Bu hafta günler tekrar uzamaya başladı. Gündüzün geceye üstün gelmeye başladığı döneme girdik. 22 Aralık’tan itibaren gündüz geceyi yenmeye başlayacak. Binlerce yıllık Gök Tanrı inancında; Türk tanrısı geceyi kısaltıyor ve gündüzü çoğaltarak, aydınlığın, bereketin uzadığı günleri tekrar düzenliyor.

O dönemde güneşin azlığı; baş edilmesi zor soğuğun çokluğu, yemek bulmanın azlığı ve yırtıcı hayvanlar ile tehlikeli karanlığın çokluğu demekti. Aydınlığın uzaması sevinç yaratır. Türkler de bunu bayram olarak kutlar. Adı da Nardugan’dır. Nar, Güneş demektir, dugan da doğan… Güneşin uzaması, yeniden öne çıkması anlamındadır. Karanlık sürenin uzamasını güneşin insanlara kızması olarak yorumlayıp, aydınlık sürenin uzamaya başladığı günü güneş ile barış olarak görmüşlerdir. Güneş tanrı değildir ama kutsaldır. Güneşin bu yeniden yükselişi de kutlamaya muhtaçtır. Hem de her seferinde. Bir önceki güneşin uzun olduğu dönemde verdiği nimetler için ve önümüzdeki günlerde güneşin uzun olacağı, bol vermesi Umay anadan umut edilen mahsuller için, güneşli günlerde olacak evlilikler, doğacak çocuklar, mutluluklar için adaklar adarlardı.

Türkler bu adakları için Akçamı kullanırlardı. Çünkü Türklerde ağaç kutsaldır. Her ağacın farklı anlamları vardır. Her bir ağaç oksijen salıp, karbon azaltarak Dünyanın tekrar bir ateş topuna dönüşmesini engeller. Dünyanın yaşaması için savaşır. Ki Türkler halen daha yeni doğan çocukları için ağaç dikerler. O dönemde Akçam sadece Türkistan bölgesinde bulunurdu. Ve yeryüzünün merkezini sembolize ederdi. Adı hayat ağacı idi… Kısaca haç derlerdi. Bu haç artı şeklindeydi. Artının tam ortasında güneş vardı. Artının kolları da dört bir yana giden güneş ışınlarını sembolize ederdi. Bu ışınlar ortada kesişmezdi. Akçam ağacı hayata bağlılığı, doğanın gücünü anlatırdı. Kadınlarımız elbise, kilim motiflerinde bu deseni sıklıkla kullanırdı.

Türk mitolojisinde Akçam, yeryüzünün göbeğinden başlayıp, göğe uzanabilen tek ağaçtır. Bu sebeple hayat ağacı adını almıştır. Bir ucunda Türkler bir ucunda Gök tanrı vardır.

İşte şu an içinde bulunduğumuz 22 Aralık haftasında, Türkler bu ağaçları evlerine alırlardı. Ağaçların altına Gök Tengri için hediyeler koyarlardı. Yeniden uzayan aydınlığın bereketinden gelecek beklentilerini ağaç dallarına semboller ya da çaput, bez şeklinde asarlardı. Her ev, bu bereket adağını mutlaka yapardı. O senenin mahsulünde tanrının yüzlerini güldürmesi için, tanrıya bu adak mutlaka verilmeliydi. Her yıl bu gelenek hafta boyunca devam ederdi. Özel, temiz kıyafetler giyilirdi. Uzayan günlerin bereketi için büyükler ziyaret edilirdi. Özel yemekler yapılıp, topluca yenilirdi. Geceleri aydınlatan büyük ateşler yakılır. O ateş; artık karanlığın azalacağı mesajı verildiği gibi, kovarcasına karanlığın yüzüne tutulan bir fener olurdu… Bereketin gelmeye başladığı bugün çocukların sevindirilmesi her şeyden önemliydi. Çocuklar uyunca, o soğuk aralık gecesinde ay gökte parladığında eve gelen, hediyeler getiren soğukların tanrısı Ay-az dedeleri vardı. Ayaz dedelerinin hediyeleri için heyecanlanan çocuklar, hemen sabah olsun diye erkenden yatardı. Güneşin yeniden güçlenmesi, gün içindeki süresinin uzamaya başlaması, insanlığın biten bereketsiz ve karanlığı uzun günlerden dersler çıkartma fırsatı bulması, yaradan tarafından insanlığa verilmiş en güzel ders ve hediyeydi. Güneş bu döngü ile insanlığın bilinç dünyasını şekillendirmekteydi.

Peki bu Türk geleneği Hristiyanlarca ne zaman kullanılmaya başlandı?

