Dr. Işıl Tuna
-Siz Demokrat Parti Dönemi ve Yassıada Davaları üzerine çalışan ender hocalardan birisiniz. Hocam neden Yassıada yargılamaları üzerine çalışmayı tercih ettiniz?
-Lisans öğrencilik yıllarımdan itibaren bu konulara ilgim vardı. Başbakan Adnan Menderes ve onun ekibinin yaşadıkları uzun yıllar boyunca beni etkilemişti. Demokrat Parti Döneminde Trabzon isimli doktora tezimi hazırladığım yıllarda Yassıada Tutanakları arşivde araştırmaya henüz açılmıştı ve dijital değildi. Konuya ilgim ve merakım olduğu için hemen tutanakları incelemeye başladım ve Yassıada’da yargılanan Trabzon milletvekilleri ile ilgili belgelere rastladım. Elimdeki işleri bırakıp Yassıada Tutanaklarını okumaya yöneldim. Yassıada’da mağdur olan pek çok kişi oldu. On yılın, adeta bir devrin hesabı görüldü. Cumhuriyet tarihinde ender rastlanan olaylardan birisiydi Yassıada. Benim doğduğum büyüdüğüm şehirde de Yassıada mağdurları vardı, bunlar bilinmiyorlardı. Öncelikle doğup büyüdüğüm şehrin mağdurlarını duyurmak gerektiğine karar verdim. Doktorayı bitirmeden Yassıada ile ilgili çalışmalara başladım. Arşivden hem Trabzon hem de Rize milletvekilleriyle ilgili dosyalara da eriştim. Öncelikle 27 Mayıs darbesinin Trabzon’a yansımaları, ardından 27 Mayıs darbesine gidiş ile ilgili çalışmalar yaptım. Sonra da Trabzon milletvekilleriyle ilgili yavaş yavaş çalışmalar yaptım. Türk siyasi hayatını etkileyen bir olay olması ve araştırmalarımı derinleştirdikçe pek çoğumuzun bildiğinden daha fazla etkilerinin olduğunu gördüğüm için Yassıada ile ilgili çalışmalara ağırlık verdim.
-2017 yılında yayınlanan Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri I adlı kitabınızda sözlü tarih çalışmasına ağırlık verdiniz. Milletvekili ailelerine nasıl ulaştınız? Aileler röportaj teklifini nasıl karşıladılar?
-Evet Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri I adlı eserimin bir bölümünü milletvekilleri yakınlarının röportajlarına ayırdım. Trabzon’da Vatan Cephesi isimli makalemi yayınladıktan kısa bir süre sonra bana ulaşan aileler oldu “benim babamdan bahsettiniz” şeklinde. Sonra DP Trabzon Milletvekili Sabri Dilek ile ilgili bir makalemi Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Dergisi’nde yayınladım. Makaleyi okuyan Sabri Dilek’in kızı Ayşe Hanım beni aradı. Çok duygulandığını ve bu çalışmanın yapılmasından mutluluk duyduğunu dile getirdi. Ben de bu çalışmamın çok cüzi olduğunu, esasında bir kitap çalışması yapmak istediğimi söyledim. Ayşe Hanım çok olumlu karşıladı ve diğer yakınlara ulaşma konusunda da yardımcı olacağını söyledi. Milletvekili yakınlarına ulaşma konusunda Serender Yayınları sahibi Veysel Usta’nın da katkıları oldu. Ailelerin hepsi görüşmeleri olumlu karşıladılar. Kitabın yayınlanmasından da büyük memnuniyet duydular.
-27 Mayıs sabahı DP Trabzon milletvekillerinin yaşadıkları durumlar hakkında kısaca bilgi verir misiniz? Neler yaşadılar?
