TÜRKİYE’NİN BEKA MESELESİNİN ADI; ÜLKEMİZDEKİ SURİYELİLER

Fikir Adamı ve Yazar FAZLI KÖKSAL Meseleyi Mercek Altına Aldı.  

Oğuz Çetinoğlu: Amerika Birleşik Devleti’ (ABD) tarafından tahrik edilen halk, Aralık 2010’da Tunus’ta halk hareketlerini başlattı. Mart 2011’de ayaklanmalar Suriye’de görüldü. Beşar Esad, gösterileri kanlı bir müdâhale ile bastırmak istedi. Can ve mal güvenliği kalmadığı için Suriye halkı, Türkiye’ye akın etti. 3.500.000’e resmî kayıtlara intikal etmiş olarak, geri kalanı gayrı resmî olarak 5.300.000 Suriyeli geçici misâfirimiz var. Bunlara, ‘mülteci’ veya bu kelime Arapçadır diye kullanmayıp Öztürkçe ile ‘sığınmacı’ diyenler var. Milletlerarası hukukta, ‘mülteci’ler özel bir statüye sâhiptir. Bulunduğu ülkeye sorumluluk yükler. Faydası olmasa da biz, ‘Türkiye’deki Suriyeliler’ Kısaca ‘Suriyeliler’ diyelim. Sizinle bu meseleyi konuşmak istiyorum. Röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. 

Giriş mâhiyetinde konu hakkında genel bir değerlendirme lütfeder misiniz?  

Fazlı Köksal: Estağfurullah. Ben teşekkür ederim. 

Ortadoğu yüz yıllardır, Batının, Batı emperyalizminin göz diktiği bir coğrafyadır. Önceleri maksat yalnızca dinî idi. Kudüs’ün Müslümanlar yanında Hıristiyan ve Yahudiler için de mukaddes mekân olması, Ortadoğu’daki pek çok yerin Hıristiyanlar ve Museviler için de dinî öneminin olması, Batının bu coğrafyaya göz dikmesine sebep oluyordu. Bu coğrafyada ne zaman ki petrol bulundu, Ortadoğu emperyalistler için vazgeçilmez bir coğrafya oldu. Churchill’in Bir damla petrol, bir damla kandan daha kıymetlidir.’ sözü emperyalizmin bu konudaki maksadının sloganlaşmış ifadesidir. Birinci dünya savaşı, savaş sonrası ülke devletleri arasındaki sınırların ileride problem yaratacak şekilde tespit edilmesi,  İsrail’in kurulması, başta Şeyh Sait isyanı olmak üzere bölgede çıkarılan isyanlar, mezhep çatışmalarının körüklenmesi hep petrol sahalarında hâkimiyet kurmak içindi… Çift kutupluluk uzun süre emperyalizmin bölgeye doğrudan müdahalesini engelledi… Ne zaman Sovyetler dağıldı, önce İran-Irak ve Irak-Kuveyt savaşları kışkırtıldı. Sonra Irak’ın işgali ve Arap baharı sonrasında Suriye’deki karışıklıklar… Sonuçta milyonlarca göçmen Türkiye’nin başına bela edildi.

Son zamanlarda; demokratlıkla alâkası olamayanlar, baskıcı politikaları destekleyen, batının bazı merkezleri ile irtibatlı olmaları muhtemel bazı kalemler; konu Suriyeli göçmenler olunca, birden demokrat, özgürlükçü kesildiler, Suriyeliler konusunda bazı tedbirler getiren, önerilerde bulunan, siyasetçi, gazeteci ve belediye başkanlarına karşı saldırıya geçtiler...Suriyelilerin Türkiye dışına gönderilmesini önerenler hakkında neler söylemiyorlar ki... Ne ırkçılıkları kalıyor, ne faşistlikleri...

Çetinoğlu: Milletimizin genlerindeki misâfirperverlik duyguları kabarmıştır. Misâfirliğin de bâzı şartlar ve süresi olsa gerek…

Köksal: Ensar-Muhacir hikâyeleri anlatarak halkın dinî duygularına sığınıyorlar… Hatta Atatürk'ün de bir ‘mülteci’ olduğunu iddia edebilen geri zekâlı köşe yazarları çıkabiliyor…

İlgi çekicidir: Batı da Türkiye'ye, alabildiği kadar mülteci almasını tavsiye ediyor...

