Uzun uzadıya yerleşmek için küçücük bedenini sığdıramazsın ranzaya. Oysa sen annenin kadife koynunu özlemişsindir. 

Bilirsin ki “umut o göğüste döl tutar.” 

Ana kucağın senin öğretmenindir. 

Aşka alışman için yüreğinin çarpıntısın yavaş yavaş hızlandırır. Dayanabileceğin maksimum heyecanı ayarlamaya çalışır. 

Ana kucağında senin tek öğreneceğin ders; “aşk bir umutsuzluktur.”

Yaşamakta ölmekte, birine bağlı ve bağımlı bir rüyadır.

Sorun, bağlı olmasında değil bağımlı olmasındadır.

Umudun ve mutluluğun senin elinde can çekişir sen seyredersin. Ranzan can çekişlerde gıcırdar. 

Sen nefes almaya çalışırsın, zorlanırsın.

Senin zorlandığını gören ana kucağı olan ranzan, seni gıcırtı ile uyarır. 

Onun için debelenmezsin. 

O seni dinlemeye ve anlamaya çalışır.

Anlamaya çalışmaya bütün yatakhane sessizlikleri ile katılır.

Yatakhanedeki herkes ile kaderin kesişir. 

Benzerdir. 

Senin gibi herkes ana kucağında yatıyor. 

Herkesin yatak arkadaşları aynıdır.

Herkesin yanında iki sarılacakları can yoldaşları var

“Yaşam ve ölüm”  

Bizim gibi yurtlarda kalan çocuklarda hayal gücünü dışarda ki misafirlerimiz hep yanlış anlarlar. 

Bizi almak isteyen anne babalar yalan söylemeyen çocuk ararlar. 

Veya az yalan söyleyen çocuk ararlardı. 

Şunu unuturlar. 

Bizim gibi çok kardeşli yurt çocuklarının zekâ seviyesi yalan söyleme ile doğru orantılıdır. 

Yalan söyleyenlerin uyum sorunu az olurdu.

Kimsesizlik travmasına sürekli bir şekilde maruz kalmış bir kişi yaşama sarılabilmesi için yalandan oyunlar oynamayı bilmesi lazım.

Yalandan anne baba yaratırlar. 

Acı bir gerçek vardı. 

Yalnızlardı. 

Sadece gerçekleri “kendileri ve sağ yanlarında yaşam, sol

Yanlarında ölüm vardı.” 

Ben yalan söylemeyi çok seviyordum. 

Ne kadar yalan söylersem o kadar gülüyordum.

Yalnız bir sorunum vardı. 

Ben içimden konuşuyordum. 

İçimden sessizce kahkaha atabiliyordum. 

Gerçeğim düşüm yitikti. 

Alın yazım kimsesizlikti. 

Onun için kimse ile konuşmaya cesaret edemiyorum.

Sadece ranzam yani “ana kucağıma” sarılıyorum. 

Bir de dışarı çıktığımız zaman gökyüzüne bakıyordum. 

Ailemin gökyüzünde olduğunu biliyordum.

Ana kucağında ki eğitimlerimde öğrenmiştim.

Her yurt çocuğu birbirine kardeş olsalar da ne eğitimlerinden ne de geçmişte yaşadıklarını doğru anlatır.

Zekâ ile yalan doğru orantılı olduğu için burada gerideki kalan hayatı ile anlattıkları ve gerçekler arasın da kopuş, o kadar uzaksa o kadar sosyal zekasını kullandıklarıydı.

Anlattıkları gelecek hesabı yaparak temkinli olarak yanıtlar verenler ise sayısal zekaya sahip olanlardır.

Bir de benim gibi zekanın değil de cesaretin daha önemli olduğunu düşünenler konuşmazlardı.

Ben ondan dolayı yatağımda” yaşam ve ölümün” ikisine sarılıp uyuyordum. 

Biliyordum ki” yaşam” firar eder. 

Elinde yalnızca “ölüm” kalır.

Yurt çocukları yumuşak yatak sevmezler. 

Ana kucağı onlar için serttir.

Deniz, gece, bank, iki adam, yağmur, ay ışığı ve birbirini yeni gören, 

“Hayallerinin toplamı sıfır olanların umudu; ana göğsünde döl tutar…” 

Saygıyla