KAŞGARLI MAHMUT
OĞUZ ÇETİNOĞLU
Vefatından 1.000 yıl sonra bile, adına medhiyeler yazılacak kadar büyük bir dilci, araştırmacı ve derlemeci olan Kaşgarlı Mahmud, yaşadığı döneme göre düşünüldüğünde olağanüstü gayretle muhteşem bir eser hazırlayan büyük bir bilgedir. Yazmış olduğu Dîvânu Lugat-it Türk adlı muazzam eser, O’nun haşmetini kavramak için yeterlidir. O, büyük bir Türk milliyetçisidir. Tam adı Mahmud bin Hüseyin bin Muhammed’dir. O bir Türklük aşığıdır. Türk’ü Türk’e sevdirmeyi gaye edinmiştir. Türk millî kültürünü korumakla yetinmemekte, Türk’ü Arap’a, Acem’e ve Arap dilinin hâkim olduğu coğrafyalara tanıtmak için çalışmış yalnız söz hazinemizin güzelliğini vermekle kalmamış, zengin Türk sözlü medeniyetini dünyaya tanıtmak ve öğretmek istemiştir.
Kaşgarlı Mahmud; Türk dili, Türk kültürü, Türk kimliği hakkında yazmış, dilimizin ses, biçim, kelime ve dilbilgisi kaide ve özelliği hakkında eşsiz bilgi sunmuştur. İslâmî ilimlerde güçlü bir dil olan Arapça ile edebî ilimlerde kuvvetli bir dil olan Farsçaya karşı Türkçeyi savunmuş ve Türkçenin onların gerisinde kalacak bir dil olmadığını ispat etmiştir.
Doğum târihi kesin olarak bilinmemekte, 1029 – 1038 arasında bir yıl olabileceği belirtilmektedir.
Künyesinden, Kaşgar şehrinde doğduğu anlaşılıyorsa da Kırgızistan Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan Barsgan şehrinde doğduğuna dâir kayıtlar vardır. Barsgan şehrinin o günkü adı ‘Ordukent’tir. Ordukent, Türk idâre yapılanmasında ‘han’ veya ‘kağan’ olarak anılan hükümdârın oturduğu şehirdir. Şehir, Issık Göl’ün güneydoğusundadır. Babasının bu şehrin üst seviyedeki idârecilerinden biri olduğu bilinmektedir. Başka bir kaynakta O’nun Kaşgar’a 45 kilometre uzaklıktaki Opal şehrinde doğduğu, tahsil hayatına Opal’de başladığı, gençlik yıllarında Kaşgar’da yüksek sınıftan aile çocuklarının devam ettiği Medrese-i Hamidiyye ve Medrese-i Sâciyye’de okuduğu ve çok iyi bir eğitim aldığı bilgilerine rastlanmaktadır. Döneminin bütün klasik ilimlerini öğrendi.
Kitabının Abbâsî halifesine sunuş kısmında kendisini ‘Türk kavminin soyca en köklü kişisi, Türk ilinin coğrafyasında geniş bir alana yayılmış Türk toplulukları arasında yıllarca dolaşıp bunların her birinin ağızlarını yakından inceleyip öğrenmiş, Türk dili üzerinde çok derin ve engin bilgi sâhibi olmuş bir kimse’ diye takdim eder. Türklerin ahlâk anlayışını örf ve âdetlerini, Türkçenin Hakaniye, Oğuz, Kıpçak, Argu, Çiğil, Kençek ve Uygur şiveleri yanında Arapça ve Farsçayı da biliyordu.
Yaşadığı devir için mühim bir meziyet sayıldığından mükemmel surette silâh kullanmayı da bildiğini ilâve ederek yüksek sınıftan bir kimseye yaraşır savaşçılık terbiyesini almış olduğunu belirtir. Diğer taraftan bir münâsebet düşürerek ailesinin ülkede ‘emîrler’ olarak tanındığını söylemekte ve Sâmânoğulları hâkimiyetindeki yerlerin fâtihi sıfatıyla andığı ceddinin ismini de vermektedir. ‘Nasr Tigin’ olarak okunabileceği düşünülen bu şahıs, Mâverâü’n-Nehr ve Buhara fâtihi Nasr İlig Han (Arslan İlig Nasr b. Ali) olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kaşgarlı’nın atalarından biri, 992’de Sâmânoğulları’nın merkezi Buhara’yı fetheden Hârun Buğra Han (Ebü’l-Hasan Hârun Kılıç Buğra Han b. Süleyman)’dır. Kâşgarlı Mahmud’un babası Hüseyin b. Muhammed de O’nun üçüncü göbekten torunudur. Ataları ile alakalı başka bilgilere de rastlanmaktadır. Şurası muhakkaktr ki, Kaşgarlı Mahmud, Karahanlı hükümdar sülâlesine mensup, asil bir kişidir.
