Evet! “Türk Kadını” ve “Amerikan Kadını”. Her iki milletin hanımları yekdiğeri ile yegane benzer tarafları, her ikisinin de aynı cinsten oluşlarıdır ve başkaca bir benzerlikleri kesin olarak yoktur. Erkeklerine gelince. Onların da tek yönleri aynı cinsten oluşlarıdır ve başkaca benzer hiçbir yönleri yoktur. 

Gerçi Batılı Milletlerin aralarında bizlere benzeyen veya bizlerin onlara benzeyen taraflarımız vardır. Ancak, bu durum ABD’nin ne Kadınına ve ne de Erkeğine benzetilemez. Çünkü, ABD kendine has bir ülkedir. Onun karakter yapısı örf ve ananeleri, ne bize ve ne de Avrupa’nın herhangi bir milletine benzer. 

Ne var ki, koca bir Cihan Harbi’nin sonucu, (II.Cihan Harbi) olsun ABD’nin ve olsun “Kızıl Ordu”nun Avrupa topraklarına ayak basmalarıyla, hem de savaşın galipleri olarak, Askeri alanda Avrupa’nın efendisi kesilmeleri... Avrupa kültürünün temelden sarsılmasına yol açmış ve “Avrupa Medeniyeti” yerini, ABD’nin sığır çobanı yani kovboy kültürüne terk etmeye mecbur bırakılmış. Kızıl Ordudan da vahşetin binbir çeşidini öğrenmiştir. 

Biz Türklere gelince: (1948-1965) arası kendi kültürümüzü yaşadığımızı sanıp, ABD’yi de kardeş ve dost ülke görerek, başımız kumda sözde bütün dünyaya “Türk Medeniyetini”, Türk karakter yapısındaki insancıl yönlerini göstermeye çalışıp, diğer taraftan da ABD filmlerinden sözde Dünya devletlerini (!) tanımaya çalışmaktaydık. Gerçi içimizden bazı şanslı kimselerimiz ya bürokrat veya büyük çapta iş adamı olarak dış dünyaya gidebilenlerimiz vardı ama. Göremediğimiz bir husus vardı. Hem de çok önemli bir husus: Bürokratlarımızın çoğunluğu çoktan ABD uydusu durumuna getirilmiş ve dünyaya bakışı ABD gözlükleri her ne gösteriyorsa ancak onu görebiliyordu. 

Bizde “Milli Duyguların” meydana getirdiği hassasiyet sadece “azınlık” deyimiyle damgaladığımız Gayr-ı Müslim vatandaşlarımıza karşı idi. Ne acıdır ki, hâlâ öyledir!... 

Kadınlarımızın ve Erkeklerimizin yaşantıları ise her geçen yıl biraz daha ABD kültürüne adapte olmaya başladık ama hiç farkına varmadan. Çünkü olsun Basın ve olsun Radyo ve de en tesirlisi Sinema, bizleri biz olmaktan sistemli şekilde uzaklaştırıyordu. Bu durumu görüp, gerekli tedbirleri almayı düşünenlerimiz hiç yok muydu? Bürokratlarımız ne yapmaktaydı!.. 

Bütün bunlar bir yana, ülke çapında yeni bir problemimiz baş göstermişti ve de bu problem, Kadınlarımızın ihmal edildiği, söz sahibi kılınmadığını, erkekler tarafından dövülerek aşağılandığını vs. ileri sürülen iddialarla “Kadın Hakları” savunucuları aslında kadın hakkı falan aradıkları yoktu ve onların esas üzerinde durdukları, kadını her açıdan hür kılabilmek, kendi başına buyruk, dilediği hayatı, dilediği yerde hemen hiç kimseye hesap vermeden yaşayan bir yapıya sahip olan yeni bir kadın türü meydana getirebilmekti. 

