Eskiler; ‘Galat-ı meşhûr, fasîh-i mehcûrdan evlâdır.’ Derlerdi. Bu sözü, günümüz anlatımıyla: ‘Yaygın bir yanlış, kullanılmayan ve fakat düzgün olan doğrunun önündedir.’ Şeklinde söyleyebiliriz.
Millî hassasiyetler söz konusu olduğunda, işin doğrusunun bilinmesinden öte; doğruları yanlışların önüne yerleştirmek mecburiyetindeyiz.
Türk kelimesi tarih kitaplarından silindiğinde, kitaplar boş bir defter hâline dönüşür. Hıristiyan batı, bunu biliyor. Ancak yine de Türk kelimesini unutturmak için, hiç değilse kullanımdan kaldırmak için gayret gösteriyor. İnat ve ısrarla, yanlış kelime ve kavramları dünya literatürüne yerleştirmeye çalışıyorlar. Üzücüdür ki yerli gafillerin desteği ile bir ölçüde başarılı da olabiliyorlar.
Yanlış isimlendirmeleri şöylece sıralayabiliriz: Azerîler, Büyük Petro, Mesketler, Orta Asya, Sinkiyang, Tatarlar, Volga Irmağı… ve diğerleri.
Azerbaycan Türkleri: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) döneminde Azerbaycan’da yaşayan Oğuz Türkleri, SSCB yönetimi tarafından ‘Azerî’ olarak anılıyor, kayıtlara böyle geçiyordu.
Dünyada, ‘Azerî’ diye bir millet, ırk ve kavim yoktur. Azerbaycan topraklarında yaşayan soydaşlarımızı Azerbaycan Türkleri olarak anmamız gerekir.
Özbek, Kırgız, Karakalpak / Karapapak, Kazak, Tacik, isimlendirmeleri de Türk ismini unutturma gayretlerinin ürünüdür.
Azerbaycan Türkleri, 74 yıl boyunca Komünist yönetimlere ve bir arada yaşamak mecburiyetinde bırakıldıkları Rus halkına, bıkmadan, usanmadan Azerî isimlendirmesinin yanlış olduğunu, kendilerinin öz-be-öz, katıksız Türk olduklarını anlatmak için çırpındılar. Günümüzde de biz Anadolu Türkleri karşısında aynı yanlışı düzeltmeye çalışmak mecburiyetinde kalmaları, onları olduğu kadar bizleri de üzmeli.
Çar Birinci Petro: Rusların ‘Büyük’ olarak kabul ettirmeye çalıştıkları Çar Birinci Pyotr Alekseyeviç, davranış bozuklukları sergileyen hastalıklı bir insandı. İlk eşini 10 yıl süren hayat arkadaşlığından sonra Manastıra kapatan bir sadistti. Uzun yıllar Çarlık tahtını üvey kardeşi ruh hastası Beşinci İvan ile paylaştı. Yönetim işlerini büyük ölçüde annesinin akrabalarına bıraktı. Kendisi; marangozluk, demircilik, tornacılık, matbaacılık ve gemi yapımı gibi işlerle meşgul oldu. 1695’te, Kırım üzerine bir askerî sefer düzenlediyse de perişan bir vaziyette kaçmak mecburiyetinde kaldı. 1696’da İvan’ın ölmesiyle (bir iddiaya göre Petro’nun emri üzerine öldürülmesiyle) tek başına çar oldu. 1697’de ülkesini terk edip takma bir isimle Amsterdam tersânelerinde işçi gibi çalıştı. 1698’de ülkesinde çıkan bir ayaklanma sebebiyle Moskova’ya döndü ve asileri, pek çok suçsuz insanla birlikte katletti.
Avrupalı devletleri, Osmanlı Devleti aleyhine bir ittifaka râzı etmeye çalışırken Avusturya’nın Osmanlılarla barış sözleşmesi imzalaması üzerine, Batlık Denizi’ne yöneldi, İsveç’e savaş açtı. Ağır bir mağlubiyete uğradı. Bir defa daha yenildikten sonra üçüncü savaşta, mağlubiyetlerinin intikamını aldı. 1711’de Prut Irmağı kenarında Osmanlı Ordusu karşısında yok olmaktan, Azak Bölgesi’ni geri vererek kurtuldu. 1713’de Osmanlı Devleti ile Edirne Anlaşması’nı imzalayarak yeni tâvizler verdi. Böylece arkasını emniyete alarak yeniden İsveç cephesine döndü. 1721’de Batlık Denizi kıyısında bir miktar toprak sâhibi olabildi. 1724 yılına gelindiğinde bedenî, ruhî ve aklî sağlığı sıfırlanmıştı. Son bir delilik yaptı: Finlandiya Körfezi’nde batan bir gemideki askerleri kurtarmak için denize atladı. Bu, O’nun ölüme atlayışı idi. 53 yaşında öldü.
