ANTALYA DA’VA’SI (9):

Ebû Bekir:

- Babam sana kurban yâ Resûle’llah, şu iki binit devesinden birini beğen, al! dedi. 

Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem:

- Ancak hediye alabilirim! buyurdu.

Resûlullah’ın Ebû Bekir’den aldığı bu deve’yi Ebû Bekir sekiz yüz dirheme almıştı. Adı Kasvâ idi. (Kasvâ, Araplar arasında, kulağı’nın dörtte biri kesik koyun ve deveye denilirdi. Fakat, Haz.Ebû Bekir’in Peygamberimize hediye ettiği devenin kulağı kesik olmadığı halde, ismi, “Kasvâ” idi.) Benû Kuşeyr kabilesi hayvanlarından idi. Resûlullah’ın irtihalinden sonra bir müddet daha yaşamış, üzerine, teberrüken hiç bir kimse binmemiş ve hiç bir yük yüklenmemiş, Medine hurmalıklarına salıverilmiş, dilediği bahçe’de yayılmış, dilediği her yerden serbestçe su içmiş, Haz.Ebû Bekir Efendimizin hilafet yıllarında gözyaşı dökerek ölmüştür.

Haz.Aişe devamla, biz Resûlullah ile Ebû Bekir’in sefer levazımını çar çabuk hazırladı. Her ikisi için bir dağracık içinde bir miktar azık düzenleyip koyduk. (bu dağracık sofra içinde pişmiş bir koyun’un da bulunduğu rivâyet olunmuştur.) Dağracığın ağzı bağlanacağı sırada Ebû Bekir’in kızı kardeşim Esmâ, (Esmâ, aslında Haz.Aişe’nin büyüğü ablasıdır.) Belinin kuşağından bir parça yırtıp ayırdı da onunla dağracığın ağzını bağladı. Bu cihetle Esmâ’ya “Zâtü’n-nitâkayn iki kuşaklı” denildi. (Buhârî’nin bu hicret bâbında doğrudan Esmâ’ radiya’llahu anhâ’dan bir rivâyetinde der ki; Ben Nebî salla’llahu aleyhi ve sellem ile Ebû Bekir için Medine’ye gidecekleri sıra bir sofra hazırladım. Ağzını bağlayacak kuşağımdan başka bir şey bulamadım da babama söyledim. Babam da, kuşağımı ikiye bölmemi söyledi ben de öyle yaptım da buna “Zâtü’n-nitâkayn” denildi.)

Haz.Aişe der ki: Sonra Resûlullah salla’llahu aleyhi ve sellem ile Ebû Bekir (evimizin arkasındaki bir pencere deliğinden çıkıp) Sevr dağındaki bir mağaraya (bir perşembe günü, Cum’a gecesi) ulaştılar, (Sevr dağı Mekke’nin sağ tarafında ve üç mil mesâfededir. Mağara da bunun tepesindedir. Resûlullah ile Ebû Bekir’i mütevâzî sinesinde saklayan bu mağara el-yevm ziyâret olunmak şerefini hâiz olarak mevcuttur.) Ve orada üç gece gizlendiler. (Bir pazar günü yola çıktılar) Her gece yanlarında Ebû Bekir’in oğlu Abdullah gecelerdi. Abdullah, mahâretli, çabuk, anlayışlı tâze bir gençti. Seher vakitlerinde Resûlullah ile Ebû Bekir’in yanından çıkar, Mekke’de gecelemiş gibi Kureyş ile sabahlardı. Abdullah, Resûlullah ile Ebû Bekir hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri hafızasına alır, tâ karanlık basınca gelir, Resûlullah ile babasına haber överirdi. Ebû Bekir’in kölesi Âmir İbn-i Füheyre (o civarda) bol sütlü, sağmal koyun otlatır ve akşamdan bir müddet geçtiğinde Resûlullah ile Ebû Bekir’e getirirdi. Onlar da (sağıp) tâze süt içerek gecelerlerdi. O süt kendi sağmallarının sütü idi. Ve içine güneşte ısınmış, kızgın taş konularak ısıtılmış (ve bir dereceye kadar kaynatılmış idi.) Böylece çiğ sütün içindeki zararlı mikro organizmaların zararından korunmuş oluyorlardı. Nihayet gecenin sonunda, Âmir İbn-i Füheyre (mağaranın önüne gelir) sağmal koyunlara seslenirdi. (Alıp yaymağa götürürdü.) Resûlullah ile Ebû Bekir’in mağara bulundukları üç gecenin hepsinde, Âmir süt işini böyle te’min etmiştir. Köle, Âmir İbn-i Füheyre’ye, Sevr dağı eteklerinde koyun gütmesini, sağmal koyunlardan sağdığı sütün kızgın taşla kaynatmasını, sonra da mağara’daki Resûlullah ile Ebû Bekir’e içirmesi ta’limatını veren, Seyyide’si, Haz. Ebû Bekir’in kızı ve Aişe Vâlidemizin ablası, Haz.Esmâ’ Validemizdir.