Grek Konstantin’in Roma imparatorluğu üzerinde hakkı vardı. Unvanı vardı ama ordusu, gücü yoktu. İktidarı ele geçirmiş bulunan Maksentsiy’i yenemiyor ve hakkını alamıyordu. Etrafında az sayıda güvenilir insan kalmıştı. Ne yapacağı bilemez halde yanındakilerle sürekli istişare ediyordu. Bir gün herkesin benimsediği bir fikir ortaya atıldı. Bu fikrin ışığında Türk yurduna gittiler. Türkler ile ittifak yapmak istediklerini bildirdiler. Orada kaldıkları bu süre içinde Konstantin ve arkadaşları Gök Tengriden etkilendiler. 312 yılında iktidar Maksentsiy çok güçlüydü. Akdeniz’in tek hâkimi idi. Konstantin, Kristaya'lar (Kıpçaklar) ile anlaştı. Kıpçaklar daha önce Avrupalıların hiç görmediği haçlı (labarumi) flamalar ile geldiler. Avrupa ilk kez böylesine heybetli, estetiği, görseli güçlü bir ordu görüyordu. Binlerce atlı Türk müfreze bugünkü İstanbul’u, Doğu Romanın en değerli kentini fethetti. Yenilmez Maksentsiy’i yenilmişti. Konstantin başa geçti. Bundan sonraki süreçte şehir Konstantinopolis ismini alacaktı. Romalılar bunu Gök tanrının bir işareti kabul etti. Ve Türk ordusunun bir kısmı anlaşma gereği İstanbul’da bırakıldı. Diğer kısmı ise ganimetlerle ana yurda geri döndü. Konstantinopolis’te kalan askerlere Federat (anlaşma) ismi verildi. Türkler sayesinde ordusu bile olmaya Grek Konstantin kazanmış oldu. Türk din adamları da şehirde kalmıştı. Gök tanrı duaları okunmaya başladı. Tabi ki Türkçe okunuyordu. İlk defa Avrupa Tanrı sözünü duymuştu. Ve Hristiyanlıkta, Türklerin katılımda bulunanlar için ifade ettiği ‘Katılik’ sözünden doğmuş Katoliklik yeni bir boyuta taşınıyordu. Türk din adamlarının getirdiği yenilikler sonucunda Ortadoksluk doğdu. İlk yıllarda Konstantin’in tek gücü Federatlardı. Bu sebeple onlarla iyi geçinmeye çalışıyordu. Onların isteği ile Türk geleneklerine uygun pazar adetini uygulama, Gök Tengriye dua mecburiyeti geldi. Ve yılda bir kere 22 Aralık haftasının pazar adeti ile dua ve Nardugan kutlamaları başlıyordu.

Türk dili Bizans ordusunun dili oldu. Bu lehçeye asker dili dendi. Doğu Roma imparatorluğu yerine kendilerine Bizans demeye başladılar.

Üç nesil sonra dönemine hayranlık uyandıran Bizans kültürü oluştu. Şehir yeniden inşa edildi. Türk Gök Tengri tapınakları yapıldı. Türk mimarlar, edindikleri tüm estetik ve mühendislik bilgileri ile çalışıyordu. Bir süre sonra doğu motifleri yaygınlaştı. Ay ve güneş döngüsünün zamanı oluşturması ile kutsal sayılan hilalin, dairesel hali kilise duvar ve minarelerine taşındı. 325 yılına kadar bu yoğun ve güçlü Türk kültürü şehirde devam etti. İznik’te yapılan Türklerden gizli konsili de artık Türk modeline göre değil, Grek usulüne göre kiliseler yapılmasına karar verildi. Ama o dairesel inşa modeli kaldı. Tengriyi kendi kiliselerin de bıraktılar. Ama Türklere, tapınaklarına saldırdılar. Türkleri şehirden çıkarttılar. Aslında İznik konsilindekiler o zaman tam idrak edememişti. Tengri dini uygulamaları çok güçlü irade, bilgi ve maneviyat gerektirmekteydi. Tengri ibadetini kendileri yaptırmaya başladı. Fakat Gök Tengri altyapıları yeterince yoktu. Yanlış bir şeyler vardı, hissediyorlardı ama çözemiyorlardı. O mana, manevi boşluk tamamlanamayınca, kiliselerde Tengri ile insanı birleştirilmeye başlandılar.

Ve günün sonunda Konstantin kendini ilah ilan etti.

Bu arada 22 Aralık Pazar adetlerini de kullanmaya devam ettiler. Güneş’in yer yüzü süresinin uzamaya başladığı bu kutsal dönem için; “İsa’da bizim güneşimiz”, “Aydınlık onun doğduğu gün yükselmeye başlamıştır” dediler. Doğum gününün de o gün olabileceğini kabul ettiler. Ve bereketi için aynı bayramı devam ettirdiler. Bir süre sonra “6 Ocak’ta vaftiz edilmiş” diyenler çıktı. Ortodokslarda pazar adetleri bir sonraki haftaya taşındı.

Hristiyanlar, 16’ıncı yüzyıldan sonra Türklerden aldığı Nardugan’da ki çam ağacı adetini de kullanmaya başladılar.

Günlerin uzamaya başladığı bu ilk günler 7000 yıldır Türk bayramıdır. Avrupalı Hristiyanlarda bizden bunu öğrenip 1700 yıldır yeni yıl adı altında kullanmaktalar. Ama bilinçli muhafazakâr Avrupalılar ‘Bu Türk, şaman adetidir’ deyip kendi koydukları isim ile Noellerini kutlamazlar.

Yeni yılda; 2023’te yaşadığımız sıkıntıları, depremi, seli yaşamamayı, doğru politika ile artık şehit vermeyeceğimiz bir düzenin gelmesini umut ediyoruz. Binlerce yıllık atalarımızın dediği gibi; bu yıl ki aydınlığın uzun olduğu günler, hepimize bereket getirsin. Güneş ana Umay, umudunuzu söndürmesin. Varsa kenarda köşede bir karanlığınız, aydınlığa dönüşsün…