Petro, yaptıkları dolayısıyla değil, tasarıları-projeleri sebebiyle Ruslar tarafından ‘büyük’ olarak anıldı. O tasarıları, sonraki yıllarda işbaşına gelen çarlar uygulamaya koydular. Kırım Hanlığı’nın tarih sahnesinden silinmesi, o projelerin uygulanması sonucunda mümkün olabildi. Kuzeydeki güvenilir desteğini kaybeden Osmanlı Devleti de zaafa uğradı. Irkımızın felâketini hazırlayan birine, ‘büyük’ unvânını lâyık görmek, onu âdetâ saygıyla anmak, bize has bir âlicenaplık olsa bile, abartıdan kaçınmamız gerekir. Üstelik batı, onu hâlâ ‘Deli Petro’ olarak anarken…
Ahıska Türkleri: Mesketya, günümüzde Gürcüstan sınırları içerisinde kalan Ahıska Paşalığı adlı bölgeye, Rusların verdiği isimdir. O bölgede yaşayan Türklere Ruslar, Mesketler / Misketler / Meshetler diyordu.
Onlar kendilerini ‘Osmanlı Türkü’ olarak görüyorlar. Türkiye’mizde onlara, Mesket Türkleri diyen gafiller var.
Azerbaycan’da, Özbekistan’da, Kazakistan’da, Kırım’da ve bütün Türk Cumhuriyetlerinde Türk olmadığını, Kırgız, Kazak, Azerî olduğunu iddia eden Türklere rastlamak mümkündür. Bütün Türk dünyasında, Türklükten başka bir aidiyeti kesinlikle reddeden, Türk oğlu Türk olduğunu iftiharla haykıranlar, yalnızca Ahıska Türkleri ile Gagauz / Gökoğuz Türkleridir. ‘Siz Türk değilsiniz !’ Dercesine onları Mesketler olarak anmak yanlıştır, soydaşlarımıza hakarettir.
* * *
Ahıska Türkleri 900’lü yıllardan beri Ahıska topraklarında yaşıyorlardı. 1853 – 1855 Osmanlı Rus Savaşı’nda Osmanlı ordusuna yardımcı oldular. Savaş sonrasında Çarlık Rusyası yönetimi Ahıskalı Türklere baskı ve işkence uyguladı. Bir kısmı Anadolu’ya sığındı. Gelenler Erzurum’a ve Karadeniz sâhil şeridine yerleştirildiler. Kalanların tamamı, 14 Kasım 1944’te, Kırım Türkleri gibi, Stalin tarafından top yekûn sürgüne gönderildi. 1944’ten bu yana, Anavatanlarına dönmesine izin verilmeyen tek topluluktur.
Dünya kamuoyu ve konunun uzağında kalan Türkler; Ahıska Türklerinin varlığını, Özbekistan’da 1989 yılında yaşanan kardeş kavgasıyla öğrendi. O tarihte Ahıska Türkleri, Özbekistan’ın Fergana Vâdisi’nde sürgün hayatı yaşıyorlardı. Komünistlerin provokasyonu ile bölgenin yerlisi olan Özbek Türklerinin taşlı sopalı saldırısına uğradılar. 500 Ahıskalı Türk öldü, binlercesi yaralındı. Çatışma gazetelere, Özbek-Meshet / Misket / Mesket Kavgası olarak yansıdı. Bilenler hemen doğrusunu söylediler: Onlar, Ahıska Türkleridir. Kardeşlerimizdir.
Orta Asya: Adriyatik Körfezi’nden Çin Seddi’ne uzanan coğrafya ile, bu coğrafyanın dışında olmakla birlikte, tek bir kişi olsa bile, üzerinde yaşadığı toprağı anavatan olarak benimseyen Türklerin bulunduğu her yer Türk vatanıdır.
