İBRÂR-İ KASEM: Verilen sözü edilen yemini reddetmeyip kabûl etmek. Bu da Mekârim-i ahlâktandır. (ahlâkî güzelliklerdendir). 

REDDİ SELÂM: Verilen selâm’a mukabele etmek redd-i selâm’dır; ve Farz-ı kifâyedir. Şârih Allâme Aynî, Umdetü’l-Kârî’de, selâm mes’elesi hakkında şu çok kıymetli izahâtı veriyor: Tavzih’te: İmam-ı Mâlik ve İmam-ı Şâfiî’ye göre verilen selâm’a mukabele etmek kifâyeten farzdır. Fakat Kûfe Fukahâsına göre bir cemaate karşı verilen selâm’a karşı cemaat efradının ayrı ayrı redd-i selâm etmeleri farz-ı ayındır, denilmiştir. Sâhib-i Meûne de ibtida selâm vermek sünnettir. Fakat sonra redd-i selâm etmek evvelkinden daha müekked bir sünnetir ve selâm’ın en kısa şekli: “Es-Selâmü aleyküm,” veya “Selâmün aleyküm-Ayıblardan âfetlerden uzak olunuz” demektir. 

Hanafî imamlarına göre, verilen bir selâmı işitenlerin hepsine reddetmeleri farz-ı ayındır. Fakat içlerinden ba’zılarının redd-i selâm etmeleriyle öbürlerinden de farz sakıt olur, farz eda edilmiş olur. Selâmı vermek ise sünnettir. Selâmı reddetmek farz, selâmı vermek sünnet olduğu halde bu sünnetin yâni selâm vermenin sevabı daha ziyadedir. Selâm reddedilirken selâm zâtın o redd-i selâmı duyması şarttır. Mırıltı ile kerâheti müfid olan redd-i selâm sahîh değildir. Meğer ki selâm veren kimse sağır olsun. Bu suretle de redd-i selâm eden kimse dudaklarını hareket ettirmek suretiyle mukabelesini dinleyenlere izhâr ve ilân etmesi lüzumu bildiriliyor. 

İçinde çocuklar da bulunan bir cemaate selâm verildiğinde reşîd olmayanların mukabele etmeleriyle cemaat redd-i selâm etmiş sayılmazlar. Kadın için erkeğin selâmını reddetmesi de vâcibtir. Şu kadar ki, kadının sesi avret olduğundan selâm’a mukabele ederken sesini yükseltmemelidir, deniliyor. Kadın erkeğe selâm verdiği surette selâm veren kadın yaşını-başını almış bir çağda ise erkek, kalben redd-i selâm eder. 

Buraya kadar kadın ile erkeğin selâm verip-almalarına dâir verilen izahat, bundan sonra izah edilecek “Teşmit-i âtıs” (aksırana du’â) hakkında da aynen ve tamâmen câridir. Dilencinin selâmını red için bir şer’î mecbûriyet yoktur. Zirâ selâm’dan matlup olan içtimâî ve ulvî gayeden dilencinin selâmı tamamiyle mahrûm bulunmaktadır. 

Kur’ân okuyan kimseye selâm verilmemelidir. Kelâm-ı İlâhî ile meşgul bulunan bir mü’mini selâm vererek işgal etmek hiç de muvafık değildir. Fakat Kur’ân okumakta bulunan bir Müslüman böyle bir selâm ile karşılaştığında, redd-i selâm etmesi vâcib olur. Münferiden bir kimseye karşı verilen selâm’a yalnız o selam’a muhatap olan kimse mukabele eder. 

SELÂM’IN İZTİMÂÎ MEVKİİ: Müslümanlar arasında tanışma ve bilişmeye vesiyle olan selâm ile redd-i selâm’ın pek yüksek bir kıymet-i İçtimâiyyesi vardır. Kitap ve sünnetten sonra en yüksek mevkii İçtimâiyyata bahşeden İslâm dini, İçtimâî pek yüksek haiz olan selâm için tanışmak gibi bir teârüf-i kadimin (eskiden beridir, tanışmanın) geçmiş olmasını şart koşmamıştır. Müslümanlar için bildiğine-bilmediğine selâm verilmesini bir vazife olarak kabûl etmiştir. Redd-i selâm’ın ise daha da tamamlayıcı bir vazife olduğu bildirilmiştir. 

REDD-İ SELÂM’IN ŞEKLİ: (Ve aleyküm’s-Selâm ve rahmetu’llâhi ve berekâtühû= Âfetlerden uzak ve Allah’ın selâmına ve bereketine yakın olunuz) demektir. Bu şekil, selâm’ın en mükemmel sıfatıdır. Bu cümleden vâv terkedilebilir. Yine böyle vav ile vazsız “aleykümü’s-selâm” demek de kâfidir. Yalnız efdaliyyeti terk edilmiş olur. Artık bundan aşağı bir şekilde redd-i selâm edilmesine dâir bir şer’î cevaz yoktur. Bu hususta bütün fakihler arasında ittifak vardır. 