Hicret yolcuları, Fahr-u Kâinât Efendimiz ve yanında bulunan, Peygamber’lerden sonra bütün insanların en hayırlısı, Yâr-ı Ğâr’ı, Sahibi, Haz.Ebû Bekir es-Sıddîk için, yolculuk azığı hazırlayan, Hazreti Esmâ’ gibi, Teb’a-i Tâbi’î’nden, bir hicret yolcusu, hürriyetinden mahrum edilmiş, mahbus bir Muhterem, yarı yolcu, yarı mukîm birisine her gün üç öğün azık, yemek hazırlayan, ablamız, kardeşlerimiz de aynen, Esmâ’ annemiz gibidirler.

Bu satırların yazıldığı, (Hicrî, 12 Şaban 1441, Milâdî, 05.Nisan 2020 Pazar günü, Saat, 17:32’de) Coronavirüs, Covid 19 Beliyyesi sebebiyle, 65 yaş üstü ve Kronik rahatsızlıkları bulunanlar ile, 18 yaş altı gençler ve çocuklar, ihtiyârî-cebrî evlerimizde, ev hapsindeyiz. Anne’lerimiz, eşlerimiz, çilekeş kadınlarımızın, her gün, hane halkı için, üç öğün yemek hazırlamak için, “Bugün ne pişireceğim, ne yemeği hazırlayayım,” telaşesi içerisindedirler. Aile’leri için çırpınan, saçını süpürge eden, Haz.Esmâ’ izinden giden kadınlarımıza selâm olsun!...

Daha önce de ifade ettiğim gibi, Tevkî edilen maznunlar, dosya münderacatı, delil durumu ve verilebilecek a’zamî ceza dikkate alınarak muhtelif sürelerde tahliye edilmişlerdir. Maznunlardan ekserisi, 70 gün sonra, ya’nî, 2 ay 10 gün sonra tahliye edildiler.

En uzun müddet, mevkûfen hapiste tutulan, Mehmed Şişman Hoca’mızdır; Kendileri, 21 Şubat 1981 tarihinde tevkîf edilmiş, 18 Haziran 1982 tarihinde tahliye edilmiştir. Sadece, bu da’va’da hapishane’de kaldığı süre, 15 ay, 25 gündür. Daha önceki yıllarda laikliğe aykırı davranışlar bahane edilerek, Merhum, İsmail Şanlı ile birlikte 40 gün, daha sonra şen’i bir iftira sebebiyle, 26 gün, bu da’va’da tevkîf edilmeden önce Antalya Emniyet Müdürlüğü’nün değişik şubelerde tutulduğu 45 günü de ilave edersek toplam nezaret ve hapis günleri 19 ay, 16 gün eder.

Merhum, Büyüğümüz, Kemal Beyağabeyimiz, Kemal Kacar, 7 Ekim 1981 tarihinde Antalya’ya getirilmişti. Mehmed Şişman ve diğer mevkûf kardeşlerimizle birlikte, 18 Haziran 1982 tarihinde tahliye edildiğine göre, hapishane’de kaldığı müddet 8 ay, 12 gündür.

Zannedildiği Beyağabey, Antalya Hapishane’sinde, hücre hapsinde, tecrid’de değildi. Volta sahalarında serbestçe dolaşıyor, diğer kardeşlerimizle sürekli temas halindeydi, Mehmed Şişman Hoca’mızla, zaman zaman diğer ba’zı kardeşlerimizin de iştiraki ile üç öğün yemeklerini beraber yiyorlardı.

Bu Da’va’nın sebebini, Hazırlık Dosya’larını, iddiânâmesini, esas dosyasını, Yargıtay Başsavcılığı’nın Temyîz Layıhasını, Yargıtay 9.Ceza Dairesinin Temyîz ilâmını inceledim, satır satır, okudum ve bu seri yazıyı kaleme aldım.

Antalya Da’va’sıyla alakalı bunun dışında söylenenler asla hakîkati aks’ettirmiyor, hepsi lâf-u güzâf’tan ibarettir...