- Öncelikle Milletvekillerinin hiçbirisi darbenin yaşandığı gün Trabzon’da değildi. Kimisi Ankara’da kimisi İstanbul’da bulunuyordu. 27 Mayıs sabahı Trabzon milletvekilleri tutuklanırken sokakta kutlamalar yapan kişiler olduğu gibi milletvekillerinin tutuklanmasına üzülen ve onlara sahip çıkan komşuların da bulunduğunu bana bizzat milletvekillerinin yakınları söyledi. Daha somut örnek vermem gerekirse DP Trabzon Milletvekili Fikri Karanis, 27 Mayıs sabahı bir teğmen tarafından evinden alınıyor. Eşi Diloşen Karanis’in bize anlattığına göre Fikri Karanis ve onunla birlikte Rize Milletvekili İzzet Akçal alınırken, sokakta toplanan kalabalıklar o anı adeta bir kutlamaya çevirmişler. Bu durum onları çok incitmiş. Bana o gün yaşananları anlatırken bile içi titriyordu.
-27 Mayıs Darbesi’ne Trabzon’un tutumu nasıldı hocam?
-27 Mayıs’ın Trabzon’a yansımasına gelince darbe sonrası büyük kutlamaların Trabzon genelinde yapılmadığını görüyoruz. Nitekim 1961 Anayasa oylamasına Trabzon’da katılım oranı TÜİK verilerine göre %55,3. Oy kullananların %59’u evet, %41’e yakını da hayır dediler. Bir diğer şekilde oy kullananlardan 80 bin küsur evet, 54 bin küsur seçmen de hayır verdi. Benim bildiğim Trabzon seçmeninin en az katılım sağladığı oylama bu olmuştur. Trabzon halkı, darbeye tepkisini bu şekilde göstermiştir. Ayrıca ilk yapılan seçimlerde de DP’nin mirasına sahip çıkan Adalet Partisi’nin, Trabzon’dan %51,5 oranında oy alarak birinci çıktığını da ekleyelim. Tüm bunları değerlendirdiğimizde Trabzon’un darbeyi onaylamadığını söyleyebiliriz.
-Yassıada’da Yargılanan Trabzon Milletvekilleri I kitabınızın isminden de anlaşıldığı üzere ikinci cildi de olacak. Çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?
-Evet. Kitabın ikinci cildini seninle birlikte hazırlıyoruz. Kitabın ikinci cildi için görüşmelere başladık. Bu cildi Mahmut Goloğlu ve Selahattin Karayavuz’a ayırdık. Çünkü haklarında bir hayli fazla belgeler var. Ailelerin tarafımıza verdiği ve daha önce yayınlanmamış belgeler ve notlar var. Mahmut Goloğlu parti içinde muhalif bir kişilik, Selahattin Karayavuz ise Menderes’e daha yakın bir isim. Bu iki isimi aynı kitapta buluşturuyoruz. Oldukça kapsamlı bir eser olarak karşımıza çıkacak. Kitabın üçüncü cildi de olacak. İsmail Şener, Salih Zeki Ramoğlu, Haluk Çulha ve Osman Nuri Lermioğlu bu ciltte yer alacak. Üçüncü cilt Dr. Işıl Tuna ve Dr. Özlem Yıldırım ile birlikte benim editörlüğümde hazırlanacak. Böylece Yassıada’da Yargılanan Trabzon milletvekilleri projem tamamlanarak hayata geçmiş olacak.
-Geçtiğimiz günlerde son kitabınız Demokrat Parti Döneminde Türkiye Yahudileri ve Yassıada Mağduru Yahudi Milletvekilleri İsak Altabev-Yusuf Salman isimli kitabınız Libra Yayınları arasında yer aldı. Öncelikle hayırlı olsun. Hocam bu kitabı yazma fikri nasıl doğdu?
-Teşekkür ediyorum. Fikri Karanis’in eşi Diloşen Hanım ile Bağdat Caddesindeki evinde görüşmeye gittiğimde bir yakınlık oluştu aramızda. İsak Altabev’den bahsetti ve Altabev’in Fikri Karanis’e yazdığı bir mektuptan bahsetti. Zor bir el yazısına sahip olan mektubu alıp okumaya başladım. O an mektubun üslubundan çok etkilendim. Kendi kendime dedim ki “Bu kişi kesinlikle yaşanmışlıkları olan birisi.” Bu kişiyle ilgili bir çalışma yapmam gerektiğini hissettim. Mektubu çalışma sonrası Havraya verdik. Kısacası diyebilir ki mektubun ben de hissettirdikleri eserin ortaya çıkmasına sebep oldu.