Sahîh-i Buhârî’de, Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte ehl-i Kitap tarafından verilen selâm’ın yalnız (ve aleyküm) denilerek reddedilmesi Ashab’a bildirilmiştir. Buhârî ve Müslim’de aynı meâlde bir hadis de, Enes İbn-i Mâlik radiya’llâhu anh’den nakledilmiştir. 

Buhârî’nin İbn-i Ömer radiya’llâhu anhümâ’dan da bu meâlde bir rivayeti vardır. Ehl-i Kitab’a selâm verilip-verilmemesi de tedrîk edilmiştir: 

Buhârî ve Müslim’de Üsâme radiya’llâhu anh’den rivayet edilen bir hadis’te Resûl-i Ekrem Efendimizin içlerinde müslim ve müşrik karışık olarak bulunan bir meclise uğradıklarında selâm verdikleri bildirilmiştir. 

Yine Buhârî ve Müslim’de Resulullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’in Rûm Meliki “Hirakl’e=Selâm Mazhar-ı Hidâyet olan kimseye mahsustur” diye yazdığı bir mektup’da selâm vermiş oldukları sarahaten sâbittir. 

TEŞMİT-İ ÂTIS: Aksıran kimse (EL-Hamdülü’llâh=Allah’a hamdolsun) derse, buna karşı (Yerhamükü’llâh=Allah sana rahmet etsin!) diye mukabele etmeye şerîat ıstılahında “teşmit-i âtıs” denilir. Bu yolda mukabele de sünnet-i Kîfâye’dir. Müteâkıben, aksıranın (Yehdîkümü’llâh ve yuslihu bâleküm=Allah sizi hidayette kılsın ve hâtırınızı hoş etsin!) diye mukabele etmesi de sünnetin tamamlayıcı bir cüz’dür. 

Bu serî’nin mukaddimesinde meâlini verdiğimiz hadis-i Şerifte, Resûl-i Ekrem Efendimizin emir buyurdukları yedi şey hakkında kâfi derecede izahat verilmiştir. Şimdi nehyettikleri (yasakladıkları) şeyleri birer birer mutala’a etmeye sıra gelmiştir. 

Gümüş kap kullanmak haramdır. Hadisteki nehiy, (yasak) Nehy-i tahrimî’dir. Altın kap kullanmak da yine böyle haramdır. Belki altındaki haramlık gümüşten daha şiddetlidir. Hanafî imamlarına göre, bu babda haramlık erkekler için olduğu gibi kadınlara da şâmildir. Zirâ bu bab’da vârid olan, Huzeyfe radiya’llâhu anh hadisinde bir cemaate karşı “Ey Ashabım! Siz gümüş ve altın bardaktan su içmeyiniz, bunların tabaklarından yemek de yemeyiniz.” buyurmuştur. 

Buhurdan, misk kutusu, kaşık ve benzeri altın ve gümüş eşya’nın kullanımı kadın ve erkek için istisnasız harâmdır. Çünkü nehiy mutlâktır, umûmî’dir, İçmâ da vardır, deniliyor. 

Gerek altın ve gümüşten kap ve ev eşyası kullanımı, gerek nev’ileri bahis mevzu’u hadis-i şerifte zikir ve sayılan ipekli kumaşlardan ma’mûl elbise giyilmesinin haramlığı hakkında delil gösterilen hadis-i şeriflerden en mühimlerinden birisi de, İmam-ı Buhârî’nin başlıca, at’ime, Eşribe, Libâs bablarında, Abdurrahman İbn-i Ebî Leylâ vasıtasıyla Huzeyfe radiya’llâhu anh Hazretlerinin rivâyet ettiği aşağıdaki hadis-i şeriftir: 

