Yaşadıkça, günler, yıllar geçtikçe, büyüyor muyuz? Eskiyor muyuz? Erdemli olma yolunda kıdem mi alıyoruz? Bu soruların kesin ve net bir cevabı yok, bilmiyoruz, değişken. Kaç gün öncesiydi babalar gününü kutladık, kimilerimiz hayatta ki babasına koştu sarıldı ya da korona virüs önlemleri gereği acaba diyerek telefonla aradı, uzunca sohbetlerde bulundu. Babasını kaybedenler, Hakk’a yürüyenler dualar etti, sevgi ve saygıyla andı. Özellikle babalar gününde daha bir ön plana çıkan bir durum var ki, düşünmek bilmek dahi acıların en büyüğü. Evladı kendisi yaşarken Hakk’a yürümüş babalar var ki, her ne sebeple olursa olsun, zor, çok zor bir acı yaşadılar. Bazıları hastalık ya da kazalar sonucu evladını kendi elleriyle toprağa koydu, büyük acıyı yaşadı, acının en büyüğünü ise şen şakrak, çangılı çengili törenlerle askere uğurladığı oğlunu şehitlik sonrası toprağa vermek. Askeri okullardan birini kazanmanın ihtimaliyle çocukluk yıllarında dahi disipline hale girip gece gündüz demeden çalışıp kendini hazırlayan, askeri subay astsubay okullarından birini bitirip orduya katılanlar var. Şanlı şerefli Türk silahlı kuvvetleri elbisesini giyip birliğine katılan, vatanımızın her köşesinde görev alan, mücadele eden, görev yapan her kademe ve rütbede askerlerimiz var. Arada ki küçücük boşluklar da evlenip çoluk çocuk sahibi olan ordu mensuplarımız, görevli oldukları süre içerisinde haince ve terörden beslenen, insan demekten gıpta ettiğim kevaşelerin kurşunlarına hedef olmuş hakk’a yürümüş şehit olmuşlarsa. Bu canını vatanı için siper etmiş canlarımız ve bu canların aile mensupları, nasıl ve ne şekilde “Babalar günü” “Anneler günü” “Sevgililer günü” ya da babasını, annesini şehit olarak kaybetmiş çocukların doğum günleri, nasıl, ne şekilde, hangi burukluk ve derin acılarla kutlarlar, kutlayabilirler.

Hayatın içerisindeyiz, yaşıyoruz, ailemizin ilk halkası, ikinci, üçüncü halkalarında böylesi bir acı, kayıp olmasa da, milletimizin birlik halkası içinde binlerce, on binlerce şehit annesi, şehit eşleri, şehit babaları, şehit çocukları, şehit kardeşleri ile birlikte, el ele, göz göze yaşıyoruz. Yaşarken bu güzel insanlarla anlık dahi olsa duygudaşlık kurabiliyor muyuz?

Terör belası ülkemizden tamamıyla def edilememişken, sınır ötesi harekâtlarımız var iken, korona virüs, covid 19 salgını ile mücadele safhasında canlarını feda eden bilim adamlarımız ve her kademe ve sorumlulukta sağlık çalışanlarımız var, duygudaşlık kurabiliyor muyuz?

Görsel ve yazılı basın da ismi de geçmeyen, görev ve sorumluluğu çokça dile getirilmeyen; öğretmenlerimiz, hemşirelerimiz, itfaiyecilerimiz, teknisyen, şoförlerimiz, güvenlik görevlilerimiz var. Yıllar geçtikçe, dönüp geçen yıllara baktıkça, yaşarken değil de aradan yıllar geçtikten sonra, kadir kıymet bilmek, anlamak, yâd etmek, sevgiyle saygıyla anmak.

İnsan neden yerli yerinde, zamanında anlamıyor da, yıllar geçtikçe anlıyor, anlamaya çalışıyor. Kayıp ve acılarımız kartopunun çığa büyümesini beklemek mi bizleri anlar hale getiriyor. Hepimiz, her birimizin zafiyetleri var, mevcut, biliyoruz. Toplum halinde yaşıyoruz madem, yaşam yerimiz kalabalıklardan uzak, şehir ve ilçelerden uzak halde yerler de olsa iletişim imkânları sayesinde herkes her şeyi görüyor duyuyor, hassasiyetlerimizi revize etme, şekillendirme, seviyeli hale eşleştirme zamanı. İnsan olmamız, insan kalmamız adına ince düşünmek, tüm incelikleri ve ayrıntıları görüp anlamak zamanı.

Mir Murat Demir