-Bu aşamada hangi kaynaklardan yararlandınız?
-Öncelikle Libra Yayınevi sahibi Rıfat Bali vasıtasıyla 500. Yıl Vakfından Naim Güleryüz ile irtibata geçtim. Vakfın arşivden çok önemli mektuplar temin ettim. T.C Cumhurbaşkanlığı Arşivi, DP Tutanakları, Yurt içi ve Yurt dışı Basın, hatıratlar, telif ve tetkik eserleri, Amerika’da yayın yapan Yahudi ajansları ve Şalom Gazetesini inceledim. Diyebilirim ki eserin hazırlık aşamasında Yahudilikle alakalı her eseri okudum. Bu konuda görmediğim eserler kalmadı. Yaptığım incelemeler neticesinde sadece İsak Altabev’i değil diğer DP Milletvekili Yusuf Salman’ı ve Cumhuriyet döneminde Türkiye Yahudilerinin durumunu da yazmaya karar verdim.
-Şüphesiz tüm kitaplarınızın sizde önemli bir yeri vardır. Ancak bu eserin sizin hayatınızda ayrı bir yeri var değil mi?
-Evet. Tüm çalışmalarım benim için özel ancak bu kitabı yazdığım sırada 13 Temmuz’da annemi kaybettim. Annemin vefat ettiği gün de kitap üzerinde çalışıyordum. Bu sebeple kitabı ona ithaf ettim.
-Bildiğim kadarıyla bu eser Türkiye’deki Yahudiler üzerine yaptığınız ilk çalışma değil.
-Doğru. Benim Yahudiler üzerine çalışmam ilk defa bu kitapla olmadı. 2017 yılında Atatürk Araştırma Merkezi tarafından Romanya’da düzenlenen uluslararası sempozyumda Romanya’dan Türkiye’ye göç eden Yahudilerle ilgili bir bildiri sundum. Bildirinin hazırlık aşamasında Cumhuriyet döneminde Yahudilere bakışla ilgili arşiv belgelerine ulaştım ve ön bilgiler edindim. Tabi bu kitapta daha genişletilmiş ve değişik bakış açısıyla Türkiye’deki Yahudi cemaatinin durumu ve tutumunu değerlendirdim.
- Kitabın giriş kısmında Cumhuriyetin İlk 27 Yılında Türkiye Yahudilerinin durumunu değerlendiriyorsunuz. Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin Türkiye’deki Yahudilere tutumu nasıldı?
-Cumhuriyetin ilk yıllarında Yahudilere yönelik olumlu uygulamalar var. İstanbul Üniversitesi’nin kapıları onlara açılıyor. Çeşitli kurumlara davet ediliyorlar ve göçmenleri devlet olarak olumlu karşılıyoruz. Aynı dönemlerde Avrupa’da Yahudilere yönelik uygulanan politikalara baktığımızda Türkiye’de bu tarz sıkıntıların yaşanmadığını görüyoruz.
- Hocam CHP’nin iktidarda olduğu dönemde azınlıklara yönelik pek çok uygulamalar vardı. Birçoğu da azınlıkları olumsuz etkilemişti. Bunlardan ilk akla geleni ve en bilineni şüphesi Varlık Vergisi idi. Bu uygulamadan Türkiye’deki Yahudi Cemaati ne derece etkilendi?
