Tanrı’nın çocukları...
Prangasız paryalar...
Alın teri ve emeğin bozguncularına kök söktüren delikanlı adamlar.
Dokuma tezgahlarında eğirdikleri iplere dostluğu, kardeşliği ve özgürlüğü bağlayarak bağımsızlık meşalesini yakanlar. Yerli malını sömürgecilerin özel dokumasına tercih ederek başlatılan bir savaştır onlarınki.
Siz değil misiniz ‘Denize yürüyüş’ mücadelesiyle Büyük Britanya’nın canına ot tıkayanlar.
Hint Okyanusu kıyısında bir avuç tuzla direnerek dünyayı İngilizlerin başına yıkanlar. İngiliz sarayındaki yetkililerin ve komutanların ‘Bir avuç tuzla mı bize karşı koyacak bu çılgın” dedikleri Gandhi, mağrur Büyük Britanya İmparatorluğu’nu sınırlarından bu cesaretiyle ve Tanrı’nın çocukları dediği kendi halkıyla söküp atmadı mı?.
Siz değil misiniz 1947’de sömürgecileri Hindistan’ı terk etmek zorunda bırakanlar.
Geçtiğimiz yüzyılda Hindistan’da Mahatma Gandhi’nin yarattığı felsefi akımla (satyagraha) hiç silaha bile dokunmadan barışın yolunu açanlar.
Siz değil misiniz demir parmaklıklar ardında açlık grevi başlatan Mahatma Gandhi’nin muradını yerde koymayanlar.
Tanrı’nın çocukları...
Prangasız paryalar...
Yüksek din duygusu ve çileci yaşam biçimine inanarak, toplumda inandığı gibi yaşamayan ve inancını üç kuruşa satan beynamazlara nal toplatanlar siz değil misiniz?.
Ne mutlu sizlere.. Ne mutlu bir avuç tuza yüreğini yükleyip Mahatma Gandhi’yi Mahatma Gandhi yapanlara.
Pekiyi Gezi parkındakilerin neyi eksikti?.
Mahatma Gandhi dünya devi İngiltere’ye bir avuç tuzla direndiyse bizde de Tuz Gölü vardı yani... Tuzu bırakın tuzun gölü vardı. 
Ama bazılarında yürek yoktu yürek.. Oysa kucaklamak ve yüreklendirmek gerekirdi bu çılgın gençliği.. 
Ama rüzgar nereden eserse yelkenini o yana açanlarda yürek ne gezsin!
Böyle dönemlerde ne yapılacağını bilmiyoruz aslında.
Yaşadık gördük... Eğilip diz çökenleri, utanıp dil dökenleri, birilerine yaranmak için ağaçları sökenleri gördük.
İhanetin adını, gaz bombasının tadını, TOMAların suratını gördük.
Gezi olaylarını gezi zekalılar diye algılayanları acıyarak gördük. 
Ama nedense Rabia olaylarında hiç TOMA görmedik. Dört parmağını kaldıran Mısır’daki Mursi yandaşları sokağa döküldü, ne gaz bombası atıldı, ne gaz sıkıldı.
Sizin Rabia’yı temsil ediyor diye sokağa döküldüğünüz kişi tarih kitaplarında Muaviye bin Ebu Süfyan’dır. Tarihçiler bilir bunu.
Emevi Hanedanı’nın kurucusu Muaviye, Sıffın Savaşı’nda Hazreti Ali’yi yenemediği için kendinden yana tavır alan Haricilere öldürtmüştür.
Sizin Rabia’yı temsil ediyor diye sokağa döküldüğünüz kişi, Hazreti Ali’nin çocukları ve Peygamberimizin de torunları Hazreti Hasan ile Hüseyin’i öldürmüştür.
Hazreti Ali’nin öldürülmesinden sonra halifeliğini sağlama alan Muaviye, Ali’yi ve Şiileri yok sayarak dördüncü halifenin kendisi olduğunu dört parmak işareti yaparak göstermiştir. 
Dedim ya... Böyle dönemlerde ne yapılacağını bilmiyoruz diye. Biri çıkıyor dört parmak gösteriyor. Bu parmaklar dünyaya yayılıyor. Kim neyin nereden nasıl çıktığını ve ne anlama geldiğini bilmiyor. Rabiaları bile karıştırıyorlar. Kim hangi Rabia için parmaklarını kaldırıyor onun bile bilincinde değil.
Kadın Evliye Rabia ise ailesini kaybettikten sonra İslamiyet’i yanlış yorumlayıp kendini ezmeye çalışanların karşısında durarak, Bir elinde meşale diğer elinde bir kova su ile Basra sokaklarında gezinmiştir ve “İşte onun için cenneti ve cehennemi arıyorum. Bir bulursam, elimdeki bu meşalenin ateşiyle cenneti yakıp yok edeceğim. Bu su ile de cehennemin ateşini söndüreceğim.” demiştir. Rabia aynı günümüzün çılgın kadınları gibi aldatmalara karşı duran bir direnişçidir aslında. 

Şimdi “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” gibi anlamsız bir ortamdayız... Söylenmiş mi, söylenmemiş mi, kim kime söylemiş belli bile değil.
Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’ye ait olduğu iddia edilen bir söz...
Bir yanda anlamsız gibi görünen bir avuç tuz mücadelesini anlamlı kılarak İngiltere’ye posta koyan Mahatma Gandhi... 
Bir yanda Tanrı’nın çocukları prangasız paryalar... 
Bir yanda iktidarın oyuncağı bindirilmiş kıtalar...
Ah bir bilseler Fransa Kraliçesi Marie Antoinette’nin ‘Vatan hainliği’ ile suçlanarak giyotinle idam edildiğini... Bazen çok emek verdikleriniz bazen de iyi niyetiniz anlaşıldığınız kadardır.
Ki Marie Antoinette, Kutsal Roma İmparatoru I. Franz ve eşi Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa’nın kızlarıdır. Yani ne asalet ne de inançlarınız kurtarabilir sizi.
Oysa ki Rabia’yı evliya yapan yaratana koşulsuz bağlılığı, çılgınlığı ve direnişidir. Ve çılgın gençliğin de cinsiyeti ve yaşı yoktur. Biat etmez, özgürdür, direnişçidir. Nereden gelirle gelsin haksızlığa karşı çıkar… Burada beklenilen bir toplumsal kucaklaşmadır.
Bunu anlarsanız, işte o zaman ne demek istediğimi de anlarsınız.
Not: Türkiye değerli iki evladını kaybetti. Sesiyle ve duruşuyla tarih yazan değerli sanatçı Tuncel Kurtiz ile Çılgın Türkler’i dünyaya duyuran ve çılgınlığın ve direnişin kitabını yazan Turgut Özakman’a Allah’tan rahmet diliyorum.