ANTALYA DA’VA’SI!... (13)

Adam, İ.T.Ü., (İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu, Yüksek Makina Mühendisi, T.B.M.M.’sinde, kalorifer ve tüm su motorlarından sorumlu, teknik umum müdür. T.B.M.M.’si memûriyetleri, istisnâî memûriyet olup normal memurların çok fevkinde maaş alırlar. Ayrıca, başka kurumlarda bulunmayan sosyal hakları da vardır. Üstelik de, doğrudan halkla herhangi bir münasebetleri olmadığı için de çok rahat şartlarda çalışmalarına devam ederler. T.B.M.M.’si memuriyeti diğer kurum ve kuruluşta çalışanlar için hayal bile edemeyecekleri makamlardır. Ankara’nın mutenâ semt’lerinden birisinde korunaklı, lüks bir sitede ikamet ediyor, çocukları özel okullarda, kolejlerde okuyordu.

İstanbul’a geldi. İstanbul’un mütevâzi semtlerinden birinde, mütevâzî bir meskende oturmaya başladı. Çocuklarını özel okullardan-kolejden alıp devlet okullarında okutmaya başladı. T.B.M.M.’sinde almakta olduğu maaşın belki de beşte birine rıza göstererek, Fazilet Şirketinde herhangi bir pozisyonu olmadan çalışmaya başladı. Kendisine pozisyonunu, Merhum Üstad Necip Fazıl Kısakürek tayin etmişti. Telefon edip Merhum Büyüğümüz ile konuşmak istediğinde, ilk olarak karşına çıkıp telefona cevap verdiği için, kendisine, “Kalem-i Mahsus Müdürü,” unvanını vermişti. -yeni nesiller bu tabir ve terkiblere âşinâ değildir, “Kalem-i Mahsus Müdürü,” demek, şimdilerde, “Özel Kalem Müdürü,” demektir.- Kısacası, Beyağabey’in, “Kalem-i Mahsus Müdürü,” pozisyonunda çalışmaya başlamıştı...

Şaşırmıştık; Bu zâtı çoğumuz tanımıyorduk, bizimle geçmişimizde hiçbir hikayesi yoktu. Hiçbir zaman tedrisat sistemimizde bulunmamış, Zarûrât-ı Diniyye bilgilerini bile muhtemelen aile büyüklerinden almıştı. Bunca fedâkârlığa niçin kim için katlanmıştı? Çok fazla uzun bir müddet geçmeden anlaşılacaktı!...

Bir başka adam, Anadolu’daki orta ölçekli illerimizden birisinde itibarlı iş insanı, ahşap işleme üzerine fabrikası var. İşçileri var, işi iyi, mesud bir aile babası, etrafındaki herkes tarafından takdir edilen sevilen birisi... Birden ne olduysa, buradaki işlerini tasfiye ediyor, bütün malvarlığını nakde, döviz ve altına tahvil ediyor, ailesini de bırakarak İstanbul’a nakl-i mekân ediyor. Söylentilere bakılırsa, İstanbul’da genç bir bayan ile nikahlanıyor. Pazar hariç her gün elinde deri bir evrak çantası, Nuruosmaniye Caddesi üzerinden Kapalıçarşı’ya gidip-geliyor. Belli ki, döviz ve altın piyasalarını yakından takip ediyor, birikimlerini değerlendiriyor.

Lüks otomobili ile birlikte, köşkün kapısında, şirketteki Beyağabeyin Yazıhanesinin önünde neredeyse yirmi dört saat nöbet tutuyor, Beyağabey nereye gidecekse o götürüyor, nereden gelecekse o karşılıyor, neredeyse nefes alıp-vermesini takip ediyor, tespit ediyor, bizler dışardan buna şaşırıyorduk. Bu şahsın da bizimle geçmişinde, geçmişimizde, herhangi bir hikayemiz yoktu.

1973 seçimleri tek başına bir iktidar çıkartmamıştı. Daha sonra devrin çapsız Başbakanı tarafından, “Tarihî Yanılgı,” olarak değerlendirilen, C.H.P-M.S.P. Koalisyon hükûmeti tarafından idare edilirken, Kıbrıs Barış Harekâtını icra etmek mecburiyetinde kalmıştı. Bir taraftan ekonomi ve silah ambargosu, diğer taraftan, siyâsî istikrarsızlık, 12 Eylül 1980 Darbe-i hükûmetine giden yolda Devletimiz Tarihinin en buhranlı günlerini yaşıyordu. Ekonominin çarkları durmuş, Merkez Bankası, ilâç ham maddesi ithali için bile döviz tahsisi yapamıyor, Süleyman Demirel’in tarihe geçen şu sözüyle, “Devlet 70 cente muhtaç edilmişti. Bütün bu ağır şartlara rağmen, Kıbrıs Kahraman Türk Ordusu tarafından yeniden feth edilmişken, yaklaşık, bir asra varan dinî ve manevî ihmali de dikkate alarak, Kıbrıs’ın yeniden manen de fethedilmesi için, Türkiye çapında ve Türk İşçi’lerinin kesif olarak bulundukları Avrupa ülkelerinde, bir kitap kampanyası başlattık. Kampanya büyük bir alâka ve heyecan ile karşılandı. Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, bütün yayınevleri kitap bağışlayarak, Bankalar, Sanayi ve ticârî kuruluşlar nakit yardımıyla katıldılar. Kitap mübayaası ve seçimi mevzuunda tek otorite İstanbul’da bulunan kadim üniversitelerimizin konusunda uzman, profesörlerinden teşkil edilen encümendi. Toplanan ve satın alınan kitaplar, İstanbul’dan Mersin’e bir konvoy ile gönderildi. Sabah Kıbrıs’a Kitap Kampanyası Konvoyu’nun geçtiği şehirlerde, evlerinde bulunan kitapları, eski gazete ve dergileri ve nadide dinî ve Millî eserleri konvoyda bulunan vasıtalara yüklediler. Konvoyla Mersin’e getirilen kitaplar, Taşucu Limanında bir gemiye yüklenerek Kıbrıs’a dua ve niyazlarla uğurlandı.