-Varlık Vergisi’nden önce Türkiye’deki Yahudiler devletin başlattığı Vatandaş Türkçe Konuş kampanyasından rahatsızlık duyduğunu biliyoruz. Bunun sebebi ise Yahudilerin o dönemde Fransızcayı ana dilleri gibi kullanmasından ileri geliyor.1930’lar Türkçenin ön plana çıktığı bir dönem. Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devleti ve böyle bir politika izlemesi en doğal hadise. Varlık Vergisi Yahudileri etkilemiştir. Ancak sadece gayrimüslimlere gelmiş bir vergi değildir. Emlakı olan varlığı olan pek çok kişiyi etkilemiştir. Varlık vergisi Yahudileri etkilemiştir. Çünkü Yahudiler ticaretle uğraşıyorlar. Verginin kısa sürede uygulanması ve itiraz mekanizmasının olmaması olumsuz yönüdür. Varlık Vergisi sebebiyle iflas edenler de oldu Türkiye’yi terk edenler de. Yahudilerin zengin olduğu inanış vardır. Hepsinin zengin olmadığını biliyoruz. Netice olarak şunu söyleyebiliriz: Varlık Vergisi 1942-1943 yılları arasında gibi kısa bir süre yürürlükte kalmasına rağmen Yahudiler DP’nin son yıllarına kadar bu konuda CHP’ye tepki gösterdiler. Yahudi cemaati 1957 seçimleri propagandasında bile bu vergiyi gündeme getiriyorlar. 6-7 Eylül olaylarına rağmen.
-6-7 Eylül 1955 yılında Türkiye’deki azınlıkların durumunu olumsuz etkileyen bir hadise meydana geldi. Türkiye’deki Yahudiler bu olay sonrası Türkiye’ye ve DP hükümetine yönelik tutumlarında bir değişim oluştu mu?
-Hayır olmadı. Araştırmalarım doğrultusunda 1957 yılında Yahudilerin büyük çoğunluğunun Demokrat Parti’yi desteklediğini görüyoruz. Varlık Vergisi onlar için hala daha büyük kabustur. Cumhuriyet döneminde Yahudiler ilk defa iki milletvekiliyle Meclis’te DP saflarında temsil ediliyor. Sonuna kadar da DP iktidarına cemaat genellikle sadık oldu. CHP döneminde gayrimüslimler milletvekili olabiliyorlardı ama parti listesinden aday olamıyorlardı. Demokrat Parti ise 1946 yılında gayrimüslimlerin direk parti listesinden aday olabilmesine imkân tanıdı. Salamon Adato 21 Temmuz 1946 seçimleri sonrası DP listesinden seçilen ilk Yahudi milletvekili idi.
-Yahudi Milletvekilleri cemaatin yönlendirmesiyle mi büyük oranda siyasete girmiştir?
-Yahudi cemaatinin teşvikiyle siyasete girenler kadar girmeyenler de vardı. Salamon Adato kuruluşundan itibaren Demokrat Parti’ye üye olan ve toplumda tanınan bir kişiliktir. Bizzat Celal Bayar ile olan yakın temasları da vardı. Milletvekilliği sürecinde de Yahudi Cemaatinin değil Türkiye’nin milletvekili olmuştur diyebilirim. Kendi doğrularından asla taviz vermemiş ve çok aktif bir milletvekilidir. Öte yandan İsak Altabev cemaatinin teşvikiyle seçilmiştir.
-Gayrimüslimler Demokrat Parti’nin yanında yer aldılar diyebilir miyiz?
-Evet, Gayrimüslimler Demokratların yanında yer aldılar. Partinin programı da onları kucaklayıcıydı. CHP’nin 1946’da aldıkları gayrimüslimler partiye üye olabilirler şeklindeki ilke kararına rağmen büyük çoğunluk kendisini DP’yi yakın görmüştür.
-DP iktidara geldikten sonra gayrimüslimlere yönelik tavrında bir değişiklik oldu mu?
-Hiçbir şey değişmedi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes onların özel gecelerine dahi katılıyorlardı. Her zaman yakınlık kurdular. Onların taleplerini mümkün mertebe yerine getirmeye çalıştılar. İsrail’le bozulan ilişkiler var 1954’ten sonra ama buna rağmen Türkiye’deki Yahudilere bunun yansıması olmuyor. Demokrat Parti iktidarının sonuna kadar bu devam ediyor.
-27 Mayıs olduktan sonra Yahudi basınında bir tutum değişimi var mı?
