ASLI M. SARI
Bu hafta konuğum Sevgili Yazar Sevinç Akçetin Alarslan. Hatırladınız mı Sevinç Hanım’ı? Önceki yıllarda çıkan kitabı Kimin Hayatını Yaşıyorsun’u konuşmuştuk tam da vahim pandemi günlerinde.
Sevinç Hanım ile birçok vahim konuya değindiğimiz sohbeti sizinle paylaşmaya başlamadan önce öncelikle Sevinç Hanım Erzurum doğumlu. İstanbul’da yaşıyor. Sevinç Hanım’la kendisinin şuan satışta olan benim de okumaktan keyif aldığım yeni kitabı “Babasının Kızı” ve değerli okurlarımız için birbirinden önemli, özellikle ülkenin kronikleşmiş yaralarıyla ilgili her satırı not alınası bir sohbet gerçekleştirdik. Sohbet detaylarımız sizlerle.
Sevinç Akçetin Alarslan: Şunu belirtmeliyim ki gelişen dünyada bilimden, edebiyattan, sanattan, felsefeden, teknolojiden konuşmak ve daha fazla nasıl gelişebiliriz bunları masaya yatırmak yerine böylesine can yakan kökleşmiş temel sorunlara çözüm bulmaya çalışmaktan hicap duyduğumu bilmenizi isterim.
ÖNCELİKLE ŞİDDET NEDEN VAR BUNUN ALTINI ÇİZELİM
Eğitim-öğretim eksikliği demek istemiyorum çünkü üniversite mezunu olup da şiddete meyilli birçok insanın varlığından haberdarız. Ben hep şunu söylerim, okul hayatı kişiyi sadece meslek sahibi yapar. Okul öncesi aile içi ahlak ve gelişimi üzerine doğru psikoloji çocuğu sağlıklı bir birey yapar. Yetişkin bir insanın sorunlarını şiddete başvurarak çözmesi buhrana bağlı olsa da doğru iletişim yoluyla çözememesi de alamadığı eğitimin acizce sunumudur. Hiçbir ebeveyn çocuğunu psikolojisi bozuk yetiştirmek istemez kendi de öyle büyümek zorunda kalmasaydı... Bu durumda yapılacak en doğru şey şiddete başvuran kişinin psikolojik yardım almasıdır. Doğru terapinin iyileştirmediği hasta yoktur. Zaten hastalık diye bir şey de yoktur, bilinçaltında kalıplaşan kabulleniş vardır.
Kadını korumaya yönelik caydırıcı cezalar geldi, sorunları çözer mi bilemiyorum, yalnız bildiğim, hasta olduğundan emin olduğumuz birini beş yıl yahut on, on beş yıl hapse atsak ne değişir hastalığını tedavi etmediğimiz sürece. Hapse atılan kişi yıllarca “sen misin bana bunu yapan!” diyerek çıkacağı günü bekliyor hesaplaşmak için. Örnekleri de var... Adam hapisten çıktığı gün yarım bıraktığı işi tamamlıyor. Karısını, eski karısını, kızını, eski sevgilisini vs gözünü kırpmadan öldürüyor. Bu tip insanlar zaten cezayla, şiddetle, öfkeyle büyüdüğü için böylesine saldırgan. Yeni bir caza o kişiyi sadece daha fazla hasta eder.
Önerim şudur ki kesin çözüm olacağına inanıyorum, kişinin işlediği suça göre aldığı cezayı cezaevinde geçirmek yerine onlara özel inşa edilen Psikolojik Terapi Ve Genel Eğitim Kamp Alanı’nda yıllarını geçirmelerini doğru buluyorum. En azından birkaç yıl sonra topluma eskisinden çok daha sağlıklı bir birey katmış oluruz. Amacımız insan kazanmak mı, yoksa insan kaybetmek mi? İnsan katledenlerin karşısında biri olarak amacımızın insan kazanmak olduğunu düşünüyorum. Öyleyse neden o kişileri iyileştirmek yerine cezalarla ve hatta daha ağır cezalarla onları daha fazla hasta ediyoruz? Elbette ki cezaevlerinde de psikologlar ve eğitim için kütüphane var, mahkûm isterse bunlardan faydalanabilir. Sözünü ettiğimiz bu tip mahkumlar zaten yardım almak istese orda olmazdı. Cezaları, terapiyi ve eğitimi şart koşmak olacak.
İnşa edilecek olan Psikolojik Terapi Ve Genel Eğitim Kamp Alanı’nda
Pazartesi: İki saat birebir psikiyatr görüşmesi, ardından altı saat grup psikoterapi.
Salı: İki saat psikolog görüşmesi, ardından sekiz saat yoga ve bilinçaltı temizliği.
Çarşamba: Sekiz saat çark işi dersi. Hem ruha iyi gelir hem de satışlar masrafları çıkarır.
Perşembe: Sekiz saat grup halinde sırayla sesli kitap okuma.
Cuma: Sekiz saat çömlek ve çini seramik dersi. Hem ruha iyi gelir hem de satışlar masrafları çıkarır.
