜRKİYE’NİN PKK İLE MÜCADELESİNE NEDEN  “İÇ ÇATIŞMA” DİYOR? 

21 Nisan 2017’de yayınlanan 64 sayfalık ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye İnsan Hakları Raporu, insan hakları konusunda uzman kuruluşların Türkiye hakkındaki raporlarından derlenmiş. Raporda, olağanüstü hal uygulaması, kamudan toplu ihraçlar, yargı bağımsızlığı gibi konular eleştiriliyor ve terör örgütü PKK’ya karşı yürütülen mücadele “iç çatışma” olarak tanımlanıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’de insan haklarına ilişkin 2016 raporunda da PKK ile mücadele, anı şekilde, bir “iç çatışma” olarak vurgulanmıştı. Bu neyin hazırlığı, sorgulamak gerekir..

ABD Senatosunda, Türkiye’ye Lockheed Martin şirketinin ürettiği F-35 savaş uçaklarının verilmemesi konusunda çok ciddi bir çalışma yapılıyor. Parasının bir kısmının ödenmiş olmasına rağmen, F-35’lerin verilmemesini savunan senatörler, hem Demokratların hem Cumhuriyetçilerin desteğini alabilmek için,  Türkiye’nin Rusya’dan S-400 savunma sistemi alma ve Rahip Brunson’ı hapiste tutma konusunda ısrarcı olmasını gerekçe göstermişler. 

Türkiye’yi her konuda destekleyen Turkish Causus grubunun da F-35’ler konusunda çaresiz kaldıkları belirtiliyor. Çünkü, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Rahip Brunson’ın serbest bırakılmasını rica eden mektubu, F-35’lerin Türkiye’ye verilip verilmemesinin oylandığı Senato’nun üçte ikisini oluşturan 66 senatör imzalamış. Son karar Başkan  Donalt Trump’a, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’ya ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bulton’a kalmış. 

ABD VE ERKEN SEÇİMLER

Türkiye’nin erken seçim kararı almasına ilk tepki ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünden gelmişti. İnanılır gibi değil, ama gerçek; demokrasi havarisi ABD’nin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, Türkiye’de seçimlerin erkene alınmasından rahatsızlık duyduklarını resmen açıklıyordu. ABD Türkiye’de seçimlerin erkene alınmasından neden rahatsızlık duyuyor? 

Geçenlerde ABD’nin resmi yayın organı VOA’nın manşetinde Geogetown Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Sinan Ciddi ile yapılmış bir öyleşi yayınlamış. Söyleşinin konusu Türkiye’de seçimlerin öne alınması ve F-35’ler konusunun Senato’da oylanmasıyla ilgili. Sinan Ciddi, seçimlerin erkene alınmasını değerlendirirken;  "ABD Türkiye'de adil bir seçim yapılacağından kuşku  duyuyor" derken, F-35’ler konusunda da şunları söylüyor:  "Türkiye'nin S-400 hava savunma sistemi alması Türk-Amerikan ilişkilerini son bir yılda derin bir zehirleme sürecine soktu. Pentagon sert bir cevap vermeye hazırlanıyor olabilir. Bu da, Türkiye'nin ileride edinmek istediği silah sistemlerini, savunma sistemlerini özellikle, F-35 alımını etkileyebilir."

ABD’nin resmi yayın organında böyle bir kurgu-söyleşinin yayınlanması hayra yorulacak bir gelişme değildir. Söyleşideki, “Pentagon sert bir cevap vermeye hazırlanıyor olabilir” bölümünün altını çizmek gerekir. Çünkü, Sinan Ciddi Georgetown Üniversitesi Türkiye Araştırmaları Enstitüsü Başkanı... Georgetown Üniversitesi, uluslararası ilişkiler ve uluslararası kuruluşlar oluşturma konularında uzmanlaşmış bir üniversite. Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu RUMI FORM da Dinler ve Kültürler Arası Diyalog da bu üniversitenin ideologları tarafından oluşturulmuş.  Sinan Ciddi, aynı zamanda, PKK’ın uluslararası arenadaki sesi olan CEFTUS’un danışmanlarından biri.. 

“Pentagon sert bir cevap vermeye hazırlanıyor olabilir” vurgulaması, yalnızca askeri bir tehditle karşılaşabileceğimiz anlamına gelmiyor. Çünkü, ABD iç savaşını yakından izleyenlerin haberlerine göre, Amerika’nın temel sektörlerinden biri olan ve Pentagon’un arkasında duran silah lobisi, ABD’nin  yönetim kadrolarında etkin olan Rothschildların gücünü kırabilmek amacıyla finans alanına da el atmış durumda. Yani, Türkiye yalnızca askeri değil, aynı zamanda ekonomik bir tehditle de karşı karşıya.. 

Türkiye-ABD ilişkilerinin yönünü ve rengini görebilmek için derin istihbarata gerek yok; dolar grafiği, iki müttefik ilişkilerinin gidişatını net olarak yansıtıyor. 

ABD’nin Zarrap davasını siyasi bir silah olarak kullanması, Fethullah Gülen’e sahip çıkması, PKK’nin Suriye uzantısı YPG’yi resmen ordulaştırması, Suudi Arabistan öncülüğünde bir İslam Ordusu kurulması, Rahip Brunson’ın tutuklanması, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alımı konusunda ısrarcı olması, ABD Senatosu’nda 66 senatörün Türkiye’ye F-35 savaş uçakları verilmesine karşı çıkılması, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye İnsan Hakları Raporu’nda müttefiki olduğu ülkeye ağır eleştiriler yöneltmesi, ABD Dışişleri Bakanı sözcüsünün erken seçime karşı çıkması… gibi konular nedeniyle ABD-Türkiye ilişkilerinin derin krizler yaşandığı bir ortamda, geleceğimiz açısından çok önemli bir seçime hazırlanıyoruz. 

Sandık başında duygusal körlükten uzak durmamız, gerçekleri görebilmemiz gerekiyor. Ülke yönetiminde yeni bir döneme geçişi oylayacağız. Vereceğimiz oyların rengi, her zamankinden çok daha önemli.