Bağdat’a nasıl geldiği sorusunun cevabı olarak ileri sürülen bilgilerin genel kabul görmüş şekli şöyledir: Karahanlı hükümdar ailesinde taht kavgası çıkmış, saray mensuplarının bir kısmı öldürülmüştür. Kaşgarlı Mahmud, kaçmak suretiyle ölümden kurtulduktan sonra, 10 yıl müddetle komşu Türk ülkelerinde dolaşır. Bu dolaşma sırasında incelemeler yapar ve yazmayı düşündüğü eser için bilgi toplar. 1072 yılında Bağdat’a gelir ve Abbasi Devleti’ne sığınır. O’nun sığınma talebinde bulunmasının kişiliğine yakışmayacağı gerekçesiyle kabul edilemeyeceğini iddia edenler de vardır. İddia sâhipleri, Kaşgarlı’nın taht kavgalarıyla devam eden huzursuz bir hayat yerine, ilmî çalışmaları tercih ettiğini belirtirler ki, Kaşgarlı Mahmud’un yüksek karakteri göz önünde bulundurulduğunda kolayca reddedilmesi mümkün olan bir bilgi değildir.
1074 yılında eserini tamamladıktan sonraki hayatı, Kaşgar’a ne zaman döndüğü de kesin olarak bilinmemektedir. Şurası muhakkaktır: Kaşgarlı Mahmud, 11. yüzyılda yaşamış, Türk dilinin ilk sözlüğü olan Dîvânü Lugati’t-Türk isimli eserin müellifi ve en eski Türk dili araştırmacısıdır. Türk dilinin bütün lehçelerini, Farsça ve Arapçayı çok iyi bilen, tıp, felsefe, sosyoloji, dilbilgisi ve İslâmi bilgilere tamâmen vâkıf âlimdir. Eserini, Türkçenin Arapça kadar zengin ve ifâde kabiliyeti yüksek ve zengin bir dil olduğunu ispat atmak maksadıyla yazmıştır.
O, insan topluluklarını millet hâline getiren en önemli unsurun ‘dil’ olduğunun şuurundadır. Bunu şu sözlerinden anlıyoruz: ‘En arı, doğru dil, ancak bir dil bilip Farslarla karışmayan ve yabancı ülkelere gidip gelmeyen kimselerin dilidir.’ Türkçe hassasiyetini; ‘İki dil bilen, şehirlilerle düşüp kalkan kimselerin dili bozuktur. Kençekler, Soğdlar ve Argular gibi boylar iki dil konuşurlar’ cümlesiyle, dil konusundaki derin bilgisini de ‘Gezgin olarak yabancılara karışanlar da Hotan ve Tübüt halkı ile Tangutların bir kısmıdır. Bunlar Türk iline sonradan gelmişlerdir’ sözleriyle ortaya koyuyor.
Doğum târihi gibi, vefat ettiği târih de bilinmemektedir. Mezarı 1983 yılında Opal’in Azak Köyü tepeside bulunmuş, mükemmel bir şekilde inşa edilerek gösterişli bir külliye hâline getirilmiştir.
Kaşgarlı Mahmud, hayatı hakkındaki bu bilinmezlikler ve çok müstesna bir eserin müellifi olması sebebiyle Doğu Türkistan, Özbekistan, Kırgız, Türkmenistan ve Kazakistan Türkleri arasında paylaşılamamaktadır. Kaşgarlı Mahmud’un doğup yaşadığı Karahanlılar Devleti’nin halkı, çeşitli Türk boylarından meydana geliyordu. Kaşgarlı’nın bu boylardan hangisine mensup olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Eserinde kullandığı Türkçenin Barsgan ve Issık Göl çevresinde yaşayan Tuhsi (Türkeş) ve Yağma Türklerine ait olduğu, soy mensubiyetinin de bu bölgede aranması gerektiği belirtilmektedir.
Kâşgarlı Mahmud’un hayat hikâyesinin çok yetersiz kalışına mukabil seçkin şahsiyet ve müstesna hüviyetini büyük eseri Dîvânü Lugati’t-Türk ile anlamak mümkün olmaktadır. Hayatına istikamet ve mâna vermiş olan, meydana getirebilmek için uğrunda, ‘yıllarca birçok güçlüklere göğüs gerdim’ dediği bu büyük çalışmanın arka planındaki itici gücü, kendisini yalnız çağının değil sonraki zamanların dilci ve âlimlerinden daha farklı kılmış yüksek idealini, tek başına bu eseri yansıtır.