Türkiye dışında kalan; Aras Nehri’nin doğusundan Çin Seddi’ne kadar uzanan coğrafya, Uluğ Türkistan olarak anılıyordu. Rus-Çin işbirliği sonunda Batı Türkistan, Doğu Türkistan olarak ikiye bölündü. Ruslar, Batı Türkistan’ı; Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan olarak 6 parçaya ayırdılar. Amaçları, Türk / Türkistan ismini unutturmaktı. Çin Halk Cumhuriyeti yönetimi de aynı amaçla Doğu Türkistan’ın ismini Sinkiyang olarak değiştirdi. Batılılar da Rus-Çin ittifakı paralelinde Uluğ Türkistan’a Orta Asya adını uygun gördüler.
Türk varlığı ve ismi konusunda hassasiyet sâhibi olması beklenen kimi aydınlarımız da çok üzücüdür ki, Orta Asya ismini kullanmaktan kaçınmıyorlar.
Türk varlığı ve Türk ismi söz konusu olunca; galat-ı meşhûr, fasih-i mehcûrdan evlâ… olmamalı.
TÜRK YURDU
Yeryüzünde 350.000.000 aşan sayıları ile çok geniş bir bölgeye yayılan Türklerin ilk Anayurdu'nun tesbiti, birçok bilim adamını asırlarca meşgul eden büyük bir konu olmuştur. Bilim adamları ve araştırmacılar yaptıkları çalışmalar sonucu Türklerin ilk Anayurdu ile ilgili birçok iddialar ileri sürmüşlerdir.
Tarihiçler, Çin kaynaklarına dayanarak Altay Dağlarını,
Etnologlar, İç Asya'nın kuzey bölgelerini,
Dil araştırmacıları, Altayların veya Kingan Dağları'nın doğu ve batısını,
Kültür Tarihçileri, Altay-Kırgız Bozkırları arasını,
Sanat tarihçileri, Kuzeybatı Asya sahasını,
Antropologlar ise Kırgız Bozkırı-Tanrı Dağları arasını
İlk Türk Anayurdu olarak iddia etmişlerdir.
Bütün bu araştırmalara göre ilk Türk yurdunun kesin sınırlarını çizmek mümkün olmamaktadır. Zira Türklerin ilk zamanlardan itibaren çok geniş bir sahaya yayılmaları, bu tesbitte güçlük çıkartmaktadır.
Bununla beraber son yıllarda yapılan dil araştırmaları ve yukarıda sözü edilen çalışmalar göz önüne alındığında, ilk Türk yurdunun Altay Dağları'ndan, Urallar'a kadar uzanan, Hazar Denizi Kuzeydoğu Bozkırlarından, Tanrı Dağları'nı kapsayan çok geniş bir bölge olduğudur.
Tarihi akış içerisinde meydana gelen göçler sonucu Anayurtları'ndan çok uzak mesafelere ve geniş bir coğrafî alana yayılan Türkler, bugün Balkanlar'dan doğuda Çin Seddi'ne, Kuzeyde Sibirya Bozkırları'ndan Güneyde Horasan, Afganistan, Tibet ve Irak’a kadar olan bölgeleri yurt tutmuşlardır.
ALTAYLAR'DAN GELDİM
Ben Altay dağlarından koparak geldim,
Yüreğimde Türkistan'dan bin bir nakış var.
Çok şükür aslim da, neslim de belli,
Türküm, Müslüman’ım o dağlar kadar.
Dokuz tuğ taşıdım ben dokuz davula vurdum,
Dokuz evliyâ gücüyle yürüdüm geldim,
Büyüdü benimle mübârek yurdum,
Ebed-müddet bu devleti ben kurdum.
Yol gösterdi kükreyerek bana Bozkurt'um
Atımla hep yan yana gözelerden su içtim.
Baykal'da da cimdim ben, Hazar Denizi'nde de,
Toprağıma bağdaş kurup oturdum.
Ben ki Alper Tunga'ya gönül verenlerdenim,
Yurt uğruna dolu dizgin göğüs gerenlerdenim,
Sonra durgun sulara Bismillâhlarla,
Kilim seccadesini serenlerdenim.
Ben Türkmen'im, Özbek'im, Kazak'ım, Kırgız’ım ben,
Azerbaycan Türkleriyle ayni kandanım.
Kıpçakları, Uygurları, aşkla duyanlardanım,
Ben ki Tatar'lardan, Gagavuz'lardan,
Çuvaş'lardan, Başkurt'lardan, Oğuz’lardanım.
İşte Bilge Tonyukuk, Kültigin, Bilge Kağan,
Hepsi birbirinden daha mübârek:
İşte Dede Korkut, kaftanı ipek.
