Gurbetten Sılaya – 20.03.2019, 11:50

Mustafa Hoca ..

Ben bir şey diyorum, sen başka yerlerden güya bana vurmağa çalışıyorsun..

Konu dışında ne varsa dizmişsin.. Sende sadet diye bir şey yok

Kişi kendisini nasıl tanımlarsa onunla hitap edilir..

Ben SADECE MÜSLÜMANIM BİR ALT KİMLİĞEDE İHTİYACIM YOKTUR.

Ne mezhepsizlik, ne vahhabilik, ne Şiilik ne de sapık tarikatçılık veya başka bir şey 

beni enterese etmez.. Bunu böyle bil.. Bana diyeceksen sadece MÜSLÜMAN DE YETER..

Beyefendi. Bu zemin’deki yorum’lar, iki kişi arasında mahrem kalması iktiza eden bir mektuplaşma değildir. Amme’ye açık bir platform’dur. Bu zemin’de, benim yorumlarım her ne kadar yorumcu’nun yorumuna bina edilmiş ise de, tespitler sadece yorumcu’nun şahsına izâfe edilmez, umûma şamildir. Her kim şöyle veya böyle düşünüyor ve inanıyorsa demektir. Ben şahsen sizi tanımam, ayrıca sizinle herhangi bir alış-verişim de yoktur, size karşı muğberliğim de söz konusu değildir. “Ben Sadece Müslümanım, bir alt kimliğe ihtiyacım yoktur,” buyuruyorsunuz. 

“Ben sadece Müslümanım,” demek ne demektir? Sizi hâriç tutarak, bu cümleyi tahlil ettiğimizde; “A’rap (Bedevî’ler) “inandık-âmennâ” dediler. De ki; “Müslüman olduk-boyun eğdik”, deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve Resûlüne itaat ederseniz, Allah işlerimizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurat 49/14) 

(Esed oğullarından bir topluluk bir kıtlık senesinde Medine’ye gelerek iman ettiklerini söylemişler ve Hazreti Peygamber’e “Sana yüklerimiz ve ailelerimizle geldik. Seninle başka kabileler gibi savaşmadık” demişler, sadaka istemişlerdi. Âyet onların bu durumunu tahlil ederek, onların kalb’ten tasdîk etmediklerini, sadece dilden teslimiyetlerini belirttiklerini ifade etmektedir.) 

Demek ki, münâfıklar da, “Biz sadece Müslümanız,” diyorlardı. Demekle kalmayıp, İslâm’ın şartlarından ba’zılarını icra da ediyorlardı. Mescid-i Nebeviyye’de, Resûlullah’ın arkasında ilk saflarda 360’dan fazla münafık namaza duruyorlardı. 

“Ben sadece Müslümanım,” demek, “Ben mezhepsizim, hiçbir mezhebi taklîd etmiyorum, kendim müçtehidim, demektir. “Ben sadece Müslümanım,” demek, ben ehl-i Sünnette’n değilim, bütün Fırak-ı Dâlle’yi, benimserim,” demektir. 

İmâmeti İslâm’ın şartı sayan, başta on iki imam olmak üzere, imamları Peygamber olarak kabûl eden, Gaybûbet-i Kübrâ’da sırlanan, İmam-ı Ma’sûm adına vazife yapan imam ve velâyeti Fakîh’ler, meselâ, İmam Humeynî ve İmam Hamaney, Peygamber’dir, gaybı bilirler. İlmü’L-Evvelîn ve’l-Âhirine sahiptirler. Hâşâ! Kur’ân’daki nas’lar, tevâtür derecesindeki hadislerin delil olabilmesi için, imam’ın tasdîk etmesi şarttır, diyen, Hâşâ! Hazreti Ali Allah’tır, ya da Peygamber’dir, diyen, Gulât-ı Şîa dâhil, yüze yakın fırkası olan, bir Yahûdî Abdullah İbn-i Selül tarafından dizayn edilen, -Tıpkı, Katoliklik gibi- Şiî devlet İran, förs ve acemler, devlet olarak, İslâm Devleti, ferda ferda, bütün İranlı’lar da kendilerine “Sadece Müslümanız, Müslümanım,” diyorlar. 