-Sonuç bölümünde ben bunun değerlendirmesini yaptım. Yahudi cemaatinin genel olarak şöyle bir tutumu var: iktidarı desteklemek. 1957 seçimlerine girerken Yahudi gazeteleri her zaman temkinli. Bir taraftan DP’yi desteklerken ana muhalefet olan CHP’ye de el uzatıyorlar. CHP iktidarında da Varlık Vergisinden sıkıntı çekiyorlar ama açık olarak sert eleştiriler yok. Keza 6-7 Eylül olaylarına da kesin bir eleştiri getirmiyorlar. İktidarı desteklemek düşüncesi Osmanlı döneminden beri Yahudilerin genel bir tutumudur. Bir tercihidir. Kore Savaşı’na asker gönderme kararı alınınca Türkiye’deki Yahudi basını “Kore uzak bir memlekettir demeyelim hükümetin yanında yer alalım. Gidelim” şeklinde söylemleri var. Ekonomik olarak DP zor duruma düştüğünde de iktidara destek verelim diyorlar. 27 Mayıs darbesine gelince darbe sonrası alyans kampanyasına katkı yapanlar da var. 27 Mayıs’a o dönemde karşı çıkmak direk olarak söz konusu değildi zaten.
-Yassıada’da herkes kendi payına düşen acıyı yaşadı. Yahudi cemaati açısından bu mağduriyeti İsak Altabev ve Yusuf Salman yaşadı. Bu süreci biraz anlatır mısınız?
-Yusuf Salman Yassıada’ya oldukça hasta vaziyette getiriliyor. 27 Mayıs öncesi Başbakan Adnan Menderes’e özür mektubu yazıyor. “Tam kalkıp geleceğim. Ancak hastalığım tutuyor gelemiyorum” diyor. Ancak bu şartlarda Yassıada’ya götürülüyor, sadece ilk oturumda yer alabiliyor. Sonra da hastalığı ilerliyor. Henüz dava görülmüşken vefat ediyor. Gayri Meşru İktisap Davası da vefatı sonrasında karara bağlanıyor bu çok garip bir şey. İsak Altabev için daha da zorluklar var. Mektuplardan bir tanesinde orada bazı cümleleri İsak Altabev bölümünün girişine yazdım. Beni çok etkiledi. “Fırtınalı havalar açılınca kuşlar tekrar ötmeye başlar. Bir tabiat kaidesidir. Bir zaman hiç olmazsa insanların fırtınalı anlarda meydana çıkması icap ettiğini zannederdim. Meğer yanılmışım. Tabiat kaidelerine karşı gidilmez. Ara sıra yel değirmenleriyle mücadele etmek isteyen benim gibi olan Kişotlar çıkar; faydasızdır. Yel değirmenleri insan haline getirilemez. Dersimi öğrendim.” Çok etkiledi beni bu sözleri. Mektuplarında onun umutsuzluğunu gördüm. Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol’un muhalefetine rağmen 4 yıl 2 ay gibi ağır bir ceza alıyor. Bu cezaya sebep olarak murakabe görevini yapmaması gösteriliyor. Kendisi hem mizacı gereği hem de hasta olduğu için Meclis faaliyetlerinden uzak kalmış birisi. Bunu kendisi de söylüyor yaratılış olarak da kavgadan gürültüden hoşlanmam diyor. İsak Altabev Kayseri Cezaevi’ne gittiğinde beyin kanaması geçiriyor. Cezası erteleniyor ancak kısa sürede vefat ediyor. İlk defa Cumhuriyet tarihinde iki Yahudi milletvekili 11. Dönemde Demokrat Parti’den seçildiler. İkisi de 27 Mayıs’ta tutuklandı. İkisi için de Yassıada son oldu. Gerçekten bir yas adası oldu.
-Yahudi Milletvekillerinin Yassıada’da Demokrat Parti hükümetine yönelik tutumu nasıldı? Bir değişiklik oldu mu?
