Irkçılık; yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, hoşgörüsüzlük, kültürel dışlamacılık, köktendincilik, ekonomik kızgınlık ve göç karşıtlığı gibi vakalarla birleşen karmaşık bir hal almıştır. Avrupa’da İslam dinine bakış olumlu değildir. Aşağıdaki ana başlıklar altında sıraladığımız niteliklerde ayrımcılık ve bakış açısında menfilik görülmektedir:

• İslam dini değişime kapalı, ilerlemeyen kapalı bir blok olarak görülmektedir.

• İslam dini farklı, başka ve Avrupa değerlerine aykırı olarak görülmektedir. Diğer Kültürlerle hiçbir ortak yönü yoktur.

• İslam dini Avrupa’ya nazaran geride kalmış, barbar, akıl dışı, cinsiyet ayrımı yapan ve ilkel olarak görülmektedir.

• İslam dini saldırgan, şiddet uygulayıcı, tehdit edici, terörizme eğilimli ve medeniyetler çatışmasına teşvik edici olarak görülmektedir.

• İslam dini siyasi veya askeri yarar sağlamak için kullanılan bir ideoloji olarak görülmektedir.

• Müslümanlar tarafından yapılan Avrupa hakkındaki eleştiriler hemen reddedilmektedir.

• İslam düşmanlığı Müslümanlara karşı uygulanan ayrımcılıkları ve toplumdan dışlanmaları haklı göstermek için kullanılmaktadır.

• Müslüman düşmanlığı normal ve doğal olarak gösterilmektedir.

Bu durum, bu anlayış dolayısıyla; gettolar, dışlanan gurupların kendi değerlerine sarılarak bütünleşmesi, toplu hareket etmesi gibi sonuçlar doğurarak sistematik olmayan reaksiyonlara sebep olmaktadır.

Avrupalıların ayrımcı bakış açısı; barınma, çalışma şartları, eğitim, komşuluk ilişkisi, basın yayın gibi alanlarda dışlanmaya Müslümanların tehdit olarak görüldüğü islamafobiye sebep olmaktadır. 

Kurban bayramı geldiğinde barbarlık, katliam, kabul edilemez uygulama ve vahşilik gibi terimler sıkça kasıtlı olarak kullanılmaktadır. İslami dini vecibeler ilkellik ve gerilik olarak gösterilmektedir.

Başörtüsüne karşı çıkmayı medeniyetlerinin hayatta kalması adına çok önemli bir mücadele olarak göstermekte, başörtüsüne karşı nefret dili kullanılmaktadır.

Türkçe eğitimin kaldırılması değil, teneffüslerde dahi Türkçe konuşulması yasaklanmaktadır. Avrupa’da yaşayan Müslümanların mensup olduğu ülke ile bağlarını kopartmaya çalışılmaktadır.

Ya uyum sağlayın ya da geri dönün! Sloganı sık sık kullanılmakta, en ufak bir şeyde dış kapı gösterilmektedir. 

Dergilerde, çizgi filmlerde, dergi ve bulmacalarda İslamafobiye yer verilmekte ve bazı kelimeler için şüpheli ve Müslümanları ima eden tanımlar yapılmaktadır. Örneğin: 1.Hırsızlarda: Ali baba, 2.İslamlaştırılmış belediye: Schaerbeek, 3.Belçika Devleti tarafından kazançları karşılanan İslam bakanları: Ulema, 4.Sadece İslam için kutsal olan: Cihad, 5.Filistin geleneği: Katletmek, 6.En saçma din: İslam, 7.İslamlaşma tehdidi altında olan ülke: Belçika, Fransa gibi cevaplar verilmektedir. Çizgi filmlerde düşman karakterini ve kötüleri Müslümanlar veya İslami simgelerle (Cami, hilal, sarık, deve vs) gösteriyorlar. Maalesef Türkiye’de de çocuklarımız bu oyunları oynuyorlar.

Belçika’da nüfusun %10’u yabancıdır. Hollanda, Almanya, Fransa gibi ülkelerde ciddi bir Müslüman nüfus vardır. Bütünleşme projesinde; farklılıklar içinde bütünlük, farklılıklarla beraber birlik, farklılığa tahammül, ılımlılık ve tolerans kültürü geliştirilememiştir. Bunun gerçekleşmemesi Avrupa Birliği’nin Hıristiyan birliği olarak da gerçekleştirilemeyeceğinin en büyük delilidir. Çünkü Müslümanlar olmadığı takdirde Alman Polonyalıyı, Polonyalı, Ukraynalıyı, Ukraynalı Romanyalıyı Romanyalı Bulgar’ı hakir görecek, Almanya ile Fransa rekabet edecek, İngiltere geleneksel politikasına uygun olarak kara Avrupa’sında tesirli bir gücün ortaya çıkmasına mani olacak ve Avrupa Birliği olmayacaktır.

Son olaylarda Rotterdam’ın Faslı Belediye Başkanı-Valisi Ahmed Aboetaaleb’in kraldan fazla kralcı kesilmesi gösteriyor ki devşirilmiş adamlar efendilerinden daha tehlikeli olabilmektedir.

Avrupa’daki bu gidişat ve yapısal dönüşüm dolayısıyla İslam dünyasının Türkiye’nin başkanlığında ve etrafında toplanarak geniş çaplı tedbirler alması gerektiği ortaya çıkmıştır. Bu büyük tehdide karşı İslam dünyasının birlikte bir tavır geliştirmesi, yurt dışında yaşayan soydaş ve vatandaşlarımıza sahip çıkması, milli kimliklerini muhafaza etmeleri için her türlü tedbiri alması, oralara gönderilecek din adamlarının çok iyi yetiştirilerek gönderilmesi icap ediyor.

Son olarak Türkiye’nin Avrupa’da yapmak istediği evet kampanyasına değinmek istiyorum: Hayır kampanyası yapanlara izin verilmesi, bu değişikliği savunun parti ve sivil toplum örgütlerine müsaade edilmemesi ilginçtir. Bunun örnekleri yokmuş gibi hareket edilmesi kabul edilemez:

Avrupa’nın değişik ülkeleri, ülke dışındaki soydaşları için kampanyalar düzenliyor. Mesela şu anki Avrupa Komisyonu Başkanı Polonyalı Donald Tusk’ın 2007 yılında muhalefet lideri olarak Londra’da yaşayan yaklaşık 1 milyon Polonyalı için kampanya düzenlediği biliniyor. Fransa Başkanlık adaylarından Emanuel Macron’un da yine Londra’daki Fransızlar için kampanya yaptığı, Renzi başta olmak üzere İtalyan politikacıların da ülke dışındaki 4,8 milyon oy vermeye elverişli İtalyan için özellikle Amerika ve Arjantin’de kampanyalar yaptıklarını biliyoruz. Hatta Hollandalı politikacıların da Hollanda dışında (Güney Afrika, Kanada vb.) yaşayan soydaşları için, şu veya bu şekilde seçim kampanyası düzenlediklerini söyleyebiliriz. Bu itibarla, Hollanda ve Almanya’da Türk siyasetçi ve sivil toplum liderlerinin kampanya için Avrupa’ya gidişinin tuhaf karşılanmaması gerektiği açıktır. Bu yaptıkları yanlıştır. Anayasa oylamasından evet çıkmasını müteakip Türk liderlerinin yüzüne nasıl bakacaklarını merak ediyorum.