Türk Ocakları (eski) Genel Başkanlarından Hukukçu, Fikir Adamı ve Yazar 

NURİ GÜRGÜR Beyefendi ile REFERANDUM Hakkında Konuştuk.  

Oğuz Çetinoğlu: 16 Nisan 2017’de yapılacak ‘Anayasa Referandumu’ hakkındaki genel bir değerlendirmenizle röportajımıza başlayabilir miyiz? 

Nuri Gürgür:16 Nisan’da Türkiye’nin hem bugünü hem de geleceğini belirleyecek nitelikte târihî önem taşıyan bir referandum (halk oylaması) yapılacak. Sandıktan  ‘evet’ çıkması durumunda, 130 yıllık geleneği olan parlamenter sistemin yerine başkanlık sisteminin kapıları açılmış olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifâdesiyle, 16 Nisan bir  ‘kırılma noktası’dır. Referandumun sonucu ne olursa olsun siyâsette taşlar yerinden oynayacak, siyâsetin seyri değişecektir. 

Çetinoğlu: Nelerle karşılaşılacağı hakkındaki düşüncelerinizi lütfeder misiniz?

Gürgür: Her açıdan büyük önem taşıyan sistem değişikliği konusu, gerek Meclis’te gerekse kamuoyunda yeterince tartışılmış değil. Sandıktan ‘evet’ çıkması durumunda, değişiklik metninde ciddî problemler doğuracak boşluklar mevcut. Nitekim tecrübeli bir hukukçu olan Cemil Çiçek, Başbakan Yıldırım’ın eski bakanlarla yaptığı toplantıda bu düzenlemenin hem zamanlaması hem de içeriğinin yanlış olduğunu söyledi. 

Eski bakanlardan Nimet Baş da aynı toplantıda  bütün yasa ve anayasa çalışmalarımızı daha fazla demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve evrensel değerlerden yola çıkarak yaptık. Geçmişte ortaya koyduğumuz anayasa metinleri büyük tartışmalarla sonuca vardı; komisyonlar kuruldu, günlerce müzâkere edildi. Şimdi yenicumhurbaşkanlığı sistemi olarak ortaya konulan metnin içeriğinde ciddî sakıncalar var, yanlışlar var. Daha iyi bir metin hazırlanabilir ve halkın önüne getirilebilirdi’ sözleriyle endişelerini belirtti. 

Bu tarz eleştirilerin iktidar partisinin içinden yapılmakta oluşu yeni sisteme ilişkin kaygıların sâdece siyâsî muhalefetten kaynaklanmadığını, endişelerin toplum nezdinde bir tabanının olduğunu gösteriyor. 

Çetinoğlu: Hayır’ oyu vereceklerin dışlanması ve hattâ suçlanması meselesi var…

Gürgür: Cumhurbaşkanlığı sistemini savunanlar, kampanya süresince 18 maddenin hukukî ve idarî yönden açıklamasını yaparak, eleştirileri cevaplamaktan çok toplumun duygularına hitap ederek psikolojik bir baskı oluşturarak milletimizin terör ve terör örgütlerine olan tepkisinden yararlanarak seçmenin desteğini temine çalıştılar. Oysa anayasalar, bir ülkenin hukuk devleti olması demokrasinin güçlenmesi, beynelmilel değerlerin benimsenip hayata yansıtılmasını sağlayan, hukuku kurumsallaştıran en etkili dayanaktır. 

Referandumda ‘evet’ oyu verilmesini isteyenler, seçmeni yeni anayasanın ülkemiz için daha yararlı olacağına ikna etmek yerine, değişikliğe karşı olanları terör örgütleriyle aynı safta ilan ederek tercihleri etkilemek istiyorlar. Bu son derece haksız, yanlış ve sakıncalı bir propaganda taktiğidir. ‘Hayır’ oyu kullanacak milyonlarca vatandaşı, kendi görüşlerine uymadığı için karalayıp kategorize etmeye kimsenin hakkı yoktur. Özellikle varlığını Türklüğün mutluluğu ve yücelmesiyle özdeşleştiren, ülkemize ve devletimize bazıları gibi çıkar ve ikbal beklentileriyle ve midesiyle değil, yüreğiyle ve beyniyle bağlı olan Türk Milliyetçilerine hayatları boyunca mücadele ettikleri terör örgütleriyle aynı safta göstermeye kalkışmak aklın ve vicdanın kabul edeceği bir tavır değildir. 