-Ben pek çok milletvekilinin savunmalarını okudum. Yazmadığım milletvekilleri de buna dahil. Mahkeme kayıtlarının hepsini okudum. Orada bazıları milletvekiliyken destek vermiş olsalar bile veya hiç ses çıkarmamış olsalar bile Yassıada’dan çıkabilmek maksadıyla Menderes’i ve Bayar’ı suçlayıcı söylemleri oldu. Ya da diktatörlüğe gidildiğine dair iddiaları kabul edenler vardı. Ancak İsak Altabev’in bu tarz bir tutumu olmadığı gibi iddiaları da kesin bir dille reddetti. Yaptığı sözlü savunmasında “Ben Nazi kamplarında ailesinden yedi kişiyi kaybetmiş biriyim, benim durumumdaki birisi için böyle bir şeye onay vermek mümkün olamaz” dedi. Bu tutum o dönem herkesin cesaret edemediği bir şeydi.
-Kitapla ilgili son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
-Duygusal bir mektupla başladım. Duygusal bir nedenle devam ettirdim. Duygusal bir nedenle sonlandırdım. İçinde duyguların da olduğu bir kitap bu. Ayrıca Yassıada’yı biraz öteki taraftan görmemizi sağlıyor. Belki bundan sonra diğer gayrimüslim milletvekilleriyle ilgili çalışmalar olacak. Çünkü onlar bizim değerimiz. Bu topraklara bu devlete hizmet ettiler. Son derece objektif bir biçimde kaleme alınmış belgeler ışığında değerlendirilmiş bir akademik eser. Bir örnek teşkil edeceğini düşünüyorum.
-Hocam, bildiğim kadarıyla sizin Türkiye Cumhuriyeti Tarihi’nin çeşitli dönemlerinde sosyal, kültürel, ekonomik tarih ve göç çalışmalarınız da mevcut.
-Evet, doğru. 2013 yılında Türkiye’de Devlet Tiyatrosu’nu Yaşatmak isimli projem kitap olarak Sahhaflar Kitap Sarayı yayınevinden yayımlandı. Doktora tezim ekseninde hazırladığım Demokrat Parti Döneminde Trabzon 1950-1960 isimli çalışmam Atatürk Araştırma Merkezi yayınlarından 2017 yılında okuyucuyla buluştu. Ayrıca RTE Üniversitesi Tarih Bölümünde Araştırma Görevlisi Mustafa Arıkan ile editörlüğünü yaptığım Cumhuriyet Döneminde Rize I (1923-1950) adlı kitap Üniversitenin yayınlarından çok kısa bir süre önce yayımlandı. Burada konusu gelmişken eserin içerisinde alanında uzman farklı üniversitelerden on akademisyen yazılarıyla destek verdi. Kendilerine teşekkür ediyorum. Rize Tarihi II (1950-1980) isimli kitabın çalışmalarına da başladık en kısa sürede okuyucuyla buluşacak.
-Zehra Hocam Yassıada Yargılamaları üzerine çalışmak isteyen gençlere hangi tavsiyelerde bulunuyorsunuz? Neler yapmalılar?
-Öncelikle bu alan sadece arşivden belge çıkartarak çalışılacak bir alan değildir. O dönemi çalışırken ciddi manada hukuk çalışması yapmak gereklidir. Dönemin basınından yararlanmak oldukça önemlidir. Bölgesel nitelikte çalışılacaksa yerel basını da muhakkak incelemeleri gerekiyor. En önemlisi Demokrat Parti Meclis Tutanaklarının tümü incelenmelidir. Yassıada’da yargılanan insanların ailelerine de bir şekilde ulaşmanız gerek. Orada yaşananları sadece arşivdeki belgelerden bulamazsınız. Orada rol oynayan tüm karakterleri bir şekilde tanımak ve anlamak gereklidir. Sadece arşiv belgeleriyle Yassıada’yı yazamazsınız eksik olur. Ayrıca Yassıada çalışılacaksa o dönemle alakalı pek çok hatırat var. Pek çoğu ulaşılabilir durumda. Hatıratların büyük kısmı okunmalı ki DP dönemi ile Yassıada yargılamaları arasında bağ kurulsun. Yoksa Yassıada’nın ruhunu vermek pek mümkün olmaz.
-Hocam bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için şahsım ve Önce Vatan ailesi adına teşekkürlerimi sunuyorum.
-Ben teşekkür ederim. İyi çalışmalar diliyorum.