Cenab-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de, 50’den fazla âyette, iman’dan sonra hemen Amel-ü Sâlihi zikretmiştir. 

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla (doğrularla) beraber olun.” (Tevbe 9/119) Âyet-i Kerime’de, imandan sonra, takvâ ve sadıklarla birlikte olma şartı getirilmiştir. 

“Bilesiniz ki, Allah’ın velî’lerine (dostlarına) korku yoktur, onlar üzülmeyecekler.” “Onlar, iman edip de takvâ’ya ermiş olanlardır.” (Yûnus 10/62, 63) 

(İkinci âyet, birinci âyette geçen “Allah dostları’nın), (evliyâullah’ın), Allah’ın kendilerine böylesine mukaddes bir unvan vermesini sağlayan husûsiyetlerini iki kelime’de hulâsa etmiştir; iman ve takvâ. Çünkü iman bütün bâtıl ve yanlış inançlardan sıyrılarak gerçeğe, hakka ulaşmış olmanın, takvâ ise, her türlü sapık ve kötü yollardan, başıboş ve hayvâni yaşama tarzından arınarak, kalbi Allah’a teslim etmenin, hayatı O’nun kanunlarına göre tanzim etmenin ve böylece bir ahlâk disiplinine girmenin ifadesidir. İşte Allah dostları, iman ile ma’rifetü’Llâh’a ve takvâ ile de, üstün ahlaka ulaşmış olduklarından, 62.âyette de beyan buyrulduğu gibi, her türlü korkudan, kederden ve ümitsizlikten kurtulmuşlardır. Çünkü onlar, en üstün kudret olan Allah’ın dostluğunu ve himâyesini kazanmışlardır. Bu âyette de imandan sonra takvâ zikredilmiştir. 

“İman edip de kötülüklerden sakınanlar (takvâ sahibi olanlar) için ahiret mükâfâtı daha hayırlıdır.” (Yusuf 12/57) 

Bu âyette de, iman’dan sonra takva zikredilmiş, şart koşulmuştur. 

“İman edip, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar (takvâ sahipleri)’ni ise, kurtardık.” (Nahl 27/53) 

İman’dan sonra yine takvâ şartı ve zikri... 

“İnananları kurtardık. Onlar (Allah’tan) korkuyorlardı. (Takvâ sahibi idiler) (Fussilet 41/18) 

“Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size va’dolunan cennetle sevinin! derler.” (Fussilet 41/30) 

(Melekler, ayette vasıfları belirtilen mü’minlere, zikredilen müjdeleri ölüm anında vereceklerdir. Dosdoğru yolda yürümek, imanda sebattır. Bunu Haz.Ebû Bekr söz ve davranışla düzgün olmak; Haz.Ömer, münâfıklık etmemek; Haz.Osman, amelde ihlaslı olmak; Haz.Alî, farzları eda şeklinde yorumlamışlardır. Meleklerin “Korkmayınız” müjdesi, ölüm sonrası ve geçmiş amellerle alakalıdır. “Tasalanmayınız” diye müjdeleri ise, evlât ve aile ile alakalıdır.) 

Bu âyette de iman’dan sonra istikâmet (dosdoğru yol) zikri ve şartı vardır. Beyefendi. Siz, “Ben Sadece Müslümanım,” diyorsunuz, ben ise: 

- El-Hamdüli’llâh! Mü’minim, Müslümanım, ehl-i Sünnet’denim. –Ehl-i Sünnet herhangi bir mezhebi ta’rif etmez, “Mâ ene ve Ashâbî,” (Benim ve ashabımın yoludur) buyurduğu, Sırât-ı Müstekîm, Câdde-i Şerîa’ti Garrâ-i Ahmediye’dir. Sapaklar, ara sokakların tamamı Fırak-ı Dâlle’dir. –İ’tikâden Mâtürîdî, amelen, Hanafî, meşreben, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’nin Müceddidiyye kolundanım. Benim, “Müslümanım,” üst kimliğimin altında pek çok kimliğim vardır, bunun için şükrediyorum, gurur duyuyorum. 