Kâşgarlı Mahmud’un 1057’de ülkesinden ayrıldıktan sonra Bağdat’a gidinceye kadar on-on beş yıl devam ettiği hesaplanan devre içinde Türk boylarını bir bir dolaşarak gerekli malzemeyi toplamış olduğuna muhakkak nazarıyla bakılmaktadır.
Önsözünde belirgin şekilde görüleceği üzere Türk dilinin Arapça karşısındaki değer ve durumunu tâyin etme, bir bakıma Arapça karşısında Türkçe’nin savunmasını yapma fikrini de güden eserinde, Karahanlı ve Mâverâü’n-Nehr kültür merkezlerindeki medreselerde Arapça’nın yüksek tedris dili oluşu, devrin âlimlerinin eserlerini bu dille meydana getirmesi sebebiyle doğmuş bir tepkinin mevcudiyeti hiç hatıra gelmemiştir. Arapçanın bu üstün durumunun Kâşgarlı’da ana dili Türkçenin yüceltilmesi duygularını dâvet etmiş olması her zaman düşünülebilecek bir ihtimaldir. Ana dilinin yüceliği, O’nun Arapça ile at başı yarışacak güçte olduğu inancında kendini hissettiren düşüncenin kaynağını bu kültür merkez ve muhitlerinde müşâhede ettiği Arapçanın hâkimiyetinde aramak, Kâşgarlı’yı ve Dîvânu Lugati’t-Türk'e vücut veren ilhamı belki daha iyi teşhis etmeyi sağlayacaktır. Amatörce bir merak ve basit bir pratik maksadın dar çerçevesine sığmayacak çapta olan bu eser, 11. yüzyılda İslâm dünyâsının idrak etmekte olduğu bir Türk çağının getirdiği inanç ve ihtiyacın mahsulü olma hüviyetini taşır. Dîvânu Lugati’t-Türk, Büyük Selçuklu çağı Türklüğünün idâresi ve önderliğinde bütün bir Müslüman âleminin Türk asrını yaşamakta olduğu psikolojik hissî zemin içinde hazırlanmış bir eserdir. Her yönden dikkat çekici ve bu büyük dilcinin düşünce sisteminin bir aynası olan önsözü, sahasında asırlarca başka hiçbir telifin yerini alamadığı bu âbidevî çalışmayı doğuran ülküyü devrinin psikolojisi içinden yansıtır.
Türk filolojisinin çözüme bağlanamamış meselelerinin çözülmesine kazandırdığı fevkalâde yardım başta olmak üzere Türk kültür ve medeniyet târihinin çeşitli konularının tetkikine imkânlar getiren eseri Kâşgarlı Mahmud’a Türkoloji târihinde müstesna bir yer açmıştır. Türkoloji’de ufuk genişletici bir rol üstlenen eseri O’nu günümüzde daha da artan bir değer ve itibarın sâhibi kılmaktadır.
DÎVÂNU LUGATİ’T-TÜRK
Prof. Dr. SULTAN MAHMUT KAŞGARLI
Türk dilinin ilk sözlüğü olan Dîvân-u Lugati’t-Türk, Karahanlılı Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072 yılında Türkistan’da yazılmaya başlamış ve1075 yılında Bağdat’ta bitirilmiştir. Eser tamamlandıktan sonra kendi yazması olan ilk nüshası Bağdat’ta Abbasilerin 27. halifesi Ebulkasım Abdullah Muktedi Binemrullah’a takdim edilmiştir.
Bugün elimizde bulunan yazma nüsha, Kaşgarlı Mahmud’un kendi yazma nüshâsı değildir. O’nun ölümünden 191 yıl sonra 1266 yılında Şamlı Mehmed adında bir hattat tarafından aslından çoğaltılmış (istinsah edilmiş) tek kopyadır. Türkçemizin en değerli ürünü olan bu tek nüsha, İstanbul Millî Kütüphânesi’nde bulunmaktadır.
Dünya üzerinde tek kopyası olan bu eser kültürümüzden tam kopmak üzereyken tesâdüf neticesi ona sahip çıkan değerli isanlar tarafından milletimize, insanlık âlemine kazandırılmıştır.