Aslında bu tarz iddiaların yanlış, haksız ve mahzurlu olduğunu yapanlar da biliyor; söylediklerine kendileri de inanmıyor ama sandıktan ne pahasına olursa olsun, diledikleri sonucu çıkarabilmek için Makyavelist bir anlayışla her yolu meşru sayıyorlar. 

Oysa evet’’i savunanlar, öncelikle sitemin bir hukuk devletinin ‘olmazsa olmazıkonumundaki kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını içerdiğini, başkanın tasarruflarını denetleyen hukuk’ mekanizmanın bulunduğunu, otokratik bir yapılanmanın söz konusu olmayacağını anlatarak, toplumu iknaya çalışmalıydılar.  Böylesi daha doğru ve ahlakî bir tutum olurdu. 

Çetinoğlu: Hayır’ oyu vereceklerin, ‘evet’ oyu için ikna edilmeleri gerekirken baskı altında tutulduklarını söylüyorsunuz. ‘Hayır’ oyu verecekler hangi konularda ikna edilmeliler? 

Gürgür: Referandumda  ‘hayır’ oyu kullanmakta kararlı olanların, getirilmek istenen sisteme ilişkin ciddî endişeleri var; bunlar şu ana kadar giderilmiş değil. 16 Nisan’a günler kala bu endişeler azalmak bir yana, giderek büyüyor. 

Çetinoğlu: O endişeler hangi sebeplerden kaynaklanıyor?

Gürgür: Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinin 12’sini, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 13 üyesinden 6’sını (4+2) tek başına atayan, kalan 7 üyeyi Meclis’teki grubu üzerinden kendisi belirleyecek olan, genel başkan sıfatıyla partisinin milletvekillerini seçip yönlendiren bir başkanın olduğu sistemde kuvvetler ayrılığı değil kuvvetler birliği vardır. 

Dünyada başkanlık sistemini hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı bağlamında en iyi uygulayan, ‘model ülke’ olarak gösterilen ABD’de sistemin nasıl işleğine bakıldığında referanduma sunulan bizdeki sistemin ne kadar aceleye getirildiği, bir hukuk devletinde olmaması gereken yanlışlar içerdiği net şekilde görülebiliyor. 

Bizdekinde; Cumhurbaşkanı tek başına tamamıyla takdirine bağlı kararlarla, hiç bir denetime bağlı olmadan Başkan Yardımcılarını (sayısı belirsiz), bakanları, müsteşarları, genel müdürleri, bakanlıklarda daire başkalarını, valileri, merkez bankası başkanını, Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), Sermaye Piyasası Kurulu) (SPK), Rekabet Kurulu Başkanı ve üyeleri, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) üyelerini, rektörleri tâyin edecektir. 

Bütün bu tâyinlerin usul ve esaslarını başkanın kendisi belirleyecektir. Bütçeyi yapma yani halkın parasını harcama yetkisi Başkan’a ait olacaktır. 

Meclisin elindeki sorgulama ve denetleme anlamına gelen   ‘gensoru’ yetkisi kaldırılmaktadır. İşleri son derece sınırlandırılan, buna karşılık sayısı 600’e yükseltilen milletvekillerine yasa çıkarmak dışında fazla bir rol bırakılmamaktadır. Başka bir ifadeyle, Meclis sembolik, Başkanlık güçlü olacaktır. 

Cumhurbaşkanının meclise karşı sorumluluğu kararı, 2/3 çoğunluk gerektirdiğinden pratikte mümkün olmayacaktır. Kararnameler ve kararlar hukukî muamele acısından  ‘üst değerler’ olacaktır. İkisinin de sadece anayasaya aykırılığı incelenebilecektir. Bu incelemeyi 12 üyesini Cumhurbaşkanı’nın tâyin ettiği Anayasa Mahkemesi yapacaktır. 

Cumhurbaşkanı ülkeyi büyük ölçüde Kanun Gücünde Kararnameler ile yönetecek. Yâni hiç tartışılmadan istişare edilmeden bir kişinin imzasıyla ülkeyi derinden etkileyen düzenlemeler yapılabilecektir. 