Gurbetten Sılaya – 20.03.2019, 11:55

Hasan kardeşim.. RABITA HZ.PEYGAMBER ZAMANINDA sahabenin Rasülüllah' yaptığı ...şeklinde  bir soru abesle iştiğaldir....

Rabıta dediğin şey bir FANİYİ GÖZÜN ÖNÜNE GETİRİP HAYAL ETMEK KUR'ANDA SAHİH SÜNNETDE OLMAYAN VE HATTA İNSANI ŞİRKE DÜŞÜREN. ÇOK TEHLİKELİ BİR EYLEMDİR..

HELE NAMAZDA VE İBADET NİYETİ İLE YAPILINCA Allah’ın yanına yedek bir İLAH KOYMAK OLURKİ ŞİRKİN KATMERLİSİDİR..

Beyefendi. Rabıta, dâîmî olarak murakabe altına girmektir. “Allah ile beraber olunuz,” fahvasınca, eğer, her dâim, Allah ile beraber olamıyorsanız, dâîmî olarak Allah ile beraber olan birisini vesiyle edininiz ve onun murakabesi altına, demektir. 

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun (takvâ sahibi olun) O’na yaklaşmaya vesiyleler arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide 5/35) 

“Onların yalvardıkları bu varlıklar Rab’lerine -hangisini daha yakın olacak diye- vesiyle ararlar. O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabb’inin azabı, sakınılacak bir azaptır.” (İsrâ 17/57) 

Kur’ân-ı Kerim’de, Âl-i İmran, 200, Kehf Suresi 14, Kasas suresi 10.âyetlerinde bir şekilde “Râbıta” zikredilmiştir. 

“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim; Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, dedim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlar üzerine rakîp-kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine rakîp-gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (Mâide 5/117) 

Namaz kulun, bilâ vasıta Allah’ın huzurunda, tam bir murakabe altında durduğu bir ibâdettir. Namaz’da râbıta ve vesiyle olmaz. Namaz dışında vesiyleyi, râbıta’yı hâşâ! küfür kabûl eden zihniyyet, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizden şefaat dilemeyi ve onun üzerine Allah’ın emri olduğu halde – Allah ve melekleri, Peygamber’e çok çok salavât getirirler. Ey Mü’min’ler! Siz de ona salavât getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin.” (Ahzab 33/56)- Salavâtı Şerife getirmeyi, küfür sayın vehhâbî zihniyetidir. Günümüz Türkiye’sinde ve gönül Coğrafya’mızda bu zihniyyetin hempaları, “Kur’ân bize yeter; sünnete, kıyasa, icmâ-i Ümmete, mezheb’lere, tezkiye-i nefsin, tezyin-i Letâif’in yolları Turuk-u Âliyye’ye ihtiyaç yoktur, diyenlerdir.” Ben sadece Müslümanım, alt kimliğe de ihtiyacım yoktur,” demek de bu zihniyyete mensûbiyyetin açık bir delilidir. Sadedimiz de budur. 

Acemi eğitimi verilen eğitim sahasında, Bölük Komutanı bölüğüne komutunu vermiş “Bölük Dur!... Bölüğün bütün neferleri durmuş, fakat uzun boylu olduğu için bölüğün en önünde yürüyen Kandıralı yürümeye devam etmiş, komutan bu kerre, “Kandıralı! Sen de dur!... demiş... İrtidat ilhad yolunda tek başına yürümeye devam etme! Sen de dûr! Ey Gurbetçi!...