1910 yılında İstanbul’da dönemin asil ailelerinden bir kadın sahaflar çarşısından kitapçı Burhan Bey’e gelerek, bir yazma kitabı 30 liraya satmak ister. Burhan Bey’de kitabı alıp hemen Millî Eğitim Müdürlüğü’ne götürür. Kitabın değerli bir eser olduğunu ve sâhibinin otuz sarı lira istediğini söyler. Millî Eğitim yetkilileri ‘ne olduğu belirsiz bir kitaba avuç dolusu para veremeyeceklerini’ söyleyerek Burhan Bey’i uğurlarlar. Burhan Bey bu işten vazgeçmez ve kitabı, Fatih Millet Mütüphânesi’nin kurucusu ve ilk müdürü olan Ali Emiri Bey’e gösterir. Ali Emiri Bey kitabı inceledikten sonra kitapçıyı dükkânına kilitleyerek hemen dışarıya fırlar ve tanıdık tanımadık herkesten para toplamaya başlar. Sonunda borçlanarak da olsa parayı denkleştirir ve kitabı önce kültürümüze sonra da Fâtih Millet Kütüphânesine kazandırır.
Dîvânu Lugati’t-Türk ilk defa sadrazam Talat Paşanın emriyle 1915 yılında elde bulunan tek kopyayı korumak maksadıyla, öğretmen Kilisli Rıfat Bey’in denetiminde tıpkı basımı yapılarak çoğaltılmıştır.
Türk diline büyük emekleri geçmiş Besin Atalay tarafından yarıda kalmış tercümeler toplanarak Türkiye Türkçesine çevrilip 1940 yılında ilk iki cildi 1941’de, son cildi ve Tıpkı Basım olarak dört cilt hâlinde neşredilmiştir. Sonraki yıllarda eserin yeni baskıları yapılmış, hakkında bilgi veren kitaplar yayınlanmıştır.
***
Dîvânu Lugati’t-Türk her şeyden önce Türkçe Arapça bir sözlüktür. Fakat Kaşgarlı Mahmud basit bir sözlük yazmakla yetinmemiştir. O, üstün bir milletin mensubu olduğuna inanan, gönlü Türklük sevgisiyle dolu, zihni Türk Milletinin ve çeşitli Türk Boylarının, Türkçenin ve çeşitli kollarının, Türk düşüncesinin ve yaşayış tarzının, Türk efsâne ve destanlarının, nihâyet Türk ülküsünün bilgi ve sevgisi ile donanmış bir Türk milliyetçisi idi. Bütün bu duygu, sevgi, bilgi, inanç ve ülkü Kaşgarlının eserine aksetmiştir. ve Dîvânü Lügati’t-Türk'ü basit bir sözlük olmaktan çıkararak o zamanki ‘Türklük bilgisinin el kitabı’ hâline getirmiştir. Bunun içindir ki Kaşgarlı Mahmud'u ‘Türkolojinin kurucusu’ olarak kabul etmek gerekmektedir.
Divandaki gramerle ilgili notları dolayısıyla Kaşgarlı Mahmut aynı zamanda ilk Türk gramercisidir.
Eserde Türk Boylarının ağızları üzerinde de müşâhade ve derlemelere dayanan tespitler ve mukayeseler vardır. Bu açıklamaları dolayısıyla Kaşgarlı Mahmud Türk ağız ve şive araştırmalarının ilk diyalektologdur ve mukayeseli dil bilminin temelini atan büyük dil bilginidir.
Kitapta, Türk boyları, ülkeleri, Türklerin adâlet anlayışı ve ananeleri, çeşitli destan ve efsaneleri hakkında zengin bilgiler vardır. Kelimeler için verdiği örnek cümleleriyle hem Türklerin o zamanki yaşayış tarzlarına ışık tutar, hem de Türk cümle yapısı üzerindeki çalışmalara imkân hazırlar.
Dîvânu Lugati’t-Türk’de bütün kelimeler örneklendirilmiştir. Örnekler arasında şiirler ve atasözleri de vardır. İşte bu sebeple Dîvânu Lugati’t-Türk Karahanlı Türk edebiyatının da mühim bir eseridir. Divandaki şiirlerin yazılış târihleri hakkında herhangi bir kayıt yoktur. Pek çoğunun birkaç yüzyıldan beri söylenegeldiği tahmin edilmektedir. Alper Tunga’ya ait dörtlükler herhalde Türk şiirinin en eski örnekleri olarak kabul edilmesi gerekir. Gerek Divan’da, gerek Kutadgu Bilig’de şehnâmedeki Efrasiyabların aynı şahıs olduğu belirtilen Alp Er Tunga M.Ö. 626-624’te öldürülmüştür. Bu destanın şahsiyetin ölümünden sonra söylenen mersiyenin M.S. 11. Yüzyıla kadar gelmesi son derece ilgi çekicidir. Bu dörtlükleri her halde Türk destanının parçalarından saymak lâzımdır.