Cumhurbaşkanı yetkilerini kullanarak, yerel yönetimlerle ilgili düzenlemeler yapabilir, yeni iller ihdas edebilir, mevcut illerden bir kaçını birleştirerek yeni tüzel kişilikler oluşturabilir; yerel yönetimlerin yetkilerini genişletebilir. Bu bağlamda Türkiye’nin bazı maddelerine çekince koyduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekinceleri kaldırabilir. Valilerin belediye başkanları gibi halk tarafından seçilmesine karar verebilir. Kısacası eyalet sistemine geçiş hususunda kapılar ardına kadar açık olacaktır.

Çetinoğlu: ABD’nin ‘model ülke’ olarak gösterildiğini söylediniz. Orada sistem nasıl çalışıyor? 

Gürgür:  ABD’de Başkanı’nın yetkilerinin bizde getirilmek istenenlerle kıyaslandığında, acınacak derecede sınırlı olduğu görülüyor.  Zavallı Trump Bakanları, Elçileri, Yüksek Yargı Üyelerini, devletin üst düzey yöneticilerini ismen belirliyor; ama Senatonun onayı olmadan bu tâyinler yapılmıyor. 

Geçen hafta Trump’un Amerikan Yüksek Mahkemesi’ne aday gösterdiği yargıç Gorsuch Senato Komisyonunda saatlerce sorgulandı. 

Senatörler soruyor: 

-Seni aday gösteren Başkan’dan bir telkin gelirse ne yaparsın?

Cevap: Hukuk, Başkan dâhil herkesin üstündedir.

Soru: Başkanın yabancılarla ilgili kararnamesini iptal eden yargıçları azarlayan Tweet’lerini nasıl buluyorsun?’

Cevap: Cesâret kırıcı, moral bozucu

Soru: Kuvvetler ayrılğı ilkesi için ne düşünüyorsun?

Cevap: Anayasamızın dehâsı ve en önemli özeliği kuvvetler ayrılığıdır. Eğer erkler birbirine karışırsa, kuvvetler ayrılığının tam tiranlığa (istibdat) dönüşmesinden endişe ederim. Siz mahkemeye geldiğinizde karşınızda katı bir şekilde tarafsız, vicdanen dürüst bir hâkim görmek istersiniz; politikayı bir kenara bırakan hâkim

ABD’deki sistemde başkan daha ziyâde kendisine yakınlık, sadakat ve biat gibi kriterlerle yargıç atamaya kalkışırsa Senato’da ayrıntılı bir inceleme yapıldığından kararını onaylatması mümkün olmaz. Üstelik bu inceleme ve sorgulama TV’ler tarafından yayınlanmaktadır. 

Amerikan halkı devletin varlığının ve bütünlüğünün, huzur ve güvenliğinin en önemli dayanağının yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı olduğunun bilincindedir; bunun zedelenmesine asla izin vermez. Amerikan Başkanının seçilmiş olduğu partisiyle ilişkisi son derecede sınırlıdır, nahiftir. Kongre üyeleri gevşek bir parti disiplini ile hareket ederler dolayısıyla Başkan onların yeniden seçilmesini engelleyemez, yahut dilediğini Kongre üyesi yapamaz. 

Trump geçtiğimiz hafta Temsilciler Meclisi’nde yeterli desteği bulamayan yeni Sağlık Sigortası teklifini çekmek mecburiyetinde kaldı çünkü kendi partisinin milletvekillerini ikna edememişti. 

Çetinoğlu: Türkiyemiz, Milletlerarası ilişkiler açısından endişe uyandıran bir süreçten geçiyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gürgür: Avrupa Birliği (AB) üyesi bâzı Avrupa devletleriyle aramızdaki problemlerin propaganda maksadıyla referandum kampanyasına yansıtılması doğru bir tercih değildir. Bu tutum, gerginliğin giderek artmasına yol açıyor; ilişkiler karşılıklı suçlamalarla çıkmaza giriyor. 

Avrupa ile ilişkilerimizi kesmek, Balkanların ötesine duvar çekmek gibi bir niyetimiz varsa bu üsluba devam edelim. Değilse içi boş hamaseti ve popülizmi bir kenara bırakarak diplomatik kurallar ve reel politik faktörler neyi gerektiriyorsa onu yapalım. Öncelikle dünyadaki ve Avrupa’daki politik, ideolojik ve ekonomik gelişmeleri doğru algılamaya çalışalım.