Bu konuda muhaffak olabildiler ve nihayet günümüzdeki eksantrik kadın türü meydana gedi. İstisnalar kaideyi bozmaz öyle bir kadın türü meydana geldi ki, bir benzerini bulabilmek, gerçekten pek zordu. Ne Müslüman Türk, ne Hıristiyan ve Musevi azınlık aralarında bu tür Kadın bulmak, pek zordu!.. Ve lâkin, günümüzde böylelerini değil bulmak, aramaya dahi lüzum yoktur. Çünkü, bir çoğu artık aramızda dolaşıyor ve bunlar hemen hiçbir kural tanımayan, kendi menfaatlerin her şeyin üstünde gören, beyni yıkanmış zavallılardır!... 

Şu eşitlik meselesinde bizlere, yani Türkiye insanlarına tamamen ters düşen unsurların başında şu garip ve Kadınların haysiyetini kırıcı istekler gelmektedir: İçkili mahallere sadece Erkekler değil, kadınlar da girebilmelidir. Toplumda “Lezbiyen ve Homo’seksueller” normal vatandaş muamelesi görebilmelidir vs. 

Kadın ve Erkek cinslerinin böylesi iddialar yüzünden hayli yara almış olması, bu pek medeni görüşlü tabiat garibelerinin hemen hepsinde de: “Sükut altundur” kuralı uygulanmakta ve susmayı tercih etmektedirler. 

Kafeterya ve Diskolarda meydana gelen rezaletler bunların hemen hiç birisinde en ufak bir iz bırakmamakta ve çok sıkıştıkları zaman da: (Efendim aile baskısı gençleri bunaltıyor) nevinden lafazanlıklarla, aslında tam manasında bir “cemiyet suçu” olan trajik vak’aların suçunu aile üzerine atmaktan asla utanmazlar... 

Bir ülke tasavvur edin ki, uyuşturucu alışkanlığı “İlk-Okul” seviyesine kadar inmiş olabilsin ilkokul 4’üncü sınıftan itibaren uyuşturucu alışkanlığı alıp yürüsün?!... 

Müslim Gayr-ı Müslim Türkiye’mizin insanlarının hemen hiç birisi; ABD kültürünün en ufak bir nebzesine dahi ortak koşmaz. Ve lâkin, sesli ve yazılı Medyamız, tam aksini savunur ve bizleri Batı kültürüne meyilli bir millet olduğumuzu(!) cümle aleme anlatmaya çalışıyor. 

Bizim Anadolu insanımızın hâlâ eski örf ve ananelerimizi benliklerinde yaşattıkları ve İstanbul’a gelerek varlıklarını burada da aynı anlayış içinde sürdürmeye çalıştıklarında, “Medeni Kanun”un tanıdığı tabii haklar, onlara ters düşmekte ve böylece günümüzde her geçen gün biraz daha hızla seyreden aile trajedileri bir diğerini izlemektedir. 

Karısını döven, öldüren ve böylece katil damgasını yiyen kimselere de: (MAGANDA) tabirini kullanarak, böylesi icraatların canavar ruhlu kimselerin cemiyetimizin yüz karaları olarak damgalıyoruz!.. 

Peki bu canavar ruhlu kimseler hangi ülke’nin insanlarıdır? Bunu hiç düşünüyor muyuz!.. Hayır hiçbir zaman düşünmüş değiliz!.. Çünkü: (Kabahat samur kürk olsa) darbımeseli, bizlerin ardına sığındığı başlıca unsurumuzdur!.. 

Olsun Gazete ve Dergilerimiz ve olsun TV-Dizilerimizin bizlere sundukları fikir veya TV-Dizi senaryoları acaba bizlere ne sunmaktadır. Makul bir Cemiyet hayatı yaşamayı mı, yoksa: kır dök, hakkını silâhının gücü ile savun, gibisine yakıştırmalarla mı savunmaktayız!.. 

Bizler, Anadolu insanımıza “Çağdaş Hayatın” nasıl bir kuralı olduğunu, Türkiye’nin “Medeni Kanunu”nun neler emrettiğini vs. Hiç onların anlayabileceği bir lisanla anlatmaya, öğretmeye çalıştık mı?.. 