Çetinoğlu: Türkiye patinaj yapsın, yerinde saysın veya kredi ihtiyacı doğsun, yüksek faizle para satalım hesabı… Tabiidir ki başka hesapları da var. Sizin görüşünüz nedir?

Köksal:Batının mülteci politikası bir ortak-tarihî akıla dayanıyor.  Batı Türkiye'ye Suriyeli -Arap- Mülteci yığılmasını isterken siyasî hedefinin aşamalarını muhtemelen şu şekilde planlıyor;

1) Suriye’yi boşaltıp, Suriye'nin nüfusunu azaltarak büyük kısmı İsrail'e küçük bir bölümü de Kürtlere tahsis edilecek boş topraklar oluşturmak...

2) Türkiye'nin Demografik yapısını ve kültürünü bozmak,

3) Türkiye'yi yeni ve çok farklı bir çatışma ortamına itmek,

4) Arapçayı resmî dil(lerden biri) yapmak;

5) Milletten Ümmete geçişi sağlamak,

6) Batının 1071'den beri vazgeçmediği ‘Türksüz Anadolu’ hayaline ulaşmak.

Belki "Hayal" gibi gelebilir. Ama unutmayalım ki, insanlar gibi fikirler de hayal ettiği müddetçe yaşar... Batıya hâkim olan zihniyet de Türksüz Anadolu hayâlinden hiç vazgeçmedi... 

Çetinoğlu: Aç tavuğun hayalinde arpa ambarında yaşamak vardır…

Köksal: Yıllardır Anadolu'da yaşıyoruz. Nasıl olacak bu? Diye, dudak bükmeyin; İspanya'da 700 seneyi aşkın Endülüs hâkimiyeti devam etti. Fakat bugün İspanya'da bir kişi bile yerli Müslüman yok...Balkanlar elimizden çıktığında, Balkanlara hâkimiyet süremiz Anadolu’nun bazı bölgelerine hâkimiyetinden çok daha uzundu… Onun için uyanık olmalıyız…

Çetinoğlu:Haklısınız. Endülüs Emevi Devleti 756 yılında kuruldu. 1400’ü yılların ilk yarısına gelindiğinde Devletin savunma gücü kalmamıştı. İspanya Kraliçesiİsabella fırsatı değerlendirdi ve ülkesini Müslümanlardan arındırdı. Batılılar aynı senaryoyu Anadolu’da sahnelemek isteyebilirler. Sizce başarabilirler mi?

Köksal:Ben Türk Milletinin zor günleri sevdiğini düşünürüm. Türk bitti sanıldığı anda dirilir. Dibe vurunca yükselişe geçer. Yani Ergenekon’dan çıkar. Kurtuluş savaşımız bunun son örneğidir. Yeter ki birlik olalım… 

Çetinoğlu: Endişeleriniz dış tesirlerden değil iç meselelerden kaynaklanıyor olmalı. Biraz açar mısınız?  

Köksal:Millet kavramına karşı olan siyasî ümmetçilerin hedefleri ile Emperyalist Batı’nın hedefleri, Ergenekon Kumpasında olduğu gibi Suriyeli göçmenler meselesinde de bir defa daha örtüştü…

Ve;

Suriyelilere nakdi ve ayni yardımı kesen,

Türkçe tabela zorunluluğu getiren,

Plajlara girilmesi için çağdaş belli kurallar koyan,

Belediye başkanları,

Suriyelilerin kayıt altına alınması,

Olay çıkaran Suriyelilerin sınır dışı edilmesi,

Suriyeli mültecilere yapılacak yardımın yalnızca oluşturulacak sığınma kamplarında yaşanacaklarla sınırlı kalması,

Bayramlaşmaya Suriye’ye giden Suriyelilerin geri alınmaması,

Mesleği olmayanlara ve Türkçe bilmeyenlere ikamet izni verilmemesi,

Her insanın kendi ülkesinde yaşamak hakkıdır, Suriyelilerin bu haktan mahrum edilmemesi,

Gibi her çağdaş ülkede uygulanan önlemleri öneren siyaset ve fikir adamları,

Çok ağır suçlamaların hedefi oldular. Ne ırkçılıkları kaldı, ne faşistlikleri…

Çetinoğlu: Sizce Suriyelilere ilişilmemesini isteyenler, aslında ne istiyorlar?