Avrupa, şu sıralarda giderek yükselen ırkçı, aşırı sağcı yabancı düşmanı radikal dip dalgaların etkisiyle savruluyor. İş başındaki yöneticiler bu dalgalara direnmekte zorlanıyorlar; toplum psikolojisini hesaba katarak rüzgârın estiği yöne yelken açmaya çalışıyorlar. Bir bakıma hem Avrupa’da hem de Trump’un Amerika’sında Huntington’un yıllarca önce öne sürdüğü medeniyetler çatışması kehaneti neredeyse hayata geçiyor. Tek medeniyetin eski Yunan, Roma ve Hristiyan değerleri üzerinde yükselen Batı medeniyeti olduğuna iman eden ortodoks oryantalist anlayış, Batı Dünyasını boydan boya sarıyor; İslamofobi yaygınlaşıyor. Ülkelerinde yaşayan ve çoğunluğu Müslüman olan yabancılar, düşman muamelesi görüyor. El-Kaide ve IŞİD gibi cihadist-radikal İslamcı akımlar mevcut düşmanlığı daha da körüklüyor. 

Türk Ocakları olarak, başından beri AB ilişkilerimizi eleştiriyoruz. Medeniyet ve kültür farklılığımız başta olmak üzere, ekonomik, demografik, sosyal ve jeopolitik bir yığın sebepten dolayı üyeliğimizin asla mümkün olmayacağını yıllarca yazdık, konuştuk. Ama bir hususun da altını önemle çizdik: Türkiye, Avrupa ile ilişkilerini canlı tutmak, devam ettirmek, Avrupa Konseyi gibi kurumlarda yer almak mecburiyetindedir, ihracatımızın yarısından fazlasını Avrupa ile yapıyoruz. Karşılıklı ekonomik, ticarî ve turizm çıkarlarımız, ilmî, kültürel ve sosyal ilişkilerimiz, millî savunma konseptimiz Türkiye ile Avrupa’yı birbirine mecbur kılıyor.

Çetinoğlu: Haklı tenkitleriniz kayda geçti. Tavsiyelerinizi de lütfeder misiniz?  

Gürgür: Asırlar önce bu coğrafyaya geldiğimizden bu yana, yüzümüz daima Batı’ya dönük  olmuştur. Ancak Batı’nın emperyalist yüzü acımasızlığı, sömürgeci geleneği ve zihniyeti karşısında ezilmemek için uyanık olmak, dengeleyici önlemler almak mecburiyetindeyiz. Bu açıdan komşularımızla ve Rusya, Çin, Japonya gibi sanayileşmiş ülkelerle, Afrika ve uzak doğu gibi daha uzak diyarlarla ekonomik, ticarî ve siyasî ilişkilerimizi yoğunlaştırmamız gerekiyor. Bunları AB’ne yahut NATO’ya alternatif olarak değil, reel politik açıdan yapmak durumundayız. Diğer taraftan Türkiye Türk Cumhuriyetleriyle ilişkilerinin otuz yıla yakındır patinaj yapmakta olması Türk Dünyası acısından genel zaafımızdır. 

Ne AB’nin üyesi devletlerin, ne de Rusya ve ABD’nin Türkiye politikalarında sürpriz olarak nitelendirilecek bir değişim söz konusu değildir. Batılılar olaylara hissî değil rasyonel açıdan bakıyorlar. Çıkarlarına, amaçlarına uygun olan politikaları belirleyip uygulamaya çalışıyorlar. Esas meselenin kendimizden kaynaklandığını artık görmeliyiz. Olayların akışını etkileyip yönlendirecek, çıkarlarımıza ve isteklerimize uygun bir zemin sağlayacak beceriyi, basireti gösteremediğimiz sürece yakınıp dururuz. Amerika’nın ikiyüzlü tavrına Hollanda’nın saygısızlığına, Almanya’nın çıkarcılığına Rusya ve İran’ın ikili oyunlarına sâdece tepki göstererek, nazilik ve faşistlik hatırlatması yaparak belki rahatlamış oluruz; ama problemler çözülmüş olmaz. 

Çetinoğlu: Dış politika ince bir sanattır’ Diyorsunuz…

Gürgür: Evet! Dış politika kendine özgü tekniği, tarzı, kuralları ve geleneği olan bir sanattır. İç politikada geçerli olan kitleleri çoşturup konsolide eden üslubu, tepkilere dayalı yöntemi bu alanda kullanamazsınız.  Hamasî jargonla popülizmle, öfkeyle ve hissî tercihlerle milletlerarası ilişkiler yönetilemez. Yönetilmeye kalkışılırsa, dünyayı başına yıkarım, âleme rezil ederim’ gibi tehditlerle kimsenin geri adım atmadığı görülür, kayıplarınızı sineye çekmek mecburiyetinde kalınır. . 