Ve Yusuf Has Hacib, Mahdum Kulu, Fuzuli,
Sonra Kaşgarlı Mahmud gönlüme düsen cemre,
Ali Şir Nevai, Gaspıralı İsmail...
Şiiri bir bakraç süt gibi Yunus Emre.
Cengiz Aytmatov ki, Cengiz Dağcı ki,
Ayın on dördünden sağılan huzur.
Sâbir Rüstemhanlı... Ruh kadar eski
Ve daha binlerce nur üstüne nur.
Servetim Buhari'nin, Yusuf Hemedani'nin,
Ahmet Yesevi'nin nur servetinden,
Güzelliğim, merhametim, şefkatim,
Hep Şah-ı Nakşibent Hazretlerinden.
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
TÜRK DEVLET VE TOPLULUKLARI ARASINDAKİ
DOSTLUK, KARDEŞLİK VE İŞBİRLİĞİ.
Prof. Dr. SULTAN MAHMUT KAŞGARLI
Bilindiği gibi eski devirlerden günümüze kadar Türk milletine mensup devlet ve topluluklar ne zaman aralarındaki dostluk, kardeşlik ve işbirliğine önem vermişlerse kalkınmış, kuvvetlenmiş, refah ve huzur içerisinde yaşayabilmişlerdir. Ne zaman da Türk milletinin, Türk devletlerinin birlik, beraberlik ve kardeşçe dostluğunu bozmak, onları parçalamak ve birbirine düşürmekten çıkar sağlayan yabancı şer güçlerin kışkırtmalarına kanarak, birbirleriyle çatışmış, dostluk, kardeşlik ve işbirliği yerine birbirlerinden uzaklaşmış, dostluk ve işbirliğinden ibâret ortak çıkarlarına itibar etmeyerek, şer güçlerin hileli oyunlarına gelmişlerse büyük felaketler içerisine sürüklenmiş ve târifsiz büyük acılar çekmişlerdir.
Türk dünyasına mensup Türk Devlet ve Toplulukları binlerce yıllık tarihinin büyük ve önemli bir kısmında dostluk, kardeşlik ve işbirliğine çok önem vermiş ve böylece güç-kudret kazanmış, Türk milletini parçalayarak onları esâret altına almak isteyen şer güçlerin üstesinden gelmişlerdir. Bu binlerce senelik tarihin Türk Milletine, Türk Devlet ve Topluluklarına verdiği çok önemli tarihî ders ve tecrübedir.
20. yüz yılın son on yılında dünyada büyük bir değişim ve gelişim cereyan ederek komünizm çökmüş, eski Sovyetler Birliği dağılmış, neticede Türkistan’da ve Kafkaslarda bağımsız Türk Devletlerinden Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ve Tacikistan Cumhuriyetleri meydana gelmiştir. Bu bağımsız Cumhuriyetler Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere yüzlerce devlet tarafından tanınmış ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı gibi birçok milletlerarası kuruluşlara üye olarak katılmışlardır. Bu yeni gelişim Türk Dünyasını çok sevindirmiş ve gururlandırmıştır.
Atatürk ilkelerine uygun olarak Türkiye Cumhuriyeti, bu bağımsız Türk Devlet ve Topluluklarıyla dostluk, kardeşlik ve işbirliğini geliştirmiş ve bu doğrultuda önemli adımlar atmış ve yeni kurulan bu devletlere siyasî, ekonomik ve kültürel bakımdan yardım elini uzatmış ve yakın dostluk ilişkileri kurmuştur. Bu ilişki ve faaliyetlerin bir halkası olarak yılda bir defa Türk Devletlerinin başşehirlerinde gerçekleştirilen Türk Devletleri Devlet Başkanlarının zirve toplantısı yapılmıştır. Ayrıca; Türk Devlet ve Topluluklarının senede bir defa Türkiye'de gerçekleştirilen Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı'nın düzenlenmesine destek vermiştir. Türk devletleri Devlet Başkanlarının şimdiye kadar gerçekleştirilen 8 zirvesi ve Türk Devlet ve Topluluklarının 9 defa yapılan kurultayları ve bu istikamette yürütülen bir çok çalışmalar neticesinde Türk Devlet ve Toplulukları arasındaki dostluk, kardeşlik ve işbirliği kuvvetlenmiş, bu Türk devlet ve topluluklarının siyasî, ekonomik ve kültürel bakımdan gelişmesine ve yükselmesine önemli katkılar sağlanmıştır. Son yüzyıllardan beri birbirinden ayrı kalan, zaman zaman irtibatları kesilen, bir araya gelmeleri engellenen Türk boyları arasındaki ilişkilerde büyük bir gelişme ve canlılık ortaya çıkmıştır. Neticede aynı kökten gelen, aynı tarih ve aynı kültürü paylaşan Türk boyları arasında kültür bakımından birbirlerine daha çok yakınlaşma, ortak kültür miraslarına ortak sahiplenme ve birlikte kalkınma süreçleri hızlanmıştır.