Kampanya, Yurdumuzda ve Kıbrıs Türkleri arasında büyük akisler yaptı. Başta Devletin başından, Hükûmetten ve Kıbrıs Türkü’nün unutulmaz Lideri, Efsanevî, Rauf Denktaş televizyonlar vasıtasıyla teşekkür etti. Kampanya, görüntülü ve yazılı Matbuatta manşetlerden verildi.

Cumhurbaşkanlığı, milletlerarası Türkiye Bisiklet Turunun sponsoru olduk, tur’u biz tertip ettik. O kadar başarılı olduk ki, tur’un başladığı ve nihayete erdiği şehirlerde yerli ve ecnebî bisikletçileri on binler karşıladı ve uğurladı, Devletin bütün kademelerinden ve spor camiasından büyük takdir gördü.

Türk Spor tarihinde ilk defa olarak, Amatör Sporlar Kurultayını biz topladık. Önemli kararlar alındı ve büyük takdir topladı. Demem odur ki, her şey yolunda ve mükemmel, düşmanlarımızın hasedle, rakiblerimizin gıbta ile, dostlarımızın gururla takib ettikleri bir müessese haline gelmişken, yeni projeler, düz baskıdan ofset tekniğine geçmek için, İmtiyaz Sahibi, Mehmed Arıkan Hoca’mızla, Merhum, Umûmî Neşriyat Müdürü’müz, -yeni nesil genel yayın müdürü, der.-İsmail Oğuz Bey’i tedkikat ve bağlantılar yapmak üzere Almanya ve İngiltere’ye göndermiştik. -Bu vesiyle ile arkadaşlarımızı uzun bir müddet evinde misafir eden ve onlara rehberlik eden, devrin, Sabah Gazetesi Londra Temsilcisi, Karadeniz’in yiğit delikanlısı, Merhum, Mehmed Bölükbaşı’yı rahmet, minnetle ve şükranla yâd eder, Refika-i Muhtereme’leri Necla Hanımefendiye hürmetlerimi arz ederim.-

Kalem-i Mahsus Müdürü telefon etti. “Mustafa Bey, müsaid iseniz, Beyağabey sizi emrediyorlar. Hay hay! dedim, hemen aynı binanın bir üst katındaki Beyağabey’in Yazıhanesine çıktım. Kalem-i Mahsus Müdürünü, kaş-göz işâretiyle dışarı çıkardı. Baş başa kalmıştık; yeni bir haber ve kendisine arz edeceğim bir husus olup-olmadığını sorduktan sonra, “Mustafa! Bizi çok yoruyor, asıl hizmetlerimizi daha iyi yapabilmemize, zaman zaman engel oluyor. Gazete’yi kapatalım.” buyurdu.

“Efendim, takdir buyurursunuz ki, gazete kapatmak herhangi bir bakkal dükkanı kapatmak gibi kolay bir şey değildir. Evveliyyetle iki yüze yakın çalışanımız var. Bunların ekserisi kıdemli gazeteciler. Akidlerinin feshi halinde her birine yüksek meblağlar, ihbar ve kıdem tazminatı var. Üstelik gelir-gider arasında bir dengesizlik yok, gazete ve işletme zarar etmiyor. Şu anda iki arkadaşımız, yeni tesisler için inceleme ve bağlantı yapmak üzere Avrupa’dalar. Gazetelerin kapatılması halinde, UFUK Dergisinin yurt-içi-yurt-dışı elli bine yakın, yıllık, altı aylık, abone bedellerini tahsil etmiş durumdayız. Gazete göndermediğimiz takdirde, abone bedellerini iade etmek mecburiyetindeyiz. Hem sonra fevrî bir kararla gazeteleri kapatıp, çoğu evli ev geçindiren bu çalışanlarımızı sokağa mı dökeceğiz? Elbetteki takdir, nihâhî karar Zât-ıâlinize aid’dir,” dedim. Her zaman olduğu gibi, “Pekâlâ! düşünür, tekrar konuşuruz.” dedi. Bu arada, Kalem-i Mahsus Müdürü için, “Şimdilik, benimle çalışacak, benim telefonlarıma bakacak, Şirkette, Matbaa’da veya Gazete’de, herhangi bir işi olmayacak. Yalnız, buradaki şifre kelime, “Şimdilik,” oysa ileride neler oldu neler?!...