İbrahim Güray AYTEKİN Özel haber araştırma

UNESCO'NUN 2002 YILINI TÜM DÜNYADA NAZIM HİKMET (RAN) YILI İLAN ETTİĞİ ÜNLÜ ŞAİR VE YAZARIMIZIN ÇİLE DOLU YAŞAM ÖYKÜSÜ…

Babası, Matbuat Umum Müdürlüğü ve Hamburg Şehbenderliği yapmış olan Hikmet Nâzım Bey'dir. Hikmet Bey, Diyarbakır, Halep, Konya ve Sivas gibi illerde valilikler yapmış olan Mehmet Nâzım Paşa'nın oğludur. Mevlevi tarikatından olan ve özgürlükçü fikirlere sahip Nâzım Paşa, Selanik'in son valisidir.

Annesi Ayşe Celile Hanım, dilci ve eğitimci de olan Hasan Enver Paşa ile Leyla Hanım'ın kızıdır;  Hasan Enver Paşa Polonya'dan 1848 Ayaklanmaları sırasında Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden ve Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa Celalettin Paşa adını alan Konstantin Borzecki'nin oğludur. Mustafa Celaleddin Paşa Osmanlı Ordusu'nda subay olarak görev yapmış ve Türk tarihi üzerine önemli bir eser olan "Les Turcs anciens et modernes" (Eski ve Yeni Türkler) kitabını yazmıştır. Celile Hanım'ın annesi Leyla Hanım ise Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa'nın, yani Ludwig Karl Friedrich Detroit'in kızıdır. Ayşe Celile Hanım, Oğlu Nâzım tarafından "Alman, Polonyalı, Gürcü, Çerkez ve Fransız kökenli" olarak tarif edilir.


Nâzım Hikmet'in babası Hikmet Nâzım Bey ve annesi Ayşe Celile Hanım, 1901 Şubat ayında evlendiler.

Nâzım Hikmet, Mehmed Nâzım adıyla 15 Ocak 1902 tarihinde Selanik'te doğdu.  Selanik'te çalışan Hikmet Bey, Nâzım'ın çocukluğunda memuriyetten ayrıldı ve ailesiyle birlikte, Halep'te bulunan babasının yanına gitti. Hikmet-Celile çiftinin Halep’te biri Ali İbrahim, diğeri Samiye adında iki çocuğu dünyaya geldi, fakat Ali İbrahim hastalığa yakalanıp hayatını kaybetti. Nâzım Paşa'nın Diyarbakır'a atanmasıyla birlikte, Hikmet Bey ve ailesi de Diyarbakır'a taşındılar. Ancak burada bunalan Hikmet Bey, ailesiyle birlikte tekrar İstanbul'a taşındı. Hikmet Bey'in İstanbul'daki iş kurma deneyimleri başarısızlıkla sonuçlanınca memuriyet hayatına geri döndü. Fransızca bildiği için 28 Şubat 1914’te Matbuat-ı Umumiye çevirmenliğine atandı. Bu sırada 1910 yılında emekli olan Nâzım Paşa da İstanbul'a, oğlu Hikmet’in yanına taşındı.

Nâzım Hikmet, ilk öğretimini Göztepe Taş Mektebi’nde tamamladı. İlk şiiri Feryad-ı Vatan'ı 3 Temmuz 1913'te yazdı. Aynı yıl Mekteb-i Sultani'de ortaokula başladı, sonra ekonomik nedenlerle Nişantaşı Sultanisi'ne geçti.
Denizciler için yazdığı bir kahramanlık şiirini Bahriye Nazırı Cemal Paşa'ya okuyudu bunun üzerine  25 Eylül 1915'te Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girdi. O sırada Yahya Kemal de bu okulda öğretmenlik yapmaktaydı. Yahya Kemal'in, Nâzım'ın annesi Celile Hanım'la ilişkisi olduğu söylentileri, Hikmet-Celile çiftinin arasını bozdu ve çift, bir süre sonra boşandılar

Nâzım'ın Mehmed Nâzım imzasıyla yazdığı ve ilk yayımlanan şiiri olan "Hala Servilerde Ağlıyorlar mı?" 3 Ekim 1918'de Yeni Mecmua'da çıktı. Nâzım aynı yıl, 26 kişi içinden 8. olarak Bahriye Mektebi'nden mezun oldu.  Mezun olduğunda dönemin okul gemisi Hamidiye gemisine güverte stajyer subayı olarak atandı. 1919 kışında zatülcenp hastalığına yakalandı, Nâzım'ı askerlikten çürüğe çıkardı.