Bu süreç Türk devlet ve topluluklarını parçalamak suretiyle onları kendi kontrolünde tutarak çıkar elde ede gelen veya böyle bir niyetleri olan devlet ve çevrelerin yönetimlerini tedirgin etmiş ve onları telaşlandırmıştır. Onlar elinden gelen çare ve tedbirlere başvurarak, bu dostluk, kardeşlik ve işbirliğini ortadan kaldırmak için büyük çabalar göstermişlerdir ve göstermeye devam etmektedirler.
Çin’in insiyatifinde, Rusya Federasyonunun tasarımıyla 1997'de oluşturulan Şangay İşbirliği Teşkilatı’nın büyük hedeflerinden biri de Türk devletleri Devlet Başkanları Zirvelerinin gerçekleşmesini, Türk devlet ve topluluklarının dostluk, kardeşlik ve işbirliğinin kuvvetlenmesini önlemek ve onu ortadan kaldırmaktır.
Kısacası Şanghay İşbirliği Teşkilatı, üye devletleri arasında ekonomik işbirliği ve güvenliği korumak maksadı ile kurulmuş olsa da gerçek hedefi Rusya ve Çin'in Asya’nın orta kesimlerindeki çıkarlarını garanti altına almak, Türkistan Türk Cumhuriyetleri ve Türk bölgelerini kendi kontrolü altında tutmak, A.B.D, NATO, ve Avrupa Birliği’nin Türkistan ve Kafkaslar üzerindeki etkisini önlemek, yeniden canlanmakta olan Türk Dünyasının birlik, beraberliğinin önünü kesmek ve Doğu Türkistan halkının hürriyet ve bağımsızlığını kazanmasını engellemek maksadıyla kurulmuştur. Bu teşkilat kurulduğu ilk günlerde ekonomik işbirliği örgütü şeklinde kurulmuşsa da, o yavaş yavaş genişleyerek NATO’ya karşı Eski Varşova teşkilatı gibi siyasî ve askerî güç birliği teşkilatına dönüştürülmektedir. Teşkilata; bugün Türk Cumhuriyetlerinden Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan ve halen Çin Halk Cumhuriyetine bağlı Uygur bölgesi (Doğu Türkistan) ile sınırdaş olan Tacikistan Cumhuriyeti üye olmuş durumdadır. Bu ülkelerin bazıları Doğu Türkistan’daki kardeşlerinin çekmekte olduğu zulüm ve haksızlıklara karşı barışçı yollarla tepki göstermesini kısıtlamakta ve engellemektedir.
Çin Halk Cumhuriyeti Komünist yönetimi Türk Devlet ve Topluluklarının Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Kurultaylarını ‘Pantürkizm Kurultayı’ olarak algılamakta ve bu kurultaylara kendi idâresi altındaki Doğu Türkistan Türkleri başta olmak üzere 35.000.000 Müslüman Türk halkının yaşadığı Doğu Türkistan’dan temsilci gönderilmesine izin verilmemektedir. Çin Komünist Partisi İli Kazak Oblastı Parti Komitesinin ‘Panislamizm ve Pantürkizmin Zehirlerini Temizleyelim’ isimli kitabının ikinci sayfasında ‘Pantürkizm 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan bir çeşit karşı devrim akımıdır. Kırımlı İsmail Gaspıralı ilk Pantürkist idi. O, Türkleri dil, fikir ve işte birleşmeye çağırdı. O’nun parolası bütün Türkleri, mânevî olarak dilde, fikirde ve işte birleştirmekti.’ denilmektedir. Burada Çin yönetimi Türk Devlet ve Topluluklarının dostluk, kardeşlik ve işbirliğinin hedeflerini çarpıtmakta ve Türk Devlet ve Topluluklarının Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği kurultaylarına karşı olduklarını açık bir şekilde ifade etmektedir.