Köksal:Bunlar birkaç grup. Bir kısmı emperyalizmin ajanı, Türkiye’nin demografik yapısının bozulmasını, iç çatışmaların başlamasını ve Türkiye’nin parçalanmasını istiyorlar. Bir kısmı olaya ‘Ümmet’ gözlüğünden bakıyor. ‘Onlar bizim din kardeşimiz. Zor durumda kalmış yardım edelim’ diyorlar. Suriyelilerin varlığı sâyesinde Türkiye’nin ümmetçi bir yapıya kavuşacağını, Arapçanın resmî dil olacağını hatta alfabenin değişeceğini, Türkiye’nin Ümmet devletine daha kolay ulaşacağını düşünüyorlar. Çok az da olsa olaya dinî ve insanî kaygılarla bakan, Müslüman ve liberal saf bir azınlık da var.

Çetinoğlu: Sizi bu düşüncelere sevk eden âmiller nelerdir?

Köksal:Türkiye'nin geleceğinden endişe eden aydınların, insan onuru ile çelişmeyen bu önerilerini ‘Irkçılık, Faşistlik’ ile suçlayanlar,  Türkiye içine yeni fitne tohumları atmaktan geri durmadılar. Balkan ve Kafkas göçmenlerini hedef gösteren görüşler, sosyal medyayı geçtik, köşe yazılarında yer bulmaya başladı… Evlad-ı Fatihan’ın ne olduğunu, Balkanların pek-çok Anadolu kentinden önce fethedildiğini, Anadolu ve Rumeli Beylerbeyliklerini bilmeyenler, Anadolu insanını balkan göçmenlerine karşı kışkırtmaya başladılar… Sırf Suriyelileri savunmak adına… Aynı kişiler Jivkof rejiminden kaçanlar için neler söylememişlerdi…  30-40 aileyi bulmayan Ahıska Türklerinin ülkeye gelişine de karşı çıkmışlardı… Bu kesimler Uygur Türklerine yapılan zulümlere karşı sessizler, ülkemize gelen Uygur Türkleri pasaportları yok diye sınır dışı edilirken bile herhangi bir tepki vermiyorlar…

Mülteciler konusunda dikkat etmemiz gereken bir husus daha var. Biliyorsunuz 1915 yılında sevk ve iskân kararnamesine istinaden Doğu Anadolu’daki Ermeniler Suriye’ye yerleştirilmişti.. Bu konuda sorulması gereken kritik sorular var: mülteciler arasında Ermeni kökenliler var mı? Varsa mülteciler arasındaki oranı ne kadar? Bunlar gayrimenkul aldılar mı? Aldılarsa nereden aldılar? Bu sorulara cevap aradığımızda, ülkemizin geleceği ile ilgili vahim sonuçlarla karşılaşmamızı mümkün görüyorum…

Türk’e ve Türklüğe düşman olan siyasî ümmetçiler, bilerek veya bilmeyerek, Batı emperyalizminin  ‘Türksüz Anadolu’ projesinin çarkına su taşıyorlar

…Evet Türkiyenin BEKA meselesi vardır. Bunun da adı Suriyeli Mültecilerdir…

Çetinoğlu: Çözümü nerede görüyorsunuz?

Köksal:Çözüm millî politikalarda… Ama gerçek anlamda millî politikalarda, yani sözde değil özde millî politikalarda…  Öncelikle Suriyeli mültecilerin kesin tespiti yapılmalı, sonra bunların vatanlarına dönmelerini sağlayacak politikalar geliştirilmeli… Cumhurbaşkanımızca Avrupa’ya tehdit olarak sarf edilen ama herhangi bir girişimde bulunmayan ‘sınırları açmak’ fikri hayata geçirilerek işe başlanabilir…

Çetinoğlu: Şimdi en başa dönelim. 2011 yılında Türkiye, ‘Stratejik ortak’ olduğu zannedilen ABD ile birlik olup Esad’a karşı tavır almakta haklı mıydı?