 
Millî Mücadele'nin ilk yılını hasta olarak geçiren Nâzım Hikmet, 19 yaşındayken, 1921 Ocak ayında 'na katılmak üzere Anadolu'ya geçti. İnebolu'ya vardığında Anadolu halkının, özellikle köylünün çileli yaşayışını yakından gördü. Ancak Cepheye gönderilmedi, Tedrisat-ı Taliye Müdürü Kâzım Nâmi’nin (Duru) yardımıyla 14 Haziran 1921’de Bolu Sultanisi “kısm-ı iptidai muallimliği”ne atandı. Burada bir süre öğretmenlik yaptı, çevrenin tutucu olması nedeniyle görevinde zorlandı, hatta Milli Mücadele'ye karşı padişahı destekleyen gurupların düşmanlığını kazandı.

Ağustos 1921'de Bolu'dan ayrıldı. 30 Eylül'de Batum'a ulaştı. Burada bir süre yaşadı, yolculuğunda kendisine eşlik eden Vala Nurettin'in yanı sıra Batum'da tanıştığı Ahmet Cevat (Emre) ve Şevket Süreyya (Aydemir) ile Temmuz 1922'de Tiflis'ten Moskova'ya gitti.Ekim Devrimi sonrasında başlamış olan Rus İç Savaşı'nın son ayları yaşanıyordu. Nâzım, burada Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okumaya başladı. Burada SSCB'nin ilk yıllarına tanık oldu. Rus avangart şiirini inceledi; birçok ünlü Rus edebiyatçıların eserlerini tanıdı. Mayerhold Tiyatrosu’nda düzenlenen Uluslararası Sanat Gösterisi’nde “Yeni Sanat” başlıklı şiirini okudu. 1924'te yayınlanan ve Mustafa Suphi’nin başından geçenleri anlatan ilk şiir kitabı 28 Kanunisani Moskova'da sahnelendi.

Ekim Devrimi önderi Vladimir Lenin'in 24 Ocak 1924 günü hayatını kaybetmesi üzerine Nâzım, Lenin'in mezarında beş dakika İhtiram nöbet tuttu.1915'te İstanbul'da tanıştığı Nüzhet Hanım'la karşılaştı. Arkadaşlıkları ilerleyince evlendiler, fakat çok geçmeden Nüzhet Hanım hastalandı, tedavi için 1923 yılında İstanbul'a dönmek zorunda kaldı, oradan Avrupa'ya gitti. Çift 1924'te Türkiye'de bir araya geldiklerinde, anlaşarak ayrılmaya karar verdiler.


Nâzım Hikmet, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Türkiye'de yedi ay bulundu. 1924 Aralık ayında Türkiye'ye döndü. Aydınlık dergisine yazılar ve şiirler yazdı. 21 Ocak 1925 tarihinde yayımlanmaya başlayan Orak-Çekiç gazetesine de yazdı, Polis takibine takılması üzerine gizlice İzmir'e gitti. 1925 Mart ayında çıkan Takrir-i Sükûn Kanunu aracılığıyla solcu kuruluşlar ve yayın organları kapatıldı, birçok yazar tutuklandı. Nâzım Hikmet, İstiklal Mahkemesi'nde gıyaben yargılandı ve 12 Ağustos 1925 tarihinde 15 yıl kürek mahkumiyetine çarptırıldı. Şefik Hüsnü ile birlikte Gizlice Moskova'ya giti. Türkiye'de hakkında verilen hapis cezası yüzünden ülkesine dönemeyen Nâzım Hikmet, Moskova'da eğitimine devam etti. Bu sırada okulda Lena Yurçenko'yla tanıştı ve 1926 sonlarında evlendi.