Bugün Şangay İşbirliği Teşkilatı’na üye olan Türk Cumhuriyetlerinden Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan Cumhuriyetleri Çin'in siyâsî yöndeki baskısı, iktisâdî yöndeki aldatma politikasının etkisi altında, Çin Komünist hâkimiyetinin terörizme karşı mücâdeleyi bahâne ederek Doğu Türkistan'daki Türklerin insanî hak-hukuk ve demokratik isteklerine karşı yapmakta olduğu katliam ve yoğun biçimdeki asimilasyon politikalarını görmezlikten gelmektedir. Ve hatta kendilerine sığınan Uygurları Çin'e teslim etmektedir. Çin yönetimi ise iade edilen Uygurları öldürmektedir. Çin komünist hâkimiyeti asimilasyon ile katliam siyâsetini uygulamak suretiyle Uygur Türklerini Çinlileştirerek tarihten silmeyi hedeflemekte ve bu zorbalık siyâseti için Türk Cumhuriyetlerini de âlet etmeye çalışmaktadır.
Tarihte Göktürk, Uygur, Karahanlı imparatorluklarının hüküm sürdüğü topraklardan sayılan ve Türk kültürünün altın beşiği Yusuf Has Hacip ve Kaşgarlı Mahmut’ların ana vatanı olan Doğu Türkistan, bugün Çin komünist yönetimi altında çok acı bir durumdadır. Çin Komünist yönetiminin yürütmekte olduğu katliam ve asimilasyon politikasının neticesinde tarihte görülmemiş facialar yaşamaktadır. Doğu Türkistan'da Çin makamları Türklere doğum kontrolü uygulamaktadır. Çin göçmenleri, karıncalar gibi Doğu Türkistan'a akın ediyorlar. Doğu Türkistan'ın zengin yeraltı-yerüstü zenginliklerinin Çin sömürgecileri tarafından yağmalanarak Çin'in iç bölgelerine götürülmesi, bu zenginliklerden Doğu Türkistan halkına azıcık da olsa pay verilmemesi, Doğu Türkistan halkının en minimum insanî hak-hukuklarından mahrum kılınarak robot köleler durumuna düşürülmesi, çift dil maarif sistemi ile Uygur Türkçesinin eğitim sahasında kullanılmasının sınırlandırılması, Uygur Türklerinin kültürü, dînî inançlarına karşı yürütülmekte olan hücum ve kampanyalar Doğu Türkistan'daki siyâsî istikrarsızlığın temel sebeplerindendir. Doğu Türkistan'daki Uygur Türklerine yapılan bu zulüm ve asimilasyon politikasını durdurarak, Doğu Türkistan Türklerinin tarihten silinmesini önlemek yalnız Doğu Türkistan Türklerinin değil, bütün dünyadaki hürriyet ve demokrasi prensiplerine saygılı ülkeler ve halkların, özellikle Türk Dünyası ile İslam Dünyasının tarihî sorumluluğudur.
İnsanlık aleminin, demokrasi ve insan haklarına saygılı ülkelerin özellikle Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere Türk Dünyasına mensup Devlet Topluluklarının, Doğu Türkistan Türklerine yardım elini uzatmalarını istirham ediyorum. Bu onların hem kardeşlik hem de insânî görevidir. Ve yine Türk-İslam dünyası problemlerinin çözüm merkezi olan Türkiye Cumhuriyeti devletimiz için birkaç teklif ve önerilerimi sunuyorum:
1- Devlet büyüklerimizin, Türk Devletleri Devlet Başkanları Toplantısına süreklilik kazandırılması konusunda çaba harcamaları,
2- Kurultayların yer yıl veya iki yılda bir yapılmasına zemin hazırlanması,
3- Türk Devlet ve Toplulukları kurultayına akademisyenler, yazarlar, şairler gibi fikir adamlarından başka Türk Devlet ve Topluluklarından Bakan seviyesindeki yetkililerin katılmasının sağlanması,
4- Kurultayda alınan tavsiye ve kararların gerçekleştirilmesi için çalışılması,
5- Türkiye Cumhuriyeti'nin Türk Dünyasından Sorumlu Devlet Bakanlığı’na bağlı Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü'nü biran önce kurarak Türk Dünyasını çeşitli yönleriyle araştırması ve araştırma sonuçlarının Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devletlerinin üst düzey yönetimlerine sunulmaları ve Türk Dünyasının birlik, beraberlik içerisinde kenetlenmesini sağlamaları…
(Eylül 2006 tarihinde Onuncu Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk Kardeşlik İşbirliği Kurultayı’na sunulan bildiridir.)