Ülkemiz ve bölgemiz global bir kumpasla karşı karşıyadır. Her gün değişik bir zeminde boy gösteren terör saldırıları ve 15 Temmuz darbe girişimi, ulusal bilinçlenme ve dayanışmayı artırma yoluna girmiştir. Öte yandan Türkiye’nin yaşadığı olayların, iki komşumuz Suriye ve Irak’ta sürüp giden uluslararası boyut kazanmış çatışmalarla doğrudan bağlantılı olduğu gün gibi ortadadır. Bütün bu yaşananlara karşın dünyanın diğer sorunları ve çözüm yollarını da tartışmamız gerekmektedir.
Sovyet sonrası bağımsızlığını kazanan Türk cumhuriyetlerinden ikisi halen aynı cumhurbaşkanı tarafından yönetilmektedir: Kazakistan ve Özbekistan. Bu cumhuriyetler aynı zamanda bölgenin bir dereceye kadar refah ve istikrar ülkesi olup geçiş dönemi çatışma ve istikrarsızlıklar bu ülkelere pek uğramamıştır. Bu sonuçta Türkistan literatüründe saygın anlamı olan aksakallar, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ile Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’un katkısı tartışılmaz.
Bağımsızlığını ilan aşamasında iken Kazakistan’ın kuzeyini Rusya istiyordu. Üstelik istenen bölge nüfusunun yüzde 80’ini Ruslar oluşturmaktaydı. Öte yandan bu cumhuriyette başta askeri bürokrasi olmak üzere yönetici kadronun kilit noktalarını Ruslar işgal etmekteydi. Bu şartlar altında Nazarbayev ülkesinin başkentini Rusya’nın talip olduğu kuzeye taşıyarak tehlikeyi atlattı. Bu süreçte Moskova’daki yöneticilere yönelik başarılı ve çok boyutlu siyasetini de unutmamamız gerek.
Özbekistan Türkistan’ın merkezinde bir istikrar adası durumundadır. Nüfus ve ekonomi bakımından Türk cumhuriyetlerinin en büyüğüdür. Kazakistan, ise coğrafi bakımdan en geniş Türk cumhuriyeti olup petrol ve doğalgaz zenginidir. Özbekistan ekonomisinde de fosil yakıtların belli bir ağırlığı vardır. Bu cumhuriyet sanayi bakımından da nispeten gelişmiştir.
Her iki cumhuriyetin paylaştığı Aral Gölü, Sovyet yöneticilerin gereksiz miktarda pamuk üretimini artırma politikaları sonucu onda dokuzunu kaybetmiştir. Kırgızistan dağlarından çıkan ırmakların birleşmesiyle ortaya çıkan Amu Derya ve Sırı Derya (Ceyhun ve Seyhun) nehirleri Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan’dan geçerek Amu Derya’ya dökülüyordu. Bu nehirlerden açılan kanallarla sulanan bağlar, bahçeler ve tarlaların üzerinde Fergana Vadisi “bin yıllık medeniyet” bölgesi haline gelmişti. Sovyet yönetimi ise bu suların tamamını pamuk üretimine tahsis etti. Bir yandan sulu tarıma dayalı bağlar ve bahçelerin ortadan kalkmasıyla tek ürüne bağlı çoraklaşma süreci yaşanırken diğer yandan her geçen yıl daha fazla kullanılan zirai gübre ve ilaçlar, suları zehirledi. 1960’lardan itibaren Aral Gölü’ne akan sular gittikçe azaldı. 2010’lara gelindiğinde gölün yüzde doksanı kurudu. Gölde artık tatlı su balıkları yerine azda olsa tuzlu su balıkları yaşayabilmektedir. Göl kıyısındaki balık işleme tesisleri Baltık ülkelerinden gelenlerle üretim yapabilmektedir.
Öte yandan gölün kurumasıyla yüzlerce hektarlık tuz ve kum deryası ortaya çıkmıştır. Nehir suyunu göle göndermek yerine yüzlerce kilometre boyunca daha fazla ürün almak isteyenler beklenmedik bir felaketle daha karşılaştılar: Aral Gölü’nün yerini alan kum ve tuz deryası yerinde durmamaktadır. Rüzgarın şiddetine göre yüzlerce kilometreye savrulan kum ve tuzlar, üzerine konduğu tarla ve bahçeleri çölleştirmektedir. Böylece gölün suyunu alıkoyan üreticilere kuruyan gölden gelen tuz ve kum “şamarı”, bırakın daha fazla ürün elde etmeyi bu bahçelerin de çölleşmesini zorunlu kılacaktır.
Konu Özbekistan ve Kazakistan’ın dışında BDT, BM gibi uluslararası örgütlerin de gündemine gelmiştir. Çözüm konusunda başta Özbekistan ve Kazakistan olmak üzere Türk cumhuriyetleri nezdinde birçok toplantı yapılmış, belgeler imzalanmış, ancak çözüm yolunda ciddi bir işbirliği gerçekleşememiştir. Elini taşın altına koymak, tarlalara ayrılan suları adım adım kısmak konusunda her ülke kendi sıkıntılarını öne sürmüştür.
Kazakistan’ın genellikle yalnız kalmasına rağmen en azından Kuzey Aral’ı canlandırma yolundaki fedakarlığı bölgeye örnek olmalıdır. On yıl öncesi çöl haline gelmiş olan alanda su birikintileri gittikçe artmış, sıcak aylara kadar yetişebilen kısmi sular çevrenin yeşillenmesine yol açmıştır. Bununla beraber Aral’ın kurtarılması sadece Kazakistan’ın elinde değildir. Acilen Türkmenistan ve Özbekistan’ın da öncelikle daha fazla suyu göle gönderme, sulu tarımı peyderpey azaltma konusunda “acı ilacı” içmeleri gerekmektedir ki sonu tatlı olacaktır. İşbirliği halinde Aral Gölü’nün eski haline gelmesinin 40-50 seneden önce mümkün olamayacağı bilinmektedir. Ancak çölleşmenin durması, kum ve tuz fırtınalarının sona ermesi, susuz tarım yolunda daha verimli alternatiflerin uygulanmasıyla elde edilecek başarıları, bugünkü nesil görebilecektir. Nitekim Kazakistan’da görülmeye başlanmıştır.
Türkiye’de Tuz gölü ile onlarca gölün kurumasına karşın ne yazıkki tek parti iktidarında dahi topluma biraz acı gelecek reçetelere başvurulamamaktadır. Benzer felaket Trakya’da da yaşanmaktadır. Türkistan da ise yaşı kemale ermiş, ülkelerinin aksakalı Nazarbayev ve Kerimov bu konuda ortak karar alıp uygulamaya koyduklarında kimse karşı çıkamayacaktır. Ulusal ve uluslararası kamuoyu baskısıyla Türkmenistan ve diğer komşular da bu kararlılığa katılacaklardır. Bunun maliyeti, sadece bu cumhuriyetlere değil esas sorumlu Rusya’ya da ödetilmelidir. Bu kapsamda BM, AB, İslam İşbirliği Teşkilatı ve diğer uluslararası fonlar da devreye sokulmalıdır.
“Kıyametin kopmasının yakın olduğunu bilseniz dahi elinizdeki ağacı dikin” kültürünü paylaşanlar olarak büyük aksakallar Kerimov ve Nazarbayev’den Türkistan cumhuriyetleri, bölge ve dünya için bu büyük hizmeti beklemekteyiz. Aral’ı kurtarmak, aksakalların bütün Türkistan’a son büyük, belki de en büyük hediyesi olacaktır.