1 Mart 1926 tarihinde kabul edilen Türk Ceza Kanunu sayesinde, bir yıl önce aldığı 15 yıllık hapis cezası 1 yıla indirildi. Nazım Hikmet’in talebi üzerine her iki davanın birleştirilerek yeniden görülmesine karar verildi. Davada İstiklal Mahkemesi'nin 1925 yılındaki mahkumiyet hükmü kaldırıldı; başkasının pasaportunu kullanmaktan üç ay ceza verildi, fakat tutukluluk süresi mahkumiyet süresini aşmış bulunduğu için serbest bırakıldı ve İstanbul'a gitti.

Tutukluluğu devam ederken Mustafa Kemal Atatürk’e yazdığı uzun ve ayrıntılı mektup Atatürk’e hiçbir zaman ulaştırılmadı. Eğer bu mektup yerine ulaşmış olsaydı büyük olasılıkla Nâzım’ın yazgısı değişecek, tarih farklı şekilde yazılacaktı. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak ve Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya, Nâzım Hikmet’i potansiyel bir tehlike olarak gördü ve baskı uyguladı.

 1929'da İstanbul'da basılan "835 Satır" adlı şiir kitabı edebiyat çevrelerinde geniş yankı uyandırdı; Ahmet Haşim gibi şairlerin övgüsüyle karşılaştı. Fakat bu süreçte Nâzım Hikmet'in “Putları Yıkıyoruz” başlığı altındaki yazı dizisinde eski edebiyatı yıkmak ve yeninin temellerini atmak yönündeki fikirleri, dönemin önde gelen edebiyatçılarının tepkisini çekti.


Dünyaca ünlü Türk şairi Nâzım Hikmet’i 57 yıl önce 3 Haziran’da yitirdik. Bu yalnızca bizim kaybımız değildi. Türk edebiyat dünyasının yanı sıra dünya edebiyatının da kaybıydı. Geriye dönüp baktığımızda bu değerli şairin ülkemizde büyük bir haksızlığa uğradığını görürüz. Yeterli gerekçesi olmayan bir tutuklama ile yargısız infaz yapılarak 24 yıl 4 aya mahkûm edilmişti. Bu durum hukuk dışı bir olaydı. Tutuklama nedeni olarak, Harp Okulu öğrencilerinin dolaplarında yapılan aramada Nâzım Hikmet şiirleri bulunması gösterildi. Sakıncalı bulunan şiirlerin dolaplarda olması Nâzım Hikmet’in sorumluluğunda değildi ama yine de o mahkûm edildi. Şiirlerindeki yeni anlayış, çağdaşlarının çoğunun önünde giden gerçekçi estetik duygusu, okuyanları derinden değiştirme gücüne sahipti. Sanıyorum sakıncalı sayılma nedenleri de buydu.

Babası Hikmet Bey, hastalandı ve 19 Mart 1932 günü hayatını kaybetti. Aynı yıl kız kardeşinin arkadaşı Piraye (Altınoğlu) ile tanıştı ve Piraye ile 31 Ocak 1935 tarihinde sessizce evlendi.

Nazım Hikmet Harp Okulu Komutanlık Askerî Mahkemesi’nde "askerî kişileri üstlerine karşı kışkırtmak" suçlamasıyla yargılandı, 29 Mart 1938 günü açıklanan kararla on beş yıl ağır hapsine ve ölünceye kadar kamu hizmetlerinden yoksun bırakılmasına karar verildi. Ağustos "donanmayı isyana teşvik" suçundan yargılandı, 20 yıl ağır hapis cezası aldı. Önceki cezasıyla birlikte toplam cezası 28 yıl 4 aya çıkarıldı. 31 Ağustos 1938'de İstanbul hapishanesi'ne gönderildi.

1940 Şubat ayında Çankırı Cezaevine gönderildi. Sağlığının bozulması üzerine aynı yılın Aralık ayında Bursa Cezaevine nakledildi. Burada Orhan Kemal ile aynı odada kaldı. Bu süre zarfında edebi çalışmalarına cezaevinden devam etti, ailesi ve arkadaşlarıyla mektuplaştı.