Köksal: Bazıları Atatürk’ün dış politikasının ana unsuru olan ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ prensibiyle alay ettiler… Oysa ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ iki, hatta üç kıtanın geçiş noktasında bulunan Türkiye’ye bu stratejik coğrafyanın dayattığı politikanın adıdır. Türkiye’nin bulunduğu coğrafya ve bölgenin etnik yapısı; Irak, Suriye ve İran ile iyi geçinmeyi emreder. Irak ve Suriye’de hata yaptık. İnşallah aynı hatayı İran’la yapmayız.

Çetinoğlu: Şartlar değişti, böyle oldu diyelim. Bundan sonra neler yapmalı? 

Köksal: Öncelikle mülteci sorununun çözümü için tedbirler alınmalı. İşin uzmanı olmayan politikacı, gazeteci vb yandaşlara teslim edilen dış politika yönetimi yeniden işin uzmanı hariciyecilere teslim edilmeli. Suriye ile işbirliğine girilerek YPG yapılanması bitirilmeli. Devletin kuruluş maksadına uygun olarak, ümmetçi dış politika anlayışı terk edilerek milliyetçi bir dış politika anlayışına geçilmeli. 

Çetinoğlu: Türkiye, komşu olsun olmasın, her ülkenin toprak bütünlüğünden yana olduğunu söylüyor. Rusya ve İran da aynı görüştedir. 

Irak da biliyor ki ABD; Irak, İran, Suriye ve hayallerini tahakkuk ettirebilirse, Türkiye’den bir miktar toprak alıp her birinde ayrı ayrı veya federasyon hâlinde ve de İsrail’in kontrolünde Kürt Devleti / Kürt devletçikleri kurma idealini gerçekleştirmeye çalışıyor. Toprağındanşu veya bu kadarı çalınmak istenilen ülkelerin bir araya gelip, Rusya’yı da aralarına alıp mücâdeleye daha büyük güçle karşı konulabilir mi? Ne dersiniz?

Köksal: Ortadoğudünyanın çift kutuplu olduğu dönemde daha huzurlu idi… Bölgenin istikrarı için Türkiye’nin bölge ülkeleri, İran ve Rusya ile işbirliğini güçlendirmesinde fayda mütalaa ediyorum. Bir de bu coğrafyada etkin olan bütün ülkeler, bu coğrafyadaki mezheple alakalı ayrılıkları kaşımaktan vazgeçmelidir. Tabiî Türkiye ABD ile de Rusya ile de ortak siyasî politikalar yürütürken dikkatli olmalıdır. Büyük devletlerle münasebet kurmayla ilgili şu  söz kulaklara küpe olmalıdır; ‘Büyük devletlerle münâsebet kurmak, ayı ile yatağa girmeye benzer!’ Ayı ile dost bile olsanız aynı yatakta yatarsanız, sizi ezme, yok etme ihtimali çok yüksektir. Tâbir yerindeyse biz şu anda bir ayıyla değil iki ayıyla, yani hem ABD ile hem de Rusya ile birlikte yatağa girmek üzereyiz… Bu çok zor, karmaşık ve yönetilmesi zor bir süreç… Tecrübeli, işin uzmanı bir hariciye yönetimi ile bu zorluklar aşılabilir… Hariciyemizin mevcut yönetimi ile bu meselelerin  üstesinden nasıl geliriz bilemem… 

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Sayın Köksal. Sorularla sınırlı kaldığınız için açıklayamadığınız görüşünüz, vermek istediğiniz mesajınız varsa, söz sizin efendim buyurunuz. 

Köksal: Bazıları farkında değil ama şu anda ülkemizin en büyük problemlerinin başında Suriyeli Mülteciler geliyor.Bu konu; mahallî iç çatışmalara, gelir dağılım ve paylaşım problemlerine, çeteleşmelere, suç oranında artışa, demografik yapının bozulmasına, mahallî bölünme ve özerklik taleplerine, özetle, yoksulluğa, çatışmaya, kana ve gözyaşına yol açabilir.
dikkatli olmamız, siyasî mülahazalarla değil ülke çıkarını düşünerek olaya yaklaşmamız gerekir.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim Fazlı Bey…

FAZLI KÖKSAL: 

1954 yılında Yozgat’ın ilçesi Boğazlıyan’da doğdu. İlk ve ortaokulu Kayseri’nin Talas ilçesinde liseyi Kayseri’de okudu. 1976 yılında Ankara İktisâdî ve Ticârî İlimler Akademisi’nden mezun oldu. 