Dîvânü Lugati’t-Türk’teki şiirlerde görülen kelime grupları ve cümle şekilleri Karahanlı devri dil özelliklerini göstermektedir.
Türk şiirinin en eski örneği olan Alper Tunga hakkındaki dörtlüklerde bu büyük Türk kağanının ölümü üzerine duyulan üzüntü ve ardından yapılan ‘yog’ töreni derin, canlı, veciz ifadelerle anlatılmıştır.
Divandaki dörtlüklerde ikinci derecede önem taşıyan konu bahardır. Baharın gelişi ve tabiatın canlanışı fevkalâde renkli ve coşkun bir uslûpla anlatılır.
Türk halk şiirinde atışma ve dedim-dedi tarzlarının en eski örnekleri de Dîvan’daki dörtlükler arasındadır. ‘Aydım’ ve ‘Aydı’ kelimeleriyle başlayan bu dörtlüklerin konusu aşktır. Atışma ise iki dörtlükten ibârettir.
DEDİM-DEDİ
Aslı Metin Türkiye Türkçesi Karşığlığı
Aydum angar sevük, Dedim: sevgilim,
Biznitapa nelük, Bize nasıl geldin?
Keçtin yazı kerik, Ovaları nasıl geçtin?
Kırlar ediz bedük. Tepeler yüksek, büyük.
Aydı: senin udu, Dedi: senin için,
Emgek telim ıdu, Çok zahmetler çektim,
Yumşar katığ udu, Katı dağlar yumuşadı,
Könglüm sanga yüğrük. Gönlüm sana yüğrük.
Büyük bir kültür hâzinesi olan Dîvanın içerisine aldığı mühim kültür kelimelerinin izahı vesilesiyle başvurduğu ata sözleri, mersiye, destan, hikmetler Türk halk edebiyatına ait olan hem de Halk edebiyatı ile klasik edebiyat arasında köprü vazifesini gören edebî miraslardandır.
Eski Türk şiirine ait olan bu parçaların nereden alındığı, maalesef eserde açıklanmamıştır. Yalnız ‘Çuçu’ adlı çağın orta Asya sâhasında ünlü bir şairin varlığına işâret edilmesi de unutulmamıştır. Bu şâirin dili herhalde Dîvan’ın önemle üzerinde durduğu ve târif ettiği Hakaniye Türkçesi olmuştur.
Türk kolklor ve halk edebî yazı antolojisi olarak sayılabilen Dîvan, üçyüze yakın dörtlük şeklinde şiir parçalarını içerisine aldığı gibi aynı sayıda atasözlerine de yer vermiştir.
Kaşgarlı Mahmud eserine bir de harita ilâve etmiştir. Bu ilk Türk cihan haritasıdır. Türklerin oturdukları yerleri ve komşularını gösteriyor. Bu haritada merkez o zamanki Türk Başşehri Balasagun’dur. Balasagun merkez olmak üzere çizilen geniş dâirede, dağlar kırmızı, denizler yeşil, çöller sarı, ırmaklar mavi çizgilerle gösterilmiştir.
Türklerin oturduğu bölgeler ya boy adlarıyla veya şehir adlarıyla itinalı bir şekilde belirtilmiştir.
Hunlar ve Göktürkler zamanında harita çizildiğini biliyoruz. Doğu Türkistan’a ait iki eski Türk haritası daha vardır. Fakat Kaşgarlı Mahmud’un çizdiği ve Türk dünyasını, Türklerin yayıldığı bölgeleri gösteren ilk ve en değerli harita budur.
Bu bakımdan bu eser Türk milletinin kültür ve târihinin zengin bir hazînesidir ve Türk milletinin ansklopedik şaheseridir.
Dîvânu Lugati’t-Türk, Türk milletinin târihi, dili, edebiyatı, folkloru, yaşadığı coğrafî bölgeleri, Türk milletinin tebâbet ilmi, gelenek-görenekleri hakkında geniş bilgiler ihtiva eden âbide eserdir.
Uygur Türkleri Kültürü ve Türk Dünyası: s: 119-127 Çağrı Yayınları, İstanbul 2004 (Özetlenerek iktibas edilmiştir)