Cezaevinde kaldığı yıllar boyunca hakkında verilen kararın bozulması için çabalarını sürdürdü. Beklenen af kararı gelmeyince 8 Nisan 1950'de açlık grevine başladı. Bu eylemi, dönemin kültür ve sanat camiasındaki pek çok ismin, Nâzım'ın serbest bırakılması yönünde çağrılar yapmasını sağladı. Siyasetçilerin sessizliği üzerine, o sırada 65 yaşında olan ve gözleri çok az gören annesi Celile Hanım da açlık grevine başladı ve oğlunun serbest bırakılması için imza topladı. Nâzım Hikmet, 14 Temmuz 1950'de çıkan Genel Af Yasası'ndan yararlanarak 15 Temmuz'da, 12 yıllık aralıksız hapis hayatının ardından, serbest kaldı.

Mahkumiyetinin son dönemlerinde, o sırada Nurullah Berk ile evli olan, dayısının kızı Münevver (d.1917) ile yakınlaştı ve eşi Piraye ile arası açıldı. Hapisten çıktıktan sonra Piraye'den boşandı, üç gün sonra, 26 Mart 1951 tarihinde, Münevver'den olan çocuğu Mehmet Nâzım dünyaya geldi.

Yasal olarak yükümlülüğü olmamasına karşın askere çağrılınca, öldürüleceği endişesiyle 17 Haziran 1951'de İstanbul'dan ayrılarak yeniden Moskova'ya gitti. Bir daha da Türkiye'ye dönemedi. Ayrılışından bir ay sonra, 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarıldı. Bu gelişme üzerine “Çünkü biliyorum, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından –hey gidi dünya– çıkarılmışım. Beni Türklükten, halkımın evlâdı olmaktan, milletime ölümsüz bağlı bulunmaktan kimse, hiçbir kuvvet çıkaramaz, ayıramaz.” açıklamasında bulundu.
Vatansız duruma düşmesinden sonra, büyük dedesi Mustafa Celâleddin Paşa'nın memleketi olan Polonya'nın vatandaşlığına geçerek Borzecki soyadını aldı

Sovyetler Birliği'nde Moskova yakınlarındaki yazarlar köyünde ve daha sonra da eşi Vera Tulyakova ile Moskova'da yaşadı. Memleket dışında geçirdiği yıllarda Bulgaristan, Macaristan, Fransa, Küba, Mısır gibi dünya memleketlerini dolaştı, buralarda konferanslar düzenledi, savaş ve emperyalizm karşıtı eylemlere katıldı, radyo programları yaptı. Budapeşte Radyosu ve Bizim Radyo bunlardan bazılarıdır. Bu konuşmaların bir kısmı bugünlere ulaşmıştır.

1952 yılındaki Çin ziyaretinde hastalanıp Moskova'ya döndü, dört ay hastanede kaldı. İyileştikten sonra edebi çalışmalarına devam etti. Türk hükümetinin engellemeleri nedeniyle Münevver ve oğlundan ayrı kaldı. 1956 Şubat ayında annesi Celile Hanım, Ankara'da hayatını kaybetti.1959'da Vera Tulyakova ile evlendi.. Bu tarihten sonra hayatını Vera ile geçirdi.
 
3 Haziran 1963 sabahı saat 06:30'da gazetesini almak üzere ikinci kattaki dairesinden apartman kapısına yürüdüğü sırada, tam gazetesine uzanırken geçirdiği kalp krizi sonucunda hayatını kaybetti. Ölümü üzerine Sovyet Yazarlar Birliği salonunda yapılan törene yerli ve yabancı yüzlerce sanatçı katıldı ve törenin görüntüleri siyah beyaz olarak kaydedildi. Ünlü Novodeviçi Mezarlığı'nda (Rusça: Новодевичье кладбище) gömülüdür. Meşhur şiirlerinden biri olan Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam figürü siyah granitten yapılan mezar taşı üzerinde ebedileştirildi. Hüküm giyerek hapis yatmaya başladığı 1938 yılından 1968 yılına kadar eserleri Türkiye'de KOMİNİZM PROPAGANDASI  olarak nitelenip yasaklandı. Eserleri 1965'ten itibaren çeşitli basımlarla yayımlanmaya başladı.
 