Bir süre Kayseri’de özel sektörde çalıştı. 1982 yılında PTT’de müfettiş yardımcısı oldu. 1985'de müfettişliğe, 1993'de başmüfettişliğe tâyin edildi. 1995'de PTTnin bölünmesi sonucu Türk Telekom’a başmüfettiş olarak geçti. Haziran 2000-Temmuz 2003 arasında Türk Telekom Pazarlama Dairesi Başkanlığı görevini yürüttü. Türk Telekom'un özelleşmesi sonrası, 2008 yılında da Orman Genel Müdürlüğüne müfettiş olarak geçti. 2019 yılı Ekim ayında OGM Başmüfettişi iken emekli oldu.

PTT Müfettişler Derneği ve Telekom Müfettişleri Derneğinde başkan yardımcısı ve sekreter, DENETDE (Devlet Denetim Elemanları Derneği)'de Genel Başkan, Başkent İktisatçılar Derneğinde Genel Sekreter, Telekomcular Derneğinde Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı.

Yazı ve makaleleri; Akpınar, Başkent İktisat, Bozkurt, Çini Roman, Denetim, Erciyes, Kapı, Müdafaa-i Hukuk, Telepati, Telekom Dünyası, Türk Boyları, Türk Telekom, Türk Yurdu, Orman ve İktisat, PIT Bülteni, Postel gibi çeşitli dergilerde yayınlandı.

Ayrıca, bazı internet gazetelerinde ve kendi bloglarında yazmaktadır.

Telekomcular Derneği için, ‘Bir Talanın Hikâyesi-Türk Telekom’un Özelleştirilmesi’ isimli raporu hazırladı.

Türk Telekom Personeli İçin Bilişim Sözlüğü ve ‘Artık Telgrafın Tellerine Kuşlar Konmuyor’ isimli kitapların editörlüğünü yaptı.

Türk Telekom’da Değişen Pazarlama Anlayışı’, ‘Posta Telekomünikasyon Târihinden Portreler’ ve ‘Meyve Tadında Romanlar’ isimli üç kitabı yayınlanmıştır.

En büyük hobisi okumak olan Fazlı Koksal evli ve iki çocuk babasıdır.

Aziz ve Muhterem Dostum, YUNUS ZEYREK (Doğumu: 1956) Ebedî âleme intikal etti. 


Kendisiyle yaptığım birincisi 08.01.2010’da olmak üzere 5 adet röportajı, birincisi 20.06.2012’de olmak üzere 5 adet kitabının, kendisi hakkında yazılan 1 kitabın tanıtımını yazmış, ESİNTİLER sayfasında 12 adet makalesini iktibas etmiş, okuyucularıma sunmuştum.  

63 yıllık ömrünü Ahıska dâvâsına hasreden; vefakâr, cefakâr, çile ve dâvâ adamı, idealist bir insandı. Dûçar kaldığı menhus hastalık sebebiyle çektiği ıstıraplı günlerinde bile BİZİM AHISKA DERGİSİ’ni yayımlamaya devam etti. 

Ahıska bir gül idi gitti

Bir ehl-i dîl idi gitti,

Söyleyin Sultan Mahmud’a

İstanbul’un kilidi gitti.

Bu şiir, Ahıska’nın Ruslar tarafından işgali üzerine, Ahıskalı bir halk şâiri tarafından yazılmıştı. 

Şimdi, Ahıska’nın tek kişilik ordusunun hem neferi hem kumandanı YUNUS ZEYREK için şiirler yazmanın zamanıdır. 

250 yıl boyunca, Osmanlı Cihan Devleti yönetiminde 1000 yıllık târihinin en huzurlu günlerini yaşayan Ahıska, 29 Eylül 1829’da Ruslar tarafından işgal edildi. 14 Kasım 1944’te kanlı-kızıl Moskof diktatör, Ahıska Türklerini topyekûn sürgüne gönderdi. 

20 Kasım 2019 târihinde YUNUS ZEYREK’İN vefatı ile Ahıska ve Ahıskalılar öksüz kaldı. 

Mekânı cennet olsun, kabri nurlarla dolsun. El Fâtiha.