Ben söyleyeyim: Hayır! Hiçbir zaman böyle yapıcı bir yol takip edilmemiştir. Meselâ; Anadolu insanına Cumhuriyet Türkiye’mizin: “Dini kanınla değil, dünyevi Medeni kanunlara tabi” olduğunu onlara öğretebildik mi?... 

Kadınımızın herhangi bir işte çalışmak mecburiyetinde olsa dahi, Kocasına ve çocuklarına sahip çıkmaya mecbur olduğunu. Koca’nın, Kadınına aynen anasına duyduğu saygıyı duymaya mecbur olduğunu. Hemen her Kadının evinin erkeğinin: “Hem Kadını, Hem Anası ve hem de ablası” konumunda olduğunu ve bu sebeple pek ziyade saygı duyulması icap ettiğini. Hiç öğretildi mi?... 

Çocuklarını okutmaya mecbur bırakılmasının asla yeterli olmadığını, başta aile büyüklerinin eğitilmesinin daha önemli olduğunu asla unutmamak lâzımdır. 

Milletlerarası münasebetlerde başlıca unsurun: “İslâm-Hıristiyan” ayırımı değil, “İnsan hakları” açısından bakılması ve bu görüş açısından değerlendirilmesinin elzem olduğunu öğretebildik mi?.. Tek kelime ile hayır! 

Oyuncu ve çevirmen Serra Yılmaz, Papa’nın çevirmenliğini yapmış diye kendisini Hıristiyanlıkla suçladıklarını söylemiş. Bakınız: 11 Aralık 2014 Perşembe tarihli Milliyet Gazetesi. 

Bu vatandaş herhalde “Musevi asıllı” olacak ki, kendisine, Hıristiyan olabilir denmiş olmasını bir nevi “suçlandığı” inancıyla değerlendirmiş ki, bu sadece bir yanlış değil, aynı zamanda hem Hz.İsa’ya ve hem de Hıristiyanlığa hakaret olmuştur. Zira bir insanın Hıristiyan olması, suçlu değil, bir Dinin mensubu olduğunu belirtir. Benim üzerinde durduğum, Serra (Sara)nın inancı değil, Milliyet gibi yüksek tirajlı bir gazetenin hemen hiçbir yorumda bulunmadan bu ifadeyi yayınlamış olmasıdır?.. 

Sayın Gazete’nin bu ülke’de Hıristiyan Vatandaşlar da olduğunu hiç kale almamış olmasıdır!... 

Türkiye’de, daha doğrusu günümüz Türkiye’sinde böylesi batıl düşüncelere sahifelerinde yorumsuz yer veren bir Gazete, yer vermesi “çağdaş düşünceye” hiç mi hiç itibar edilmediğinin açık ifadesidir!... 

Sırf “Dini inanç”ın tesirinde hareket edildiği için dünya ahvaline dürbünün tersiyle bakan bazı, bürokrat ve Parlamenter, hâlâ inatla aynı yanlışlarını sürdürmeleri, günümüz Türkiye’sinin yarınlarına, daha doğrusu yarınların nesillerine neleri aktaracaklarına değil bakmak, sadece düşünülmesi dahi insanı ürkütmektedir!... 

Sen Anadolu insanını bir çok açıdan bakir bırak, daha sonra da “Kadın-Erkek münasebetlerinde” aynen Batı da değil, ABD düşüncesine ortak koşmaya kalk ve olmayınca da (MAGANDA) tabiriyle damgalamaya kalk!.. 

Kadınlarımızı asıl dövenlerin, bıçaklayanların ve öldürenlerin, kimlerin kurbanları olduklarını baştan beri yazdık ve asıl derdimizi anlatabilene kadar da yazmaya devam edeceğiz!... 

Saygıdeğer okuyucularım, cümlenize hayırlı Pazarlar dileklerimle, yeni makalemde buluşabilmek umudu ile cümlenize, sıhhatli ve mutlu yarınlar diliyorum efendim. Saygılarımla.