Cumartesi: Toplu halde kampın gelen haftalık temizliği.
Pazar: Heyete verilmek üzere haftalık duygu düşüncelerin yazılması.
Sizce yıllarca böylesine terapi ve eğitim alan biri işin sonunda dünyayı kurtarmak istemez mi? İster.
Öte yandan bir de bu neslin iyileşmeden önce dünyaya getirdiği çocuklar var... sadece birkaç yıl sonra bizlere yine aynı senaryoyu yaşatacak çocuklar. Çünkü her çocuğun okul öncesi ailesinden almakta zorunlu önemli şeyler vardır, bunların başında sevgi gelir. Şefkat, yapıcı yaklaşım, iyi dokunuşu ve kötü dokunuşu ayırt etme, olaylara karşı davranış biçimi, yaratıcılık geliştirme, üslup ve en önemlisi ahlakın zihinde başladığının çocuğa öğretilmesi gerekir. Maalesef dünyaya bir sıfır mağlup gelen bu çocuklar şiddetten başka bir şey öğrenmeden büyüyor. Eğer kökten bir çözüm sağlamak istiyorsak özellikle 0-6 yaş aralığında olan çocuklara devletin ücretsiz görevlendirdiği pedagog desteğini zorunlu olarak sunmamız lazım. Pedagog haftanın iki günü aileyi ziyaret edip onlarla tüm gününü geçirerek hem çocuğun kişisel gelişimine katkı sağlamış olacak hem de bakımını üstlenen kişilerin davranış biçimlerini kontrol edip aileye doğru olanı öğreterek sorunların yinelenmesinin önü alınmış olacak.
Gelelim çocuk istismarı ve tecavüze
İNSAN GÖRÜNÜMLÜ YARATIKLARIN İYİLEŞMESİ MÜMKÜN DEĞİL
Sevgili Aslı, bu konuda yapılacak en doğru şey beni konuşturmamak olur zira şiddet eğilimi olan insanlara duyduğum yaklaşımla aynı olmayacak. Benim bu duyguyu anlamam çok güç, empati dahi kuramayacağım kadar can yakıcı. O insan görünümlü yaratıkların iyileşmesi mümkün değil. Mümkün dahi olsa bunu olmamış kabul edip toplumda onlara yer vermek zavallı çocuklara ihanet olur. Biz tanrı değiliz. Herkesi bağışlayamayız.
Kadına hak tanımaya daha yeni başlamış bir zihniyete hayvanın da hak sahibi olduğunu anlatmak çok güç ama imkânsız da değil. Bu insanların da empatiden yoksun olduklarını düşünüyorum, mizah katacak olursak, onlara verilecek en doğru ceza şiddet gösterdiği hayvanlarla aynı muameleyi görmesi olacak. Mesela köpeği sopayla döven birine önce köpek olduğunu hissettirmek gerekir. Birkaç saat dili dışarda yerde sürünme cezası, havada kemik yakalatmak yahut topla biraz oynadıktan sonra, canım seni döverek stres atmak istiyor deyip sopayla poposuna vurmak etkili olur. Keşke mizahını yapmak kadar kolay olsa hayvanlara da yaşam hakkı tanımak. Eğitim üzerine sunduğum öngörüm hayata geçirildiği zaman ehlileşen insan hayvana da yaşam hakkı sunacaktır. İçinde insan sevgisi olan biri her canlının kıymetini iyi bilir.
Son çıkan kitabım “Babasının Kızı” okurlarından iyi not aldı
İYİ BİR VİTRİNE SAHİP DEĞİLSENİZ TERCİH EDİLMİYORSUNUZ
Dilimin ve seçtiğim konuların beğenilmesi kalemimi kamçılıyor. Yalnız sadece küçük bir kitleye ulaşabilmek demoralize etmiyor da değil. Ne yazık ki iyi bir vitrine sahip değilseniz tercih edilmiyorsunuz. İyi bir vitrine sahip olmak ise yayıncının büyüklüğünden geçiyor. Büyük yayınevleri sosyal medyada fenomen olmayan yazarlarla çalışmak istemiyor. Kitabınızın edebi bir yanı olsun olmasın, yayıncılar için önemli olan tek şey takipçi sayınız ve popüler oluşunuz. Hal böyle olunca sadece kendi çevresinde popüler olan yazar ancak küçük bir yayıncıya dosyasını kabul ettirebiliyor. Sanat ve edebiyat parayla ölçülmeyecek kadar değerlidir. Maalesef ticari açıdan yaklaşım kalemi kuvvetli birçok yazarın da önünü kapatıyor.
Yayınevlerinin tek amacının para kazanmak olması elbette ki suç değil ama bir matbaa gibi işlemeleri de doğru değil. Tıpkı edebiyata gönül veren yazarlar gibi maddiyatı ikinci bir plana bırakmaları hem yazarların hem de okurların çoğalmasını sağlayacaktır.
Röportaj Aslı M. Sarı