Çetinoğlu: Özet hâlindeki tekliflerinizle röportajımızı bitebilir miyiz?

Gürgür: Olaylara ve konulara geniş açıdan ve çok yönlü bakarak, Türkiye’nin ihtiyacı olan ilmî ve teknolojik hamleleri yapmak, verimli bir eğitim ve kültür yapısıyla ihtiyacımız olan nitelikli ve kaliteli insan gücünü oluşturmak, toplumda millî bilinç ve dayanışmayı güçlendirmeye çalışmak mecburiyetindeyiz. Bunları gerçekleştirmeye, sanayileşmiş ülkeler çizgisine ulaşmaya çalışacağımıza, siyasî hesaplar ve polemiklerle enerjimizi ve zamanımızı tüketip duruyoruz; geleceğimizi tehlikeye atıyoruz.

Problemlerimiz, 16 Nisan’da yapılacak referandumdan sonrada devam edecek. Hangi sistem tercih edilirse edilsin bu gidişle bu bakış ve zihniyetle ne yazık ki bunlar azalmak bir yana daha da artacak. Sonuçta kuvvetler ayrılığının, bağımsız ve tarafsız yargının, işleyen bir denetleme mekanizmasının olduğu hukuk devleti özlemimiz başka bir bahara kalacak.

NURİ GÜRGÜR:

1940 yılında Erzincan vilayetinin Kemaliye ilçesinde doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1963 yılında mezun oldu. Öğrenciliği sırasında 1958-1961 yılları arasında Türk Ocağı Gençlik Kolunda kurucu ve yönetici olarak görev yaptı. 1961 yılında bir grup arkadaşıyla Üniversiteliler Kültür Kulübü (Derneği)’ni kurdu. Bu dernek uzun yıllar milliyetçi gençlerin fikrî ve kültürel çalışmalar yaptıkları önemli ve etkili bir alan oldu. 1961-1963 yılları arasında Millî Türk Talebe Birliği (MTTB) adlı öğrenci kuruluşunda  Ankara İcra Kurulu Başkanlığı görevini yürüttü. Bu yıllarda Son Havadis Gazetesi ve Düşünen Adam Dergisi’nin Meclis Muhabiri, Ankara Ticaret Postası Gazetesi’nin köşe yazarı olarak gazetecilik yaptı. 1967 yılında başladığı Avukatlığı 1970 yılında ticarete başlayıncaya kadar devam etti. 1968 yılından 1971’e kadar Üniversiteliler Kültür Derneğinin yayın organı olarak çıkarılan Ocak Dergisi’nin yazar ve yönetmenliğini yaptı. 1969 yılından itibaren Devlet Dergisi’nin yazarları arasında yer aldı. 

1975 yılında MHP Genel İdare Kuruluna girdi ve partide 1976 - 1978 yılları arasında Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yaptı.

Türk Ocakları’nın yeniden faaliyete geçirilmesi ve Türk Yurdu Dergisi’nin yeniden yayınlanması çalışmalarında yer aldı, derginin yazı kurulunda görev yaptı. 1993 - 1994 yıllarında Türk Ocağı Ankara Şubesi Başkanı oldu. 1996 Kurultayında Türk Ocakları Genel Başkanlığına seçildi. 2011 yılında yapılan Kurultay’da, Başkanlık görevine tâlip olmadı. Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi olarak hizmetlerine devam etmekte ve Türk Yurdu Dergisi’nin başyazarlığını yapmaktadır.

Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı’nın Kurucuları arasında yer alan Nuri Gürgür 1989 -1992 yıllarında Vakıf Mütevelli Heyeti’nde görev yaptı.

1995 yılından bu yana Ankara Ticaret Odası Meclis üyesidir. 1999 yılında Ankara Ticaret Odası Meclis Başkanı seçildi. Hâlen bu vazifesi devam ediyor. 

Aralık 2003 târihinden bu yana TÜBİTAK Bilim Kurulu Üyesi’dir.

Yorumlar ve Yankılar, Milliyetçilik Üzerine, Yüzyılın Eteklerinde ve 60’lılardan Vatan Kurtarma Hikâyeleri isimli basılı eserleri vardır. Türk Yurdu Dergisi ile çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlanmaktadır.