2007-2010 yılları arasında, Kütahya’mızın şirin ilçesi, Gediz’de üniversite tahsilimi yaptım.

Yaptım yapmasına da klasik bir üniversite tahsili olmadı, benimkisi.

Bir ikinci üniversite daha okudum, orada.

Nasıl diyeceksiniz?

Tabii ki Üstat Mestan Günel’i, tanımam vesilesi ile birlikte.

Mestan Günel; kitap ciltleme işi ile uğraşır, bir kırtasiyesi var ve meraklısına büyük şehirlerde dahi ender rastlanan, bir sahaftır kendisi.

Sahaf dediysem, bu işin ticaretini yapan bir tüccar değil, entelektüel birikimi ile bir mekteptir, okumasını bilene, kendisi.

O’na ilk sorduğum eser, Osman Yüksel Serdengeçti’nin, “Mabetsiz Şehir” adlı kitabı idi. 

“Elimde var” dediğini duyduğum anda, dünyalar benim olmuş, “Serdengeçti Neşriyatı” arasından çıkan 1969 basım bu eseri elime aldığımda, mutluluktan havalara uçmuştum.

Daha sonra kimlerin eserlerini temin etmemiştim ki oradan?

Mehmet Akif Ersoy, Abdurrahim Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nurettin Topçu, Hüseyin Nihal Atsız, Emine Şenlikoğlu, Mustafa İslamoğlu, Yaşar Nuri Öztürk, Arif Nihat Asya, Cahit Zarifoğlu, Peyami Safa, Ergun Göze, Ahmet Kabaklı, Namık Kemal, Ziya Osman Saba, Orhan Veli Kanık, Halit Ziya Uşaklıgil, Ziya Gökalp, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Reşat Nuri Güntekin, Ömer Seyfettin, Mehmet Rauf, Aziz Nesin ve aklıma şu an gelmeyen, birçok mütefekkir ve edebiyatçımızın eserlerini.

Fedai Dergisi’nin Sahibi, Ülkücü Şehit Kemal Fedai Coşkuner’i, bir Ülkücü’den değil, O’ndan duyup, O’ndan öğrenmiştim, ben. 

Hakeza; Milliyetçi Hareket Partisi’nin günümüzdeki lideri de olan Sayın Devlet Bahçeli’nin, Türkiye’nin selâhiyeti açısından, ne kadar önemli bir siyasi lider, olduğunu da.

Cahit Sıtkı Tarancı’nın, “Yaş Otuz Beş” şiirini, onlarca defa kendi yorumu ile ondan dinlemiştim.

Yine bir başka Diyarbakırlı şair ve mütefekkirimiz olan, İslam’da Diriliş Hareketi’nin mimarı, Sezai Karakoç’un, Mona Rosa’sını da.

Halide Edip Adıvar’ın, İzmir’in işgali üzerine, Sultanahmet Meydanı’nda yapmış olduğu, coşkulu konuşmayı da.

Kültür, sanat, edebiyat ve siyaset okulu olmuştu, “İrfan Kitabevi” şahsım için.

O’nunla hiçbir konuda tartışmaz, saatlerce oturur, dinler, almam gerekeni alır, gece dükkanı birlikte kapatır, O evinin yolunu tutar evine gider, ben de evimin yolunu tutar, evime giderdim.

Üç yılım, kesintisiz bu şekilde geçti.

Evet, aynı siyasi görüşü paylaşmıyorduk belki, ama insan olmamızın gereği olarak, ortak paydalarımız çoktu ve biz bu ortak paydalardan yola çıkarak, uzun uzadıya muhabbetler ediyorduk.

Gel zaman, git zaman derken, şahsıma vesile oldu ve yazı hayatına başladım.

Kendisi müstear isim ile Gediz Gazetesi’nde köşe yazarlığı yapıyor, ben ise sıkı bir takipçisi olarak, O’nu devamlı bir şekilde takip ediyordum.

Çok güzel insanlar ile tanıştım yanında.

Bunlardan biri de geçtiğimiz yıllarda Rahmet-i Rahman’a kavuşan, Şair Kemal Yaran idi.

Kemal Hoca, çıkarmış olduğu bir eserinde, sürpriz yapmış, şahsıma da bir şiir yazmış, bunu da edebiyat dünyamıza kazandırmıştı.

Her eseri kütüphanemin baş köşesinde, yerini muhafaza etmekte, kızımın büyüyüp, o eserlerden istifade edeceği günleri beklemekte, an itibari ile.

Geçmiş olduğumuz yıllarda, Üstat Mestan Günel’den birkaç kitap ve kartpostal talebinde bulunmuştum. 

O da onları gönderirken, yanında çeşitli dergiler ve bir de “ Ya Gediz Nehri Olmasaydı?” adlı bir eser göndermişti.

Sıkı bir okuma programım olduğumdan mütevellit, daha geçtiğimiz günlerde elime alabildiğim bu eser, şahsımı Gediz’de geçirmiş olduğum, o güzel günlere götürdü.

Kitabın yazarı, Sayın “Suavi Sayın”, “Gediz” adının bir bayrak gibi yurdun dört bir yanında dalgalanmıyor olmasına sitemkâr bir şekilde yaklaşarak, çeşitli çözüm önerileri ve hatıratını ortaya koyuyor, bu eserinde.

Evet, Gedizliler bu konuda kısır kalmış durumda. Murat Dağı gibi Yüce Allah’ın vermiş olduğu doğal bir yapı ortada olduğu hâlde, bunu bir “Türkiye markası” yapamama gibi bir basiretsizlik, söz konusu ortada. 

Hâlbuki bu uluğ dağın üzerinde çalışmalar yapılsa, müthiş bir turistik merkez olur ve dolayısı ile muazzam bir istihdam da çıkar ortaya. Böylece, Gediz de dış dünyaya kapılarını aralar, kanaatindeyim.

Ayrıca, doğal su kaynaklarının bu kadar yoğun olduğu bir ilçenin, “Türkiye markası” olamamasının önündeki en büyük engel, bugüne kadar yönetici kadroların ortaya koyamamış olduğu, misyon ve vizyon eksikliği olarak da ortaya konabilir.

Gediz Tarhanası’nı da buna ilave etmek mümkün. 

Tarhanası ile nam salmış olan Gediz’in, bu noktada üretim ağları kurup, pazarlama ağını geniş tutup, önce Türkiye pazarını, daha sonra ise ihracat yaparak dünya pazarını doyurması, üzerinde çalışılması gereken, ayrı bir konu, olduğu kanaatini taşımaktayım.

Burak Kılıçaslan olarak ben, Mestan Günel’in deyimi ile “Gediz’in fahri hemşehrisi” sıfatını almış bir şahsiyetim; gönlüm hep Gediz’den yana. Ruhumu doyurduğum yıllar, o döneme ait.

Gelişmiş, adından tüm Türkiye’de söz ettiren bir Gediz veyahut da bu topraklardan çıkmış olan, misyon ve vizyon sahibi, Türkiye çapında istihdam sağlayan iş insanlarının ortaya çıkması, bir Gedizli kadar, şahsımın da göğsünü kabartacaktır.

Velhasıl-ı kelâm, eksiği ve fazlası ile böyle bir esere imza atmış olduğundan dolayı kitabın yazarını tebrik ediyor, Üstat Mestan Günel’in nezdinde, tüm Gediz halkını, saygı ile selâmlıyorum.

Selâm, sevgi ve muhabbet ile...