Tabiî imamlarından İbn-i Ebî Leylâ diyor ki; Huzeyfe radiya’llâhu anh Medâyin’de bulunduğu sırada, (Medâyin, Dicle üzerine ve Bağdat’a yedi fersah mesâfede o devrin en büyük ve medenî şehri idi. Meşhûr Eyvan-ı Kisrâ’yi sinesinde taşıyor ve İran hükümdarlarının kaldıkları ihtişamlı bir şehir idi. Haz.Ömer İbn-i Hattâb radiya’llâhu anh’in hilâfeti zamanında Sa’d İbn-i Ebî Vakkâs radiya’llâhu anh eliyle fethedilmiştir. Huzeyfe Hazretleri de bu fütuhât sırasında Nihâvend’de Kumandanlık etmiş, Hemedân, Rey ve Dinûr’u fetheylemiş bulunduğundan, gerek Haz.Ömer’in, gerek Haz.Osman’ın hilâfetleri zamanlarında Medâyin valisi olarak bulunmuştu. Bu hâdise de valiliği zamanında cereyan etmiş olmalıdır. Hiç şüphesiz ki, İran baştan başa fethedilmekle beraber İran medeniyetinin aileler arasında debbede ve ihtişamı devam ediyordu. Kim bilir, Huzeyfe Hazretlerine, o günün İran umûmî valisi olmak cihetiyle nasıl bir süslenmiş bardakla su verilmişti.) bir mecliste su içmek istemiş, bir rivayete göre, Medâyin eşrafından bir zât, diğer rivayete göre bir mecûsî gümüş bir bardakta su getirmiş, Huzeyfe Hazretlerine gümüş bardak sunulunca bardağı alıp sahibine fırlatmış ve: Seni bu bardakla su getirmekten kaç def’a men’etmiş olmasaydım şimdi bu muameleyi yapmazdım. Ben Resulullah salla’llhahu aleyhi ve sellem’in “Ashabım! Harîr, dîbâç namlarıyla ma’ruf olan ipekli kumaşlardan ma’mûr elbise giymeyiniz!, Altın gümüş bardaklardan da su içmeyiniz bunların çanak ve tabakları içine konulan yemekleri de yemeyiniz. Bu eşya dünya’da küffara aid ziynet eşyasıdır. Âhirette de bizim ziynetlenmemizin (süslenmemizin) vasıtaları olacaktır” buyurduğunu işittim” demiştir. 

Yüce İslâm Dini, insanlar için sade bir hayat, demokrasi bir medeniyyet te’sis etmek, zenginlerin ve sefih’lerin ipekli kumaşlarla, altın-gümüş tabaklar ve diğer eşya ile fakirlere karşı böbürlenmelerini ortadan kaldırmak istiyordu. 

Hâtemü’l-Enbiyâ’nın hedef olarak gösterdiği bu ahlâkî ve içtimâî gaye ile birlikte ikinci ve iktisâdî bir gayesi de bütün halkı israftan ve sefahatten men ve tahzîr idi. Nîce ocakları söndüren, medeniyyetleri, saltanatları yıkan israf ve sefahati ortadan kaldırmak, zengin-fakir herkesi tutumlu, eşit, temiz bir hayata mazhar kılmak istiyordu... 

Şu kadar ki, altın ve gümüş yaldızlı eşyanın kullanılması haram değildir. 

ALTIN VE GÜMÜŞ YÜZÜK: Altın ve gümüş mes’ele’sinin çok mühim bir şubesi de yüzük kullanılmasıdır. Erkekler için altın yüzük takılması haramdır. Delili de mevzu’u bahsimiz olan, Berâ’Hazretlerinin rivâyet ettiği hadis’te altın yüzük takmanın menhî olduğu (yasaklandığı) sarîhan rivayet edilmiş bulunmasıdır. Kadınlar için istisnâ delili vardır. Erkekler için de altın yüzük takılmasının mübah olduğuna hükmeden fakihler vardır. Altın yüzük takılmasının mübah olduğu görüşünde olanların delili de Tahâvî’nin, Meâniyi’l-Âsâr şerhinde Muhammed İbn-i Mâlik’e ulaşan bir sened’le rivâyet ettiği Berâ’İbn-i Âzib’in diğer bir hadisidir ve şöyledir: Râvî Muhammed İbn-i Mâlik diyor ki: Ben, Berâ’Hazretlerinin parmağında altın yüzük gördüm. O sırada kendisinden niçin bu yüzüğü kullandığı soruldu. O da cevaben: Bu yüzük, Resûlullâh salla’llâhu aleyhi ve sellem’in bana bahşettiği bir armağandır. Bunu bana Resûlullah takmıştır. Ve, “Allah’ın ve Resulullah’ın sana ihsan ettiği bu yüzüğü kullan buyurdu” demiştir. Bu haber de altın yüzük takılmasının mübâh olduğuna sarâhaten delâlet etmektedir. 

Altın yüzük kullanımın haram olduğuna kâil olan fakihler, bu hadis’e karşı iki türlü cevap veriyorlar: 1) Mübah ile haram nas’ları teâruz ettiğinde haramlık ifade eden nas’ların tercihi asıldır. 2) Rivâyet olunan Berâ’vakıası, altın yüzük kullanımının haram kılınmasından önce cereyan etmiş bir hâdisedir. Fakat ikinci cevab, birinci kadar kuvvetli değildir. Çünkü Berâ’Hazretlerinin parmağındaki altın yüzük çok görülerek, kendisinden bunun niçin kullanıldığının sorulması, bunun haram kılınmasından önce değil, belki haram kılındıktan sonra cereyan etmiş bir hâdise olduğuna delâlet eder. Birinci cevap ise kuvvetlidir...