2006 yılında Bakanlar Kurulu'nun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılan kişilerle ilgili yeni bir düzenleme yapması gündeme geldi. Yıllardır tartışılmakta olan Nâzım Hikmet'in Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına yeniden kabul edilmesi AKP ve Özellikle özgürlüklerin önünün açılacağı fikri yapısını savunan Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından yolu açılmış gibi görünmesine rağmen Bakanlar Kurulu bu düzenlemenin sadece yaşamakta olan kişiler için olduğunu ve Nâzım Hikmet'i kapsamadığını belirterek bu yöndeki talepleri reddetti. Sonradan İçişleri Komisyonu'nda "Tasarıda, şahsa bağlı hak olduğu için bizzat müracaat etmesi gerekir. Arkadaşlarım da olumlu şeyler belirttiler, komisyonda görüşülür, bir karar verilir" denildi.


 
2009 yılının 5 Ocak Günü "Nâzım Hikmet Ran'ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının yürürlükten kaldırılmasına ilişkin önerge" Bakanlar Kurulu'nda imzaya açıldı. AKP tarafından hazırlanıp  1951 yılında vatandaşlıktan çıkartılan Ran'ın yeniden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmasına ilişkin önerisi Bakanlar Kurulu'nca oylanarak kabul edildi.


 
Bakanlar Kurulu'nun 5 Ocak 2009 tarihinde aldığı karar, 10 Ocak 2009 tarihinde Resmî Gazete'de yayınlandı ve Nâzım Hikmet Ran, 58 yıl sonra yeniden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu.

Nazım. Şiirsel gelişimi arttıkça hece ölçüsü ile yetinmemeye ve şiiri için yeni formlar aramaya başladı. Sovyetler Birliği'nde yaşadığı ilk yıllar olan 1922 ile 1925 arasında bu arayış doruğa çıktı. Türkçenin edebi özellikleri ile ahenk oluşturan serbest ölçüyü benimsedi.  Genç Sovyet şairlerinden esinlendi.

Şiirlerinden birçoğu Fikret Kızılok, Cem Karaca, Fuat Saka, Grup Yorum, Ezginin Günlüğü, Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya gibi sanatçılar ve gruplar tarafından bestelendi. Ünol Büyükgönenç tarafından özgün bir şekilde yorumlanmış olan küçük bir kısmı ise 1979'da "Güzel Günler Göreceğiz" ismiyle kaset olarak çıktı. Birkaç şiiri ise Yunan besteci Manos Loizos tarafından bestelendi. Ayrıca bazı şiirleri Yeni Türkü'nün eski üyesi Selim Atakan tarafından da bestelenmiştir. "Salkım söğüt" adlı şiiri Ethem Onur Bilgiç'in 2014 tarihli animasyon filmine konu olmuştur.

 « Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak Ve ipek bir halıya benzeyen toprak bu cehennem, bu cennet bizim. Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, Yok edin insanın insana kulluğunu, bu dâvet bizim....
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim... »

UNESCO'nun ilan ettiği 2002 Nâzım Hikmet yılı için besteci Suat Özönder "Şarkılarda Nâzım Hikmet" adlı bir albüm hazırladı. Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla Yeni Dünya plak şirketi tarafından hayata geçirildi.2008 yılının ilk günlerinde Nâzım Hikmet'in eşi Piraye'nin torunu Kenan Bengü tarafından Piraye'nin evrakları arasında “Dört Güvercin” adında bir şiiri ve üç adet tamamlanmamış roman taslağı bulundu. 2020 yazında Kitap-lık dergisi, TÜSTAV Komintern Arşivi’nde yaptığı çalışmalarla keşfedilen “İstanbul’da 1 Mayıs”, “Beyanname”, “Gecenin Penceresinde”, “İtiraf” ve “Hayatımız Yirmi İki Kelimede” isimli şiirlerini yayımladı

Nâzım Hikmet şiirleri listesi: Dağların Havası (Osmanlıca baskı, 1925), 835 Satır (1929), Jokond ile Sİ-YA-U (1929)Varan 3 (1930), 1 + 1 = 1 (1930), Sesini Kaybeden Şehir (1931),Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (1932)Gece Gelen Telgraf (1932), Portreler (1935), Taranta Babu'ya Mektuplar (1935), Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı (1936), Şeyh Bedreddin Destanına Zeyl (1936), Kuvayi Milliye (1968), Saat 21-22 Şiirleri (1965),Dört Hapishaneden (1966), Rubailer (1966), Yatar Bursa Kalesinde (1929-1951), Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967), Yeni Şiirler (1951-1959), Son Şiirleri (1959-1963)

Nâzım Hikmet oyunları listesi: Kafatası (1932), Bir Ölü Evi (1932) , Unutulan Adam (1935), Fatma, Ali ve Diğerleri (1952), İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu? (1954), Ferhad ile Şirin (1965), Sabahat (1965), İnek (1965), Yolcu (1965), Enayi (1965), İstasyon (1965), Ocak Başında (1966), Bu Bir Rüyadır (1966), İnsanlık Ölmedi Ya (1967), Allah Rahatlık Versin (1967), Evler Yıkılınca (1967), Yusuf ile Menofis (1967), Demokles'in Kılıcı (1974), Tartüf-59 (1990), Kadınların İsyanı (1990), Yalancı Tanık (1990), Kör Padişah (1990), Her Şeye Rağmen (1990)

Nâzım Hikmet oyunları listesi: Kan Konuşmaz (1965), Yeşil Elmalar (yedi yazardan derleme) (1965), Yaşamak Hakkı (1966), Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1967) , Öteki Defterler, Orası,Zeytin ve Üzüm Adası

Nâzım Hikmet öyküleri: Orman Cücelerinin Sergüzeşti (1932), Sevdalı Bulut (1968)

Nâzım Hikmet yöetmenliğni yaptığı filmleri: Cici Berber (1933), Düğün Gecesi (1933),Bursa Senfonisi (1934)İstanbul Senfonisi (1934), Güneşe Doğru (1937)

Nâzım Hikmet senaryoları: Karım Beni Aldatırsa (1933), Naşit Dolandırıcı (1933), Cici Berber (1933), Söz Bir, Allah Bir (1933), Düğün Gecesi (1933), Milyon Avcıları (1934), Leblebici Horhor Ağa (1934), Aysel: Bataklı Damın Kızı (1934), Güneşe Doğru (1937), Tosun Paşa (1939), Şehvet Kurbanı (1940), Kahveci Güzel (1941), Kıskanç (1942), Kızılırmak Karakoyun (1946), Üçüncü Selim'in Gözdesi (1950), Balıkçı Güzeli (1953), Podivín (1956), Dvoe iz odnogo kvartala (1957), Legenda o lásce (1957), Von allen vergessen (1959), Vlyublyonnoe oblako (1959), Yashamaq gözäldir, qardashim! (1966), Bir Aşk Masalı / Lyubov moya, pechal moya (1978), Qariba adam (1979), Goluboy myach (1984), Yolcu (1993)

Nâzım Hikmet Fıkraları: İt Ürür Kervan Yürür (Orhan Selim adıyla gazetelerde yazdığı yazılar) (1965)Temel ile Fadime Fıkraları (1967)

Nâzım Hikmet inceleme yazıları: Alman Faşizmi ve Irkçılığı (1936), Sovyet Demokrasisi (1936), Milli Gurur (1936)Faşizm Sınıflar ve Emperyalizm (1975), Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil (1991), Sanat ve Edebiyat Üstüne (1998)

Nâzım Hikmet Mektupları: Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar (1967), Kemal Tahir'e Mapushaneden Mektuplar (1968), Bursa Cezaevinden Vâ'Nû'lara Mektuplar (1970), Piraye'ye Mektuplar 1 (1998), Piraye'ye Mektuplar 2 (1998), Çankırı'dan Piraye'ye Mektuplar (2010)

Nâzım Hikmet çevirileri: La Fontaine'den Masallar (1949), Çeviri Hikâyeler (1987), Savaş ve Barış (1943-1949)

Nâzım Hikmet derlemeler: Şu 1941 Yılında (1965), Nâzım ile Piraye (1975), Aydınlıkçı Yazar Aydınlıkçı Şair (1976), Masallar (1991), Hikâyeler (1991), Konuşmalar (1991), Nâzım Hikmet Şarkıları (2001), Bizim Radyoda Nâzım Hikmet (2002), Henüz Vakit Varken Gülüm